bu kitabı gösterdiği için, abime sonsuz teşekkürlerim vardır. ve neden, Toole kendini öldürmüştür diye sorduğumda kendime kızıyorum, hep böyle olmuyor mu zaten? her neyse, ignatius post-modern bir Don Kişot'tur, modern dünyaya bir başkaldırısı mevcuttur. ben hep üçleme olarak gördüm. Gargantua - Oblomov - Alıklar Birliği.
tüm zamanların en komik romanlarından biri, belki de birincisidir. kara mizah kategorisine sokmak daha doğru olacaktır. otuz yaşlarındaki kahramanı ignatius kültürlü, çok zeki, fakat akılalmaz derecede huysuz ve uyumsuz biridir. sürekli tartıştığı cahil annesi ile birlikte yaşamakta, kural olarak çalışmayı reddetmektetir. annesinin zoruyla girdiği işlerde kavgacı ve uzlaşmaz kişiliği nedeniyle kalıcı olamamaktadır. kitaptaki karakterlerin her biri son derece gülünç ve hastalıklı tiplerdir. kimseyi yakalayamadığı için amiri tarafından her gün saatlerce garaj tuvaletinde oturmaya mahkum edilen polis memuru, sürekli birilerine bağlanıp kısa sürede hayal kırıklığına uğrayan ignatius'un kendisi kadar egzantrik kız arkadaşı, sefil pantolon fabrikası çalışanları. kitabın yazarı john kennedy toole, sağlında kimsenin basmaya yanaşmadığı bu romanıyla, intiharının ardından pulitzer kazanmıştır. ölü bir yazara verilen ilk pulitzer ödülüdür.
"ondan son kez söz ettiğinde , seni levy pantolonları'ndan kovdurduğunu söylemiştin."
"evet öyle. ama son tahlilde bunu bana yararı oldu. böylece beni daha mutlu edebilecek bir iş buldum. "
"ne korkunç" dedi bayan reilly üzgün üzgün. "bir fabrikadaki memurluktan atıldın ve sokaklarda seyyar satıcı oldun. bak sana ne diycem, ignatius. dilerim susiççi de kovmaz seni. santa ne dedi, biliyo musun? "
" oldukça anlaşılır ve keskin bir dille konuşutuğundan eminim. anadilimize yönelik saldırılarının içinden çıkmak gerçekten güç"
"birinin sana okkalı bi yumruk atması gerektiğini söledi"
"ondan beklenmeyecek kadar düzgün bir cümle"
"myrna neler yapıyomuş" diye sordu bayan reilly merakla
"neden bu kadar sık yazıyo ? o kızın iyi bi banyoya ihtiyacı var"
"myrna nın aklı, suyla ancak ağız bağlamında ilgilenmeye erer"
"ne?"
"lütfen bi balıkçı gibi bağırmayı keser ve çekip gidermisin?
fırında pişmekte olan bir şişe misket şarabın yok mu senin ? şimdi beni yalnız bırak . çok gerginim."
"o zaman çık o küvetten"
"küvetten çıkmamsenin için neden bu kadar önemli? anne, seni hiç anlamıyorum. bir ev kadını olarak şu anda yerine getirmen gereken herhangi bir iş yok mu ? bu sabah koridordaki toz topaklarının neredeyse beysbol topu kadar irileşmiş olduklarını ayrımsadım. evi temizle. telefonla konuş. bir şeyler yap. uzanıp biraz kestir. son günlerde epey bitkin görünüyorsun"
"elbette görünürüm. zavallı anacığının kalbini kırıyosun. düşüp ölsem ne yaparsın?"
" bu saçma sapan sohbete katılmayı reddediyorum. istiyorsan tek başına konuşmayı sürdürebilirsin. bana gelince; şimdi bütün dikkatimi bayan minkoff'un mektubundaki yeni sataşmalarda toplamalıyım. "
"artıkın dayanamıyorum, ıgnatius. bu yakınlarda bi gün beni kalp krizi geçirmiş, mutfakta yerde yatarken bulacaksın. bekle de gör. dünyada yapayalnız kalıcaksın. işte o zaman dizlerinin üstüne çöküp zavallı, sevgili anacığına yaptıkların için tanrı'dan af isteyeceksin. "
banyodan çıt çıkmadı. bayan reilly hiç olmazsa su sesi ya da kağıt hışırtısı bekledi, ama bonya kapısı bir mezardan barksızdı.birkaç dakika kadar boşu boşuna bekledikten sonra koridordan geçerek fırına doğru ilerledi. fırının kapağının açıldığını duyan ıgnatius mektuba döndü .
Orjinal adı olan " a confederacy of dunces "ı ; J. Swift'in "Dünyada gerçek bir dahi varsa, bunu anlamak kolaydır; çünkü bütün alıklar ona karşı bir birlik oluştururlar" sözünden alan canavar gibi bi kitap.
...
"1969 yılında, 32 yaşındayken intihar eden John Kennedy Toole'un bu romanı, ölümünden sonra annesinin ısrarlı çabalarıyla 1980 yılında yayınlandı ve 1981'de Amerika'nın en büyük edebiyat ödülü olan Pulitzer Ödülüilk kez ölü bir yazarın yapıtına verildi."
Gelişigüzel saçılmış kitaplar reyonundaki herhangi bir kitabın elimdeki ömrünün 1 dakika ile 1buçuk dakika arasında değiştiği bir kış günüydü. Bu pikap şu pikap o kitapın ( doğal gerçelleniş süreci hastasıyım) ise ömrü uzun sürdü. Müsebbibi yukarıdaki satırlardı. Ödedim parasını aldım. Aylar geçti üzerinden, sigarayı bırakmaya çalıştığım zamanlardan biriydi. Aldım kitabı başladım okumaya. Oku oku oku, gittikçe sarıyor," ulan nasıl bi adam bu, of iğrençmişsin sen birader ya, valla doğru söylüyor , lan 40 sene evvel bu ne öngörü , helal olsun sana, yazık olmuş Toole'a..." filan derken 100. sayfaya varmışım bile, sonra, pat telefon çaldı.
Gecenin bir yarısına yakın saatte arayan çok yakın arkadaşımdı. "Evde misin hacı, evdeyim kardeş.Ya senin o taraflardaydım ,müsaitsen gelecektim de..." nasıl da bir hazla okuyorum anlatamam. ama gel gör ki hayır demeye namüsait bi yapım var. "Gel kardeş buyur..."
Çay demlendi. Yerde boynu bükük duran kitabın üzerine çay döküldü, arkadaş puro getirmişti, bi güzel, keyif verici maddelere yeniden de başladım. Kitap da öylece yarım kaldı. Ertesi gün paket de aldım, pamuk ipliği şıngırdanak kopmuş oldu böylece.
Gel zaman git zaman rafta bu kitapla hep kesişti gözlerim, üzerine çay döktüğüm ve yarım bıraktığım için bana kıl kıl bakıyor gibiydi. Yeni bir kitap alırken aklım hep ondaydı ama - hani olur ya - kalın kitap tırsıklığı sarıveriyordu birden ve nispeten daha ince olan bi tanesine elimi atıyordum. O aralar deli gibi filan da okuyor değilim , aman diyim, ay geçiyordu kitapsız kitapsız.
Gel zaman git zaman, tamam dedim, şu kitaptan af dilemenin zamanı geldi artıkın. Ve başladım yine bir solukta bitiririm hevesiyle. Bu psikolojinin aynısı birçok açıdan çok tanıdık. Neyse bu pikap şu pikap o kitap diyorduk, başladım. Gayet güzel. 100 sayfayı devirdim. Ertesi gün de kaldığım yerden devam ediyorum... Pat bi telefon daha. Hayır diyemeyen ben yine hattın bu ucunda...Ulan nasıl cenabet bir kitap imişsin sen. ama yılmadım sonra. 2 haftalık kesik okumalarla bitti.
Valla okunmayı bekleyen -en azından- yüzlerce kitap var. En babalarının hepsini okuyamadan ölüp gidecek olmak...Bu bile bu hayatı başlı başına trajik yapmaya yeter. artar. Ancak Okunanlar kulübüne bu kitabı üye yaptığım için hiç pişman olmam.
ignatius J. Relly...gerçekten acayip bir tip. Annesiyle yaşayan , beyaz (evet klişeleşiyo gibi di mi, hayır hiç de değil) bi adam ve Bu adam her şeye karşı. Dostu yok. Aşkı yok. Seks hayatı sıfır. Osurup yellenip duran kaba bir adam. Kapitalizmin insanları nasıl da aşağılıklaştırdığından, modernizmden yakınan -karşı- bir karakter. Başı belalardan eksik olmuyor. Üniversite döneminden bir kız arkadaşı var. Ve onunla sürekli mektuplaşıyor. Ama ona da karşı. paranoyak, homofobik bir adam ve kitabın nerdeyse birçok sayfasında subabından bahsediyor.
Üslubu ve başına gelen olaylar, başını zorla soktuğu olaylar komik olsa da trajik bir kitap bu aslında. Çekinmeden tüm gerçekleri söyleyebilen, herkesin yüzüne vurabilen bu adamın maceraları toplumun modernleştikçe nasıl yoldan çıktığını ve özünü kaybettiğini de izah ediyor.
Okudum. Bitti. Üzerindeki çay lekesinin kitaba apayrı bir karizma kattığına inanıyorum artık. Raftaki yerini aldı. Zaman zaman ignatius , kitabın sayfalarından çıkıp ossuracakmış veya sağa sola bağırıp başını belaya sokacakmış gibi de gelmiyor değil. Bir gelişme olursa, ben burdayım, sözlük burda, gelişmeleri kaydederiz.
Hikaye tam olarak bitmediğinden, daha doğrusu kahramanlar yepyeni bir maceraya daldıklarından mütevellit; devamı bile yazılabilirmiş... "toole" intihar etmeseymiş!
Ayrıca sinema filmine uyarlamaya oldukça müsait bir kurgusu var. ilerde bir gün neden olmasın. Genç yönetmen adaylarına duyurunuz. do you runuz?