alternatif porno film konulari

entry9 galeri0
    1.
  1. 2.
  2. talihsiz küçük emrah'ın amcasından sonra birde dayısı olduğu ortaya çıkar ve olaylar gelişir.
    2 ...
  3. 3.
  4. bir bitin külotlu çorap içinde geçirdiği 6 saat.
    3 ...
  5. 4.
  6. erkek hayvanı: ateşiniz var mı bağyan..
    kadın insanı: var..
    erkek hayvanı: sevişelim mi?
    kadın insanı: olur..
    1 ...
  7. 5.
  8. porno filmlerinde genelde konu olmaz. olsa bile çok aptalcadır. genelde öpüşme de fazla olmaz pornolarda direk işe başlarlar. biraz daha gerçekçi çekseler bir iki öpüimeyle geçiştirmeseler. daha iyi olur. bir de senaristi bluevelve yapsınlar tadından yenmez.*
    2 ...
  9. 6.
  10. sekans:1
    sahne:1 dış çekim-sokak

    hava kararmıştır.kadın ve adam sakin bir sokakta birbirine karşı kaldırımlar da paralel olarak yürümektedirler.puslu havada sinsi bir yağmur merakı vardır.kadının topuklarından gelen tıkırtı kulakları sağır etmektedir sakin sokakta.arkalarında kalan sokak lambası bu iki insanın gölgelerini uzatmış ve sokağın sonunda kesişen iki gölge uyum içinde kaybolmaktadır.ağır bir hareketle başını kadına çevirir adam .hüzünlü bir bakışla karşılaşır.ikiside cümle kurmakta tereddüt eder.ara sokaklardan fırlayan bir köpek havlayarak uzaklaşır.kadın irkilmiştir.güven verebileceği bir ses duymak umuduyla adama döner.
    -ne tarafa?
    adam duyduğu bu tedirgin sesin kendisine verdiği korku duygusuna acımasına rağmen kadına cevap verir.
    -s*imin doğrultusuna...

    sekans:2
    sahne:1 iç çekim-ev

    nasıl olduğu anlaşılmadan , kadın ve adam sevişirler.

    kadın
    -ahhh!
    adam
    -ohhh!

    sahne:2 iç çekim-ev

    daha aradan 5 dk geçmemiştir.

    adam
    -ooohaahhk "efekt"fışk fışk fışk...yaaa pardon!

    kadın
    -tüh allah cezanı versin!
    0 ...
  11. 7.
  12. Ömer seyfettinin beyaz lale isimli hikayesinde geçer:

    birden Lâle’nin üzerine atıldı. Başındaki örtüyü çekerken gür, siyah ve parlak saçlarım dağıttı. Beline sarıldı. Öpmeye savaşıyordu. Lâ’lî çırpınıyor, kollarıyla onu iterek, dudaklarından yanaklarım kaçırarak:

    — Bırak alçak, bırak!., diye haykırıyordu.

    Güzel olduğu kadar kuvvetli idi. On dokuz yaşının verdiği çeviklikle düşmana dayanıyor, onunla boğazla-şabiliyordu. Ah boş bulunmuş, kanmış, aldanmıştı. Aşağı kapıyı açmasaydı sağ olarak ele geçmeyecek, ölünceye kadar karşı gelerek vücudunu bu namussuz zalimin pis dudaklarına kirlettirmeyecekti. Bu şiddetli boğuşma yarım saatten fazla sürdü. Radko’nun şapkası yere düşmüş, yakası yırtılmış, apoleti sökülmüş, kılıcının kayışı kopmuştu. Zavalh Lâ’lî kesilmiş, bitmiş, acımayan, affetmeyen hasmının altına düşmüştü.

    — Beni öldür, beni öldür... diye inledi, yalvardı, yakardı.

    Kanlanan güzel ve büyük gözlerinden sıcak yaşlar akıyor, heyecandan ve yorgunluğundan nefesi tıkanıyordu. Radko kızaran yanaklarından ısırarak, öperek, terleyen şeffaf boynunu emerek:

    — Seni öldürüp ne yapacağım güzel Lâle! dedi. Senin ölün değil, bana dirin lazım...

    Öpüyor, ısırıyor, emiyor, bir taraftan da esvaplarını yırtıyor, koparıyor, artık yorulup kımıldayamayan esirini çırılçıplak bırakmaya çalışıyordu. Gömleğini, eteklerini, külotunu, hatta çoraplarım bile çıkardı. Çıplak kalan zavallı kızı kucakladı. Yerden kaldırdı ve yatağa götürüp uzattı. Lâ’lî sanki bayılmıştı. Yumulmuş gözkapaklarının, uzun ve kıvırcık kirpiklerinin arasından yalnız beyaz bir çizgi görünüyordu. Kar gibi parlak ve lekesiz omuzlarına dağılan saçları dökülüyor, fırlak ve katı memeleri hızlı hızlı kalkıp iniyordu. Radko durdu. Baktı, baktı. Gözlerine inanamıyor:

    — Ne ilik, ne ilik! diyordu.

    Bu, sanki devrilerek canlanmış, fakat hâlâ gözlerini açmamış bir mitoloji heykeli, bir mabut kızıydı... Yuvarlak omuzlarından tatlı bir kalınlıkla ayrılan kollan gittikçe inceliyor, küçük, nermin elleri hayali bir yatak gibi açılıyordu. Kamı o kadar saf, o kadar masum, o kadar beyaz ve küçüktü ki, Radko’nun tapacağı geliyor, dokunmaya korkuyordu. Ve elmastan yoğrularak dondurulmuş sanılacak kadar parlak ve şeffaf duran kalçaları...

    Radko acele ile soyunmaya başladı. Çizmelerini çıkardı. Ceketini, pantolononu, fanilalarını, külotunu yırtar gibi attı. Çok kıllı vücudundaki terin keskin ve kirli ayaklarının pis kokusu odanın temiz havasına dağılıyor, kendisini de iğrendiriyordu. Hâlâ tıkanmış, boğulmuş gibi hızlı hızlı, kesik kesik nefes alan Lâ’lî’ye bir kere daha baktı. Ve yatağa, yanma uzandı. Memelerine sarıldı, ısırmaya başladı. Lâ’lî bu zalimin elleri, dudakları vücuduna dokundukça ateşler içinde yanı-yormuş gibi bağırıyor, kıvranıyor, bacaklarım bütün kuvveti ile kilitleyerek iki büklüm oluyordu. Ne yapacaktı? Şimdi ne yapacaktı? işte her yerine mukaddesat tanımayan düşmanının iğrenç tükürükleri sürülmüştü. Namusu zorla parçalanıyordu. Bağırmalarına hiçbir cevap aksetmiyor, imdadına hiç kimse yetişmiyordu. Demek o vahşi bir hayvanın en kirli ve iğrenç eğlencelerine alet olacaktı. Hayır, hayır, hayır! Ama nasıl kurtulacaktı! Kuvveti bitmiş, kımıldayacak hali kalmamıştı. Kollarım zorla oynatıyordu. Sanki boğazına demirden halkalar geçirilmiş, arkasına görünmez ve kurşundan bir işkence gömleği giydirilmişti. Hıçkırarak kekeledi:

    — Dur, dur, bırak, fena oluyorum... Dinleneyim... Dinleneyim de öyle...

    Radko, pençesindeki nefis ve inatçı avın, gözyaşlarıyla teslim oluşuna sevindi. Genişlendi. Demek kurtuluş olmadığım o da anlamıştı. işte artık razı oluyordu. Zaten zorla alınacak bir aşkta ne lezzet vardı?

    — Pekâlâ pekâlâ, dinlen de soma...

    Ve yatağın kenarına çekildi. Gayet uslu durdu. Uyuz gibi koltuklarının altı, kolları, bacakları kaşınıyor, sert tırnaklarının kaim derisinden çıkardığı hışırtı odanın feci sükûnu içinde vahşi, yırtık akislerle büyüyordu. On beş-yirmi dakikada Lâ’lî’nin çırpıntısı dindi. Göğsünün hareketi yavaşladı. Kollarıyla, incilenen terleri boynuna düşen kızarmış yüzünü kapamıştı. Şimdi titriyordu. Her tarafı bir sıtma nöbetine tutulmuş gibi titriyordu. Radko bu titremeyi onun da sevişmek için iştahlandığına verdi. Elini bacaklarının araşma uzatarak:

    — Haydi, işte dinlendin... diye memelerinden öpmek istedi.

    Lâ’lî kollarım yüzünden çekmeyerek cevap verdi:

    — Azıcık dur... Üşüyorum. Şu pencereyi kapayayım da öyle...

    Ve doğru, Radko’ya dokunmadan, üzerinden atladı, Radko, bu nefis çevikliği pek şuh buldu. Onu kollarından tuttu. Sırtından ısırdı, ısırdı. Bırakınca Lâ’lî sarhoş gibi sallanarak açık pencerenin önüne gitti. Ve bir anda gözle görülmeyecek derecede ani bir hareketle orada kayboldu. Sanki uçtu... Aptallaşan Radko yataktan fırladı. Pencereye koştu. Sarkarak baktı. Aşağısı yeşil gölgeler, sık dallar, uzak çiçeklerle girdaplaşan nihayetsiz bir uçurum gibi derinleşiyor; koyu ve sık çimenlerin üstünde Lâ’lî yüzükoyun yatıyordu. Dimağında yakıcı, parçalayıcı bir yıldırım çaktı: “Ya öldüyse...” Evet ya öldüyse? Bu kadar yaklaştığı, koynuna aldığı, kokladığı, öptüğü, ısırdığı hakikat olmuş bir saadet; hayali, yalancı ve eksik bir silkinti rüyası gibi sönüverecek miydi? Kudurmuş bir heyecanla döndü. Sofaya yürüdü. Merdivenleri dörder, beşer atladı. Sapanından kurtulmuş bir çakıl taşı çabukluğuyla ikinci ve birinci katlardan geçti. Bahçeye çıktı. Lâ’lî’nin üzerine atıldı. Hemen arkası üstü çevirdi. Nabızlarını tuttu. Atmıyordu. Eliyle kalbini yokladı. Eğildi... Kulağını koydu... Dinledi. Hiç çarpmıyordu. Ölmüştü. Ah bu güzel Lâ’lî kucağından kaçarak ruhunu ölüme vermiş, fakat... Fakat işte hâlâ solmamıştı. Taze hayatının, emsalsiz güzelliğinin ulvi ve mehtaptan rengi henüz duruyordu. Ve “Soğumadan,” diye mırıldandı, “Soğumadan...” Bu paha biçilmez ölü daha sıcaktı. Soğumadan... Yıpranmamış aşkının, dokunulmamış kızlığının kim bilir ne kadar başka olan o müstesna lezzeti bir parça olsun tadılamaz mıydı? Düşünmedi. Çabucak soğuyacağından korkuyordu. Omuzlan berelenmiş, görünmez kanlarla pıhtılanmış saçları göğsüne ve memelerine dolaşmış narin cesedi, kucağına aldı. Cennetin hurilerden ve müminlerden uzak ve tenha bir köşesinde Allah’ına ibadet ederken uyumuş kalmış bir melikeciği kaçıran hain bir şeytan itidaliyle, koşarak indiği merdivenleri yine yavaş yavaş çıktı. Odaya girdi. Lâ’lî’nin ölüsünü bir dakika evvel, sağ iken içinde çırpındığı, çarşaflan buruşmuş yatağa uzattı.

    Artık bu gevşeyen nefis kollar karşı gelemiyor, artık gevşeyen deminki gibi sökülmez bir ısrar ile kilitlenemeyen bacaklar kendiliğinden açılıyordu.

    Radko, bu ölüye istediği vaziyeti verdi. Üstünde iğrenç arzunun en karanlık, en pis, en kirli ateşlerini tutuşturdu. Onun son kalan hararetlerini içti. Emdi. Isırdı. Hatta yemek istedi. Kanı çıkmayan yanaklarını dişleriyle kopardı.

    Kanmadı, doymadı, bıkmadı.

    Ama yoruldu. Biraz durdu. Ürpertici bir soğukluk etlerine, damarlarına, kemiklerine yayılmaya başlıyordu. Ürktü, geri çekildi, birbirine karışan uzun ve kıvırcık kipliklerine baktı. Morarmış ağzı ve söylenilmez şikâyetleri susarak haykıran siyah ve minimini bir çukur halinde gözleri açıktı. Isıra ısıra parçaladığı memeleri yassılanmış, kanı içeri çökmüştü. Mermerleşen bacakları, geriye bükük, seriliyordu. Ve öldükten sonra bu mahvolan mukaddes matemi gibi, lekesiz ve nurani kasıklarından, solgun ve renksiz kan damlaları sızıyordu. Baktı, baktı. Baktıkça ürkmesi artacak yerde geçti. Ve... yeniden iştahlandı. Bir tarafı harap bu ölüyü, başka türlü de hırpalamak, kirletmek için, bu sefer yüzükoyun çevirmek istedi. Dizlerinin üstüne kalkarken...

    Acı bir çıngırak sesi...

    Radko öyle kaldı. Ve kulağını kabarttı. Bu acı çıngırak sesi bir defa daha derinden, galiba bodrum katından aksetti. işte Dimço kendisini çağırıyordu. Demek mühim bir iş vardı. Karyoladan indi. Cibinliğin çözülmüş ve kopmuş perdelerine şakaklarının, alnının, ensesinin terlerini sildi. Yerdeki giysilerini gerinerek ve esneyerek giyinirken, o sönmez vahşi hırsın alevlendirdiği dik ve dalgın gözlerini hâlâ yataktan ayıramıyordu. Ve orada Lâ’lî’nin şimdi soğuyan, donan, katılaşan cesedi gayet ağır ve cehennemi bir taşın altında ezilmiş büyük, beyaz, manevi ve uhrevi bir lale sessizliğiyle yatıyor, kanlanmış yastığın üzerinden aşağıya sarkan bir kolu sanki tutunmak için yokluğun nihayetsiz boşluklarını arıyordu.
    0 ...
  13. 8.
  14. japonların dünyanın sonuna kadar her türlü fanteziyi kullanarak iğrenç bir şekilde doldurduğu konulardır.

    (bkz: hentai) deniz kızları mı dersin, kuşlar mı dersin, ahtapotlar, uzaylılar mı dersin; canavarlar mı dersin? davullar, zurnalar, zenci alayları...
    0 ...
  15. 9.
© 2025 uludağ sözlük