Saat 22.30u biraz geçiyordu. Yıllar boyunca, yanında ya da arkasında yürüyenler için kurduğu her cümle emir sayılırdı. Tek komutuyla onbinler, hatta, yüzbinler arkasından gelirdi.
Hayata ve karşılaştığı tüm zorluklara karşı her zaman dimdik ve soğukkanlı durmuştu. Korumasına verdiği son talimatta bile soğukkanlılığını kaybetmemişti.
Şoför Alparslan Sarıkaya ile araçta bulunan Koruma Müdür Tahsin Pehlivanoğlu, o anda paniğe kapılmışlardı. Başbuğ'un rengi atmıştı, Nefes almakta zorluk çekiyordu.
Koruması, hemen gömlek yakasını açıp, kravatını gevşetti. Otomatik camlar sonuna kadar açıldı. Yine de çok zor nefes alıyordu.
Her şey otomobilin hareket etmesinden kısa bir süre sonra başlamıştı. Siyah Mercedes marka makam aracı, Oran Sitesi'ndeki eve gitmek için Reşit Galip Caddesi'nde ilerliyordu. Otomobil Çankaya Caddesi'ne çıkmak üzereydi ki, Alparslan Türkeş, oturduğu koltukta aniden fenalaşmıştı. Yıllardır, belki de her gün yanında olan koruma ve şoför, hemen o anda karar verdi.
Makam aracı, yönünü en yakın hastaneye, Hoşdere Caddesi üzerindeki Çankaya Tıp Merkezi'ne çevirdi. Telefon ve telsiz yardımıyla iki kilometre ötedeki hastane uyarılmıştı. Siyah Mercedes, birkaç dakika sonra hastanenin önündeydi.
ilk müdahaleyi Dr. Hüseyin Aka yapmıştı. Ne yazık ki, müdahalelerden sonuç alınamıyordu. Türkeş'in acilen tam teşekküllü bir hastaneye sevk edilmesi gerekiyordu. Hemen Bayındır Tıp Merkezi ile bağlantıya geçildi ve hazırlık yapılması istendi.
Türkeş, 20 dakika sonra Bayındır Tıp Merkezi'ndeydi. Doktorlar, panik halindeydi; çünkü Türkeş'in kalbi tamamen durmuştu. Masaj ve şok tedavisi uygulandı. Bir ara kalp ritminde bir kıpırdanma oldu, kalbi çalışır gibi olmuştu; ama bu çok kısa sürdü.
Hastanenin önü ana-baba günü gibiydi. Bir açıklama yapılmıyordu. Ülkücü gençler, eski dava arkadaşları, MHP yöneticileri, dostları, hastane kapısında tedirginlik içinde Türkeş'ten bir haber bekliyorlardı.
Bazı televizyonlarda gece yarısından sonra yapılan yayınlarda, Türkeş'in öldüğüne dair haberler veriliyordu.
Türkeş'in ölümü, canlı yayına geçen televizyon kanalları aracılığı ile kamuoyuna resmen duyuruldu. Hastane önünde toplanan ülkücüler, Türkeş'in ölümünü kabullenmek istemiyorlardı. Dualar ederek ağlıyorlar, tekbirler getiriyorlardı.
Ölüm haberinin resmen açıklanmasından sonra Anadolu'daki ülkücüler de Ankara'ya gelerek sabahın erken saatlerinden itibaren Bayındır Tıp Merkezi'nin önüne yığılmaya başladılar.
inanılmaz bir görüntüydü. Genç, yaşlı, kadın, erkek, herkes ağlıyordu. Ertesi gün öğleye doğru hastanenin önüne yığılan kalabalık, binleri aşmıştı; ama, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Moraller bozuktu. Ülkücüler, gözlerindeki yaşı saklamıyorlardı.
Oysa daha birkaç saat önce her şey normaldi. Alparslan Türkeş katıldığı geceden alkışlarla uğurlanmıştı.
davasını sürdürecek adamları da iyi seçememişti. bugünkü mhp laiklik karşıtı tutum alan bir mhp. oysaki türkeş atatürk ilkelerinden ödün vermeyen biriydi.
kurguladığı türk-islam ideolojisi ise beyinleri uyuşturan, milliyetçiliğe büyük darbe vuran bir ülküydü.
başbuğluğuna gelirsek siyasal manada başbuğ olabilir ama milliyetçilik alanında başbuğluğu yoktur.
gerçek başbuğ için: (bkz: kemal atatürk)
yine de türk milliyeçiliği için çabalamış yeni bir soluk getirmiştir. mekanı cennet olsun...
1933'te izmit milletvekili Sırrı Bellioğlu'nun yardımıyla Kuleli Askeri Lisesine geçici olarak kaydoldu ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçince aslî kayıdı gerçekleşen kişi.
öldüğüne en az muhsinin ölümü kadar sevindiğim ülkenin gençlerini kışkırtan ve birbirine kırdıran faşist partinin faşist lideridir. darbe yapıldığını radyodan ilan eden de bizzat kendisidir. tahtalı köye gitmesi vatan ve millet için hayırlı olmuştur.
Dört nisan doksanyedi, alelade gün değil,
Kara günsün, kara gün, bu bir gerçek, kin değil,
O kadar karasın ki, tarifin mümkün değil,
Başbuğ'un başımızdan çekildiği günsün sen,
Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!
13 yıl önce bugün nisan'ın dördünde, aksakallılarımızın mübarek sakalına benzer bembeyaz bir örtü serilmişken ankara bozkırına, uğurladık başbuğumuzu ulu allah'a. o mübarek sakallar gibi, serilen örtü gibi ak, pak.
bir kez daha and olsun, tüm dünya bilsin ki senin yolun, her daim bizim yolumuz. mekanın cennet olsun.
kasım 1991 seçimlerinden sonra ortaya çıkan ve güvenoyu verdiği dyp - shp koalisyon hükümetinin adeta dışişleri bakanı gibi çalışan, sscb'nin dağılması sonucu orta asya türk cumhuriyetlerini ülkemize yakınlaştırabilmek için var gücüyle çalışan lider.
türk dünyasının en çok tanıdığı ve hayranlık duyduğu siyasi liderdir. 1992 yılındaki ermenistan'ın dağlık karabağ işgaline karşı yüzlerce savaşçı ülkücüyü* azerbaycan topraklarına göndermiştir.
türk dünyasındaki yeri, recep tayyip erdoğan'ın one minute sonrası arap dünyasındaki yerinden kat be kat üstündür.*
"ben ne kadar türk isem sende o kadar türk'sün, sen ne kadar kürt isen bende o kadar kürdüm" sözüyle, gazi mustafa kemal atatürk ile birlikte, en doğru türk milliyetçiliği tanımını yapmış kişidir.
bu bağlamda kendisine faşist demek en basit tabirle saçmalamaktır.
Yaptıklarını bir kenera bırakıp tek sözü ile süper hümanist bir insan olduğu sonucu ortaya çıkarılmaya çalışılan cia'nın, türkiye'de karanlık işler yaptırdığı* nato piyonu.
cia ve nato bağlantısı nedeniyle eleştirilen siyasetçi.
hayır, türkiye o dönemde varşova paktı'na üyeydi de bizim mi haberimiz yoktu?
yoksa ülkemize binlerce ajan sızdırmış ve yerli işbirlikçileri ile istediği gibi at koşturan kgb'ye mi yakın olmalıydı?
kars sınırında sınır devriyesi yapan askerlerimize durup dururken ateş açan, yine aynı sınırda kendi havasahamızda uçan uçaklarımıza sırf çatışma yaratmak için güdümlü füze yollayan ve birinin düşmesine sebep olan, türkiye'yi işgal planları sürekli hazır bekleyen sscb'ylemi dost olmalıydı?
savasin ardindan 1948'de cia ile baglantiya gecti ve soylenenlere gore bu sure boyunca, cia emirleri dogrultusunda turkiye'de gizli bir golge ordu kurma calismalarina katildi. birlesik devletler'le isbirligi guclendikce, karizmatik lider albay turkes ulkesiyle birlesik devletler arasinda mekik dokumaya basladi ve hem pentagon'la hem de cia'yla samimi baglantilar kurdu. 1955'ten 1958'e kadar nato'yla ilgili turk askeri gorevi nedeniyle washington'da gorev yapti.
turkiye 4 nisan 1952'de nato'ya katildiginda, albay turkes'in de katkilariyla ulkede coktan bir gizli ordu kurulmustu."
(nato'nun gizli ordulari, daniele ganser, guncel yayincilik, ekim 2005, sf. 394 )
said-i kürdi'nin cesedini türkeş ve ihtilâlci arkadaşları yok etmişti. ama herif hindistan'a gitti geldi, sanki bir anda "imana geldi" adama "nur indi". herif hindistan'a gitmeden evvel dinle alakası olmayan biriyken bir anda türk-islâmcı oldu.
peki o islam sentezi ne yaptı. türk milliyetçiliğinin sonunu getirdi. bozkurt'u put olarak gördü, onun yerine 3 hilali koydu.
27 mayıs'ın kudretli subayı türkeş; bir an da hacı oldu. onun yüzünden türkçüler şamanist olduğu için dışlandı. türk kültürnü en iyi yansıtan alevileri milliyetçilikten soğuttu. fetoya metiye düzdü.
oysa ki 1944 davalarında ''atsız ın görüşü benim görüşümdür'' diyen de türkeş'ti. bu kadar değişim çok ilginç.