uygun bulduğundandır.
allah gibi kainatı yaratmaya, melekleri, şeytanı ve insanları yaratmaya gücü yeten bir varlığın; kötülükleri engellememesi, örneğin 3 yaşındaki minicik çocukların açlıktan ya da savaşta ölmesine veyA ensest tecavüzüne uğramasına izin vermesi gerçeğidir.
bunu "bizi sınav yapıyor efendim" diye yanıtlayacak kraldan çok kralcı insanlara soru*, sadece "sonucunun zaten bilindiği bir sınavın yapılmasının ne derece gerekli olduğu"dur; hele sınavı geçip geçemeyeceğimiz zaten alnımıza yazılmışken ve zaten bilinirken*....
doğal olandır. engelleseydi insanlar ne kendisinin ne de başkasının yaptığı kötülükleri yani başkalarının nefsine dolayısıyla kendilerinin nefislerine zulmetmelerini ve dolaysıyla allah ın nefsine zulmetme çabasını göremezdi. doğmadan önce yedikleri bokun temizlenmesi için son şanslarını kendi elleriyle mahvedemezdi insanlar eğer allah kötülükleri engelleseydi.
not: alın yazısı diye birşey yoktur, bunlar tamamen halkın salakça safsatalarıdır. zamansızlık vardır. insanın kaderini kendi tayin etmesi vardır.
dünyanın, cennetteki hayatın demo sürümü olduğu düşünülürse, şaşırılmaması gereken hadisedir..
asıl yaşam cennette başlayacak..dünyadaki yaşam sadece cennetin kötü bir kopyası..o yüzden çok kusurlu..
dünyadaki yaşamda sıkıntılar, dertler, fakirlik, felaketler, hastalıklar ve acı var..dengesizlik ve adaletsizlik var..
çünkü allah(c.c) bilerek ve isteyerek böyle yapmıştır..bir kuluna 1 verirken, diğerine 50 vermiştir..
birini çirkin yaratırken diğerini güzel yaratmıştır..
birini 120 yaşında öldürürken diğerini 5 yaşında öldürmüştür..
dünyada bu iş böyle yürüyecektir..çünkü dünya hayatı adı verilen sınavın kuralı bu..katlanacağız..isyan etmek yok..isyan eden sınavdan ihraç olur..
allah(c.c) herkesi kıyamette ve mahşerde eşitleyecek ve dünyada yaşarken yaptıklarından imtihan edecektir..herkes kendisine verilen imkanlar doğrultusunda sorguya çekilecektir..
çünkü allah zihinde yaratılan, korkulara ve bilinmeyenlere ışık tutması amacıyla toplum -tanrı kavramı dendiği zaman toplumlar- çıkarılmış bir kavramdır. bilinmeyenin ve gerçekliği bilinmek istenmeyenin yükü tanrıya atılır. deprem, sel, iflas eden bir tüccar gibi. bu argümana şöyle cevap veren insanlar olacaktır.
"bir sınav düşünün, öğretmen her öğrencinin alacağı notu kestirebiliyor ancak bunu resmileştirmek için nota dökmek zorunda". tanrı bu konumda öğretmen oluyor, ve inanana sen bu sınavda şunları yaptın bu da aldığın not diye bir çizelge hazırlamış oluyor.
tamam da tanrının işi neden kullar yaratıp sınav yapmak olsun?
bu soruya yine bir mantık çıkmazıyla mantıklandırmak isteyen şöyle yaklaşacaktır.
"tanrının bize ihtiyacı yok, bizim tanrıya ihtiyacımız var. doktorun hastaya değil, hastanın doktora ihtiyacı olduğu gibi" bu argümanda tanrıya insani sıfatlar yükleyerek tatmin edicilikten ziyade, mantık sulandırılması olarak kalır. zira doktor hasta bakıp, nafakasını çıkarmak için yıllarca dirsek çürütür, tanrı bizi sınav yapmak için böyle bir çabaya girişmez -aklıselim bir tanrı-.
velhasıl bilinmeyen şeylerden tanrının arkasına sığınmış olan insanoğlu, felaketler ve gerçeklerle yüzleşmek yerine onları kutsal bir gücün üstüne yığıp rahatlama eğilimindedir. ve bu noktada eleştirel düşünce ile, itaatkar düşünce arasındaki fark ortaya çıkar. işten çıkan bir işçinin, "bunda da bir hayır vardır" demesi bu tembelliği gösterirken, "neden işten çıkarıldım" çıkarımı öğrenme üzerine çabayı gösterir.
doğa malesef acımasızdır, bu acımasızlıklar tanrıdan değil doğal seçilimden gelir.