kuranda açıkça dile getirilir. Şiilerin bir kesimi bu inançtadır. Keysaniyye bu inancı savunur. (Bkz. Şehrestani, el Milel ve'n-Nihal, 1/197; Bağdadi, el Farku Bey-ne'l-Fırak, s.38-46; Eş'ari, Makalatu'l-Islamiyyin 1/91.) Bu inancı paylaşanlar, kanıt olarak, en başta, Ra'd suresinin 39. ayetini gösterirler. Ayetin anlamı: "Tanrı, dilediğini siler, dilediğini yerine koyar (bırakır ya da yeniden yazar). Ana Kitap (yorum: her şeyin yazılı olduğu LEVH-Î MAHFUZ) O'nun yanındadır." (Gösterilen kaynaklara bkz. Aynca bkz. RRâzî, e't-Tefsirul-Kebir, 19/66 ve öteki tefsirler.) Ünlü Muhtaru's-Sakafı (ölm. 687.) "Tanrı'nın kendisine birtakım sözler verdiğini" söylemiş, söyledikleri çıkmayınca da "BEDA, oldu, Tann görüş değiştirdi, sözünden döndü..." demiştir. (Özellikle bkz. Bağdadi, el Farku BeyneT-Fırak, s.46.) "Beda' "ya, yani "Tann için de "bilinmedik şeylerin ortaya çıkması'nın söz konusu olabileceğine ve Tanrı'nın zaman zaman görüş değiştireceğine" inananlara, "El Bedâiyye" adı verilir. (Bkz. Muhammed Ali Tehanevi, Keşşaftı Istılahati'l-Funûn, 1/157.) Kur'an'da, "Tanrı'nın her şeyi bildiği" yazılı. (Bkz. Nisa: 176; Cin: 26...) Ne var ki kimi sözlerine yorumsuz bakıldığında, "Tanrı'nın birtakım konulan sonradan BiLiP ANLADIĞI'nın anlatıldığı" da, açıkça görülür:
"Tanrı, insanların, cinsel ilişkiden uzak kalmaya dayanamayacaklarını anladı"
O dönemde, bir kişi oruç tutar da, iftar zamanı, orucunu bozmadan uyursa, o kimse ne o gece, ne de ertesi gün akşama değin orucunu bozabilirdi. Ne yeme, içme, ne de cinsel ilişki. Adamın birinin başına bu durum gelmiştir. Yani iftar zamanı uyumuştur. Şimdi, ertesi günün akşamına değin her şey yasak. Adam dayanamaz, gece uyanınca karısıyla yatıp cinsel ilişkide bulunur. Ertesi gün, üzgün, durumu gidip Muhammed'e anlatır. Raslantı bu ya, aynı şey Ömer'in (Halife) başına da gelir. O da dayanamayıp yasak olan cinsel birleşimde bulunmuştur. O da üzgün biçimde Muhammed'e açıklar durumunu. Bu durum başlarına gelen başkalan da vardır. Onlar açıklarlar. işte bu OLAYLAR üzerine, anlamı yukanda sunulan ayetin geldiği bildirilir. (Bkz. Ebu Davud,Kitabu's-Savm/l, hadis no: 2313; Buhari, e's-Sahih/15; Tecrid, 910 no.lu hadis ve 911 no.lu hadisten sonra K. Miras'ın "îzah"ı; Süyûti, Lubabu'n-Nukûl Fi Esbâbi'n-Nüzûl, Tefsiru Celaleyn'in kenan, 1/36...)
Bakara Suresinin 235. ayeti: "Evlenmeye ilişkin isteğinizi kadınlara çıtlatmanızda ya da içinizden geçirdiğinizi saklamanızda size bir günah yoktur. (Çünkü) Tanrı bildi-anladı ki (takılıp) yoğunlaşacaksınız onlara. (O kafanıza koyduğunuz kadınları gönlünüzden ve dilinizden düşürmeyeceksiniz. Yanaşın.) Ama onlarla gizlice sözleşmeyin. Meğer ki uygun bir söz söyleyesiniz..."
Burada da "Tanrı'nın bilip anladığı" belirtilen şey, "insanların, kadınlara olan düşkünlüğü." Yani: "Tanrı bilip anladı ki: Siz o kadınlara kafanızı takmadan, içinizden geçirmeden edemeyceksiniz. Onun için buna yol verildi. (Bkz. M.Ali Sabuni, Safvetu't-Tefasir, 1/51.) istediğinizi çıtlatmanızdan sakıncayı kaldırdı Tann. Ama hemen o sırada isteğinizi açıklamanızı yasakladı. Duyulan istekte de bir sakınca yok. (Bkz. F.Razi, 6/132. Bu konudaki tartışmalar için aynca bkz. Taberi, tefsir, 2/323-325.)" Demek ki burada anlatıldığına göre, "Tanrı, insanların kadınlara olan düşkünlüklerini anlamamış olsaydı, evlenmek için kafaya konulan kadına olan ilgiyi ve evlenme isteğini kadına çıtlatmayı yasak bırakırdı."
Kur'an'ın Tanrısı, önce bir şey yapıyor, bir "hüküm" ortaya koyuyor; sonra bir gelişme olunca görüşünü, dolayısıyla "hükmünü değiştiriyor". yani bir başka "hüküm" koyup bir öncekini geçersiz kılıyor. Bu, "nâsıh-mensûh (geçerli-geçersiz)" biçiminde de sunuluyor.
göreceli bir düşüncedir. sırf kendin böylü düşünüyorsun diye herkeside böyle düşünmeye ikna edemezsin. allaha inanmak vicdan işidir sen inanmıyorsan inanma. ve inananlarında inancına karışma.
Kuran-ı Kerim'de bir sürü ayette çok iyi tasfir edilmiştir. Her ne kadar konuyla bir alakam olmasa da " google " üzerinden ufak bir araştırmayla rahatlıkla bulabilirsiniz. Birkaç örnek vermek gerekirse;
Hadid 3;
Huvel evvelu vel ahiru vez zahiru vel batın(batınu), ve huve bi kulli şeyin alim(alimun).
O, Evvel'dir (O'ndan önce hiçbir şey yoktur ve O'nun öncesi de yoktur). Âhir'dir (her şey O'nda son bulur, O'nun sonu ve sınırı yoktur). Zâhir'dir (sıfatlarının tezahürüyle, ilim ve kudretinin tecelli ve eserleriyle varlığı ortada açık olarak bilinmektedir). Bâtın'dır (zâtı ve mahiyeti kavranamaz, niceliği ve nasıltığı bilinemez, idrâk edilemez). O, her şeyi bilendir.
Şura 12;
Lehu mekalidus semavati vel ard(ardı), yebsutur rızka li men yeşau ve yakdir(yakdiru), innehu bi kulli şeyin alim(alimun).
Göklerin ve yerin hazinelerinin anahtarları O'nundur. Rızkı dilediğine genişletip yayar ve kısıp daraltır. Şüphesiz ki O, her şeyi bilir.
kuran ve sahih kaynakları referans alarak ortaya koyulan gerçeği de yalanlamak ancak aptalların yapabileceği birşeydir. aynı kuranda yazanı reddetmek sizi dinden çıkartır, hatırlatırım.
allah' ın var olduğunu kabul ediyor ama her şeyi bilmediğini iddia ediyosun öylemi? be güzel kardeşim bütün bu kainatı yaratan bir varlığın her şeyi bilmemesi gibi bi durum olabilir mi? bu kadar mı troll' sünüz. eğer tanrıya inanmıyorum desen saygı duyarım beni ilgilendirmez ama böyle saçmalamanın bi anlamı yok, inanmıyorsan inanmıyorum de, bu kadar.
Alîm, Kur'an'da geçen Allah'ın doksandokuz adından biridir. alim: Çok bilen, bilgisi sonsuz, farkında olan, her şeyi en ince noktasına kadar bilen, ilmi ebedî ve ezelî olan demektir..
bu dümdüz mantıkla devam ettiğimiz takdirde benim de bir sorum olacak: madem allah her şeyi biliyor bizlere niye nefis verdi? hatta her şeyi bilmesine rağmen niye bizi yarattı? hatta ve hatta neden her şeyi bildiği ve kaderimiz yazılı olduğu halde bizim yaşamımızı sürdürmekte?