allah kainatı ve insanları niçin yarattı

    12.
  1. " sonra Rabbin duman halindeki göğe yöneldi ve dediki ister isteyerek yada istemeyerek gelin. ikiside itaat ettik ve geldik dediler. Böylece Rabbin onları iki gün içinde yedi gök olarak yükseltti ve her göğe görevliler kıldı. Biz dünya semasını da yıldızlarla donattık "
    Fussulet suresı

    " o kafirler görmüyormu ki başlangıçta yerler ve gök bitişik iken biz onları ayırdık ve her canlıyı sudan yarattık"

    Bize Allah ın bildirdiği, bizimle alakası olan yer burası. Yedi kat göklerden başka neler yarattı, neden yarattı bilemeyiz. Lakin " ben insanları ve cinleri bana kulluk etmeleri için yarattım " diye ayet vardır. Yaratılmaktan hoşlanmayan ölümü isteyebilir.
    4 ...
  2. 11.
  3. biraz ekşın biraz eğlence olsun diye yaratmış galiba.
    3 ...
  4. 7.
  5. Kuran'da açıklandığı için yoruma gerek olmayan sorudur.

    "Hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, Üstündür, Bağışlayandır."

    -mülk/2
    3 ...
  6. 11.
  7. tamamen ego , başka bir amacı yok , veya sadist bir içgüdü de denebilir buna , bak gel sana ufak bir örnek vereyim ;

    bir düzenek kuralım seninle , düzeneğin içine yüzlerce karınca yerleştirelim , düzenekten dışarı doğru da iki yol açalım ve bu yollardan biri aşağı biri yukarı meyilli olsun , aşağı meyilli olan yola karıncanın seveceği kokulardan dökelim , yolun sonuna ise bir bardak asit bırakalım , yukarı doğru giden yola ise karıncanın hiç sevmeyeceği şeylerin kokusundan dökelim ve yolun sonuna bir sürü küp şeker bırakalım , şimdi allah'ın bize sunduğu düzenek tam olarak bu , dünyanın kolaylıklarından , zevklerinden fazlasıyla faydalanma diyor , bir nevi yokuş yukarı çık diyor , yaşaman gerektiğini söylediği hayat ise bir çok insana ters geliyor , ama öteki öyle değil yolun hem gidişi kolay , hem de o yol seni çağırıyor , seks çağırıyor kumar çağırıyor alkol çağırıyor her şey o yolda yani , neyse düzeneğe geçiyoruz tekrar , karıncalar doğal olarak kokusu güzel yola yani aşağı doğru olan yola yönelecektir , belki bazıları öteki yola gider bilemiyoruz ama kuvvetle muhtemel aşağı doğru olan yol tercih edilecektir , karıncalar gidecek gidecek ve sonunda asidin içine düşecektir , bunlar tamamen içgüdüyle verilmiş kararlardı , buna bir de bizdeki aklı ve düşünme yetisini eklersen sonuç mantıken herkesin o aşağı doğru giden yoldan gitmek isteyeceği olur.

    şimdi ben bu deneyde neyi amaçladım , ne sike faydam oldu , o kadar karıncanın amına koydum elime ne geçti , bunu bir de çektim youtube'ye koydum insanlar ne tepkiler verdi , düşün bakalım bunları gerçekten ne cevap bulacaksın ?

    bir cevabı yok işte , durumun ise iki açıklaması var ;

    a-)ben sadist bir piçim , b-)başka canlıları kendi isteğime göre yönlendirecek kadar egoistim

    bana evrende şu yaptığımı açıklayabilecek tek bir güç dahi yok ciddiyim , bir an kendimi tanrı yerine koyuyorum , tanrısın amk ötesi var mı yani ol diyorsun oluyor senden öncesi sonrası yok hani büyüklüğünü düşünemiyorsun bile , ama geliyorsun etten kemikten sik kadar kurşunla ölebilecek bi organizma yaratıyorsun , ona uygun bir dünya yaratıyorsun , bi avuç insana koca dünya yetmiyormuş gibi anasının amı kadar evreni yaratıyorsun , hadi bakalım dediğimi yaparsanız size pamuk şeker eğer yapmazsanız sapı var diyorsun , ulan akıl alır mı bunu ya , benim kafam basmıyor arkadaş bunun arkasındaki mantığa , deyin ki constantine'deki gibi tanrı şeytanla iddiaya girdi ondan yarattı , deyin ki canı sıkılmış , kafası atmış , kendine oyuncak arıyor ne bileyim deyin yani ama öyle elmaydı adem'di havva'ydı geçin şunları , bir nebze mantıklı bir açıklama bekliyoruz sizden ey din kitap bilenler , bu sefer de ateistler değil de siz açıklayın.
    1 ...
  8. 3.
  9. bilinmek istedi ve onu bilmemiz için bizleri yarattı.
    1 ...
  10. 10.
  11. 9.
  12. 13.
  13. Bir gücünüz var ve sınırsız bir varlıksınız. Her şekilde her şeye hükmediyorsunuz. Bu hükümranlık sonsuz. Hiçbir zaman sonu gelmeyecek ve kimse sizden üstün değil kimse yokki daha doğrusu. Fakat bir zaman sonra size hiçbir sorgu ve sualde bulunmadan itaat eden varlıklar yarattınız. Size sürekli olarak saygı gösteriyor, katiyen size karşı çıkmıyorlar. Bi süre bu devam ediyor. Yarattığınız bu varlıklar körü körüne size itaat edince, size sürekli övgüler yağdırınca -ki onların bunu yapmalarının tek nedeni sizin onları öyle programlamanız- bu durumun daha irade sahibi bi varlıkta işe yaramasını istiyorsunuz. Ve iradesi olan bi varlık yaratıyorsunuz. Bu sayede bu yeni varlık öncekiler gibi körü körüne inanmak yerine ona gösterdiğiniz mükafatlara bakarak düşünerek ve kendi iradesiyle bir sonuca vararak karar verecek. Yaratıcısını yani sizi tanıyacak, sevecek, sizden çekinecek ve sizin kurallarınıza uyacak. işte bu yüzden kainat yaratıldı. Tanınmak, bilinmek, sevilmek, sevmek istedi. Kendini göstermek istedi. irade sahibi varlıklar da öncekiler kadar kusursuz itaat edebilecek mi diye yarattı. Sınav yeri denen dünya da bu yüzden yaratıldı. Siz de bir yeteneğiniz olsa bunu insanlara göstermek istersiniz. Ki bu örnek cidden yetersiz çünkü bir yeteneği olan bir varlıktan söz etmiyoruz. Söz konusu varlık sonsuz güce ve iradeye sahip kâinatın tek yaratıcısı ve dengeyi sağlayan bir varlık. Böyle bir varlık yarattığının ve doyurduğunun kusursuz olmasını istemekte oldukça haklı ve bunu asırlar öncesinden bir çok kez elçi olarak gönderdiği insanlara da diğerlerine de anlatmaları için anlatmış. inanmak için zorlamamış ve diretmemiş. En başta da dediğim gibi bu yaratıcı zaten körü körüne ibadet isteseydi ilk yarattıklarıyla yetinirdi. Bizleri yaratmazdı. O'nun istediği bizlerin sorgulaması, düşünmesi, akıllıca davranması. irademiz bunun için var.
    0 ...
  14. 14.
  15. izlemek için yarattı diye cevaplanabilecek soru.

    dünya, tanrılar evreninde yayınlanan bir tv şovu. senarist tanrılar izlemek için insanları yarattılar. diğer tanrılar ise sadece izleyici.

    (bkz: the truman show)
    1 ...
  16. 1.
  17. Sorgulayan aklın haklı olarak cevabını aradığı soruların en önemlisi olan soru.

    Cevabı şu şekilde verilebilecek soru:

    Kainatı, yaratılmışları ve onun temel taşı insanı anlama, ardından anlamlandırma çabası, bunlar arasındaki ilişkiyi çözümleme isteği insanlığın akleden kesimini binlerce yıldır meşgul edegelmiştir.

    Bu isteğin peşinden iyi niyetle, reaksiyoner çizgiden kopmak suretiyle gidilmesi ise itikadımızca kutsaldır.

    Felsefi akımların bir kısmı, mevzuya açıklama getirmeye çalışmışsa da bir döngü çizmekten ileriye gidememiştir.

    insanı bütün mekanizmalarıyla ele aldığımızda-insanlık son birkaç yüzyıldan sonra tekrar bu düzleme kaymaktadır- tevhid inancının en tatmin edici açıklamayı getirdiğini görmekteyiz.

    Öncelikle belirtilmesi gereken nokta Allah'ın, yaratıklar bir ihtiyaca binaen var etmiş olmamasıdır!

    Biz, harekete geçmek için bir lüzum hissederiz; ama Allah bundan münezzehtir.

    Ayrıca bu kainatın yokluktan varlık alemine çıkarılmasıyla da O'nun sıfatlarından hiçbir şey eksilmemiştir.

    Peki o halde kainat niçin yaratılmıştır?

    Meseleyi tasavvufî derinliğe pek dalmadan açıklığa kavuşturmaya çalışalım:

    Aydınlanmış insanların nazarında sanat ve sanatçı çok kıymetlidir; çünkü sanatçı özel bir yeteneğe sahiptir.

    Onun potansiyelini açığa çıkarma isteği, üretkenliği, bu vesileyle değişik faydalara medar olması ancak takdir toplayacak davranışlardandır.

    Hatta bir görüşe göre sanatta pratik bir fayda aranmasına da gerek yoktur; sanat sanat için olmalıdır çünkü.

    Neticede her ne olursa olsun sanatçı sanatını göstermek ister; yüksek zevkler de onu tatmak...

    Herhangi bir sanatçının kendini ifade ederken duyduğu aşk ve şevk herkes tarafından müşahede edilebilir.

    Büyük bir insan gibi işleyen kainatın özünde de bu sır gizlidir: "Her yetenek, kendinde saklı kabiliyetleri gösterme ve ilim plânındaki varlıklara, hâricî vücûd giydirip teşhir etmek ister. Tohumdaki hayat ukdesinin uyanması, spermin var olma kavgasındaki aşk u heyecânı, rutûbet habbeciklerinin yağmur olmak için binbir güçlüklere katlanmaları, hep bu görünme ve gösterme şevkiyle yapılan şeylerden değil midir?"

    Peki Allahü Teala'nın sonsuz ilme, kudrete, rahmete sahipken güzellik ve eksiksizliğini göstermek istemesi gerekmez mi?

    Onun sanatkarlığı tüm hayâllerin üzerindedir.

    Kainattaki eşsiz dizayn, mükemmel mühendislik, daha çok azına vakıf olduğumuz ilim, ahengin zirvesindeki renk cümbüşü ve musiki bize o büyük sanatkarı haber verir.

    Çağın adına islam'ın ışığına ayna tutan büyük beyin yapıcı bu konuya şöyle temas eder:

    "Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o şanlı sultan dahi istedi ki, bir sergi açsın, içinde sergiler dizsin; tâ insanlar bakışları saltanatının haşmetini, hem servetinin şâşaasını, hem kendi san'atının hârikalarını, hem kendi mârifetinin garîbelerini izhâr edip, göstersin."

    Velhasıl O'nun bu kainatı yaratmasını iki cihet altında incelenebilir:

    1- "Bu kâinatın yaratılmasındaki en önemli yön, Allahu Teâlâ'nın kendi manevi cemal ve kemâlini, yani ilminin meyvelerini, kudretinin harikalarını, zenginliğinin genişliğini, ihsanının belirtilerini, şefkat ve merhametinin tecellilerini... varlık aynalarında bizzât müşahede etmesidir."

    "Allah, bilinmek istedi, kâinatı yarattı, isimlerini tecelli ettirdi, varlıkları kendine ayna yaptı. Onlarda mukaddes fiillerini, ulvî güzelliklerini, eşsiz ünvanlarını seyretti. O nezih, müşahededen, insanlardakine asla benzemeyen bir sürur ve memnuniyet duydu."

    2-O eşşiz Sanatkar ayrıca şuurlu ve bilinçli ve sevgiyle mayalanmış varlıkların gözünde tanınmak istemiştir. "Büyük Sanatkâr, güzelliğin, türleri ile kendi güzelliğini, nizam ve âhengin şiirimsi keyfiyetiyle irâde ve kuvvetini, kalbin en gizli arzularına kadar herşeyi vermesi ile rahmet ve şefkatini ve daha bunlar gibi binlerce sıfat ve ünvanlarıyla kendini bizlere tanıttırmak, hem de eksiksiz olarak tanıttırmak istemektedir."

    Diğer bir tabirle O, geniş ilmindeki ilmî nitelikleri, hâricî vücudlarla sahneye sürüp, kudret ve irâdesinin cilvesini göstermek; en hârika sanat eserlerini, şuurlu varlıkların idrâk menşurundan geçirerek, zeminden semâya kadar bir hayret ve hayranlık, bir idrak ve takdir velvelesi uyandırmak istiyor.

    Bu muhteşem kainat sarayı maksadına uygun olarak engin idraklerde nice çarpılamalar hasıl etmiştir.

    "Bizler, bu fiiller merceğiyle dalgalanan isimlere şâhid oluyor ve sevilene kavuşma aşkıyla koşan âşıklar gibi, bu çakıp çakıp göz kırpmaların, parlayıp parlayıp işaret etmelerin arkasına düşüyor ve kendimizi bizim için bir belirsizlik arzeden sıfatlar dairesi önünde buluyoruz!"

    Şaşkın, yorgun ve alabildiğine arzulu...

    Kalbe açılan menfezlerde zâtî şeinleri tâkibe çalışıyor ve kendimizden geçiyoruz.

    insan ilahi özüyle evrenin hem çekirdeği hem meyvesidir. insan maddesiyle topraktan, ruhuyla yaratıcı Ruh'tan gelmektedir. insan bu dünyada bir çekirdek olan özünü ilahi sevgiyle filizlendirmek durumundadır.

    Bir bilgenin deyimiyle insan şunu düşünmelidir:

    "Ten, sana topraktan emanettir.
    Ben, (öz) sana kimden emanettir."

    Bir başka bilgenin şu sözleri de düşünülmeye değer:

    "Sen sende olmak istersin
    Sende olan nerde olmak ister, bilir misin?"

    insanda var olan büyük sevgi potansiyeli gösterir ki kainat sevgiden kaynağını alır ve dupduru, tertemiz bir akış içindedir.

    Ahengi bozmaya çalışan korsan eller ise bu hakikatın yanında çok sönük kalır.

    Allah ilminde proje olarak sahip olduğu varlığı çok sever.

    işte Allah bu varlıkları sevdiğinden dolayı belirli bir zaman ve mekan koordinatında yaratır. (ilmi varlık boyutundan maddi varlık boyutuna çıkarlar. Burdaki maddi varlık deyimi, basit anlamdaki madde ile karıştırılmamalıdır.)

    Yani, nasıl ki bir ressam düşünce ve duygu dünyasında var olan bir şeyi kağıda döker. Aynen öyle de Allah sonsuz ilminde var olan varlık birimlerini sevdiğinden dolayı yaratmıştır.

    Yani varlık, sevginin meyvasıdır.

    Evrende var olan her varlık yaradanın sevgisiyle yaşıyor ve O'nun sevgisiyle yaşayacaktır da. Gördüğümüz yıldızlar evreni, güneş ve gezegenlerin tümü de sevgiden doğmuştur.

    Kozmos yani kainat kısacası herşey sevginin yansısıyla varolmuştur.

    Eğer meselenin bu yönü bir tarafından az da olsa yakalanmak istenirse bir sanatçının sanatını icra ederkenki iklimine girilsin. Orada karşılıklı etkileşimi temin eden ilginç bir sevgi akışı vardır.

    Sonuç olarak ortada böylesine yüce bir hakikat varken kainatın var olmaması zaten düşünülemez.

    Kainat bu hakikatın dile gelmesidir, neşv ü nema bulduğu zemindir.

    Geniş ruhlar da yaratılış amaçlarına uygun olarak parlak heyecanlarıyla her an yeni bir yapılanış içerisinde yerlerini alırlar, sevgiden de nasiplenmiş olurlar.

    insan ne zaman O'nu çağrıştıran iklime girse, kanının zevgiyle aktığını duyar. O'nun atmosferine adımını atar atmaz, kendini Allah'a giden yolların ortasında bulunur.

    Şimdi bu sorunun çıkış noktası olabilecek meseleye da kısaca parmak basalım.

    Evet, sorunun sorulma sebebi olumsuzlukların revaçta olduğu mevcut düzenden kaynaklanan bir rahatsızlık olabilir; ama islam akaidi(akideler, inanılan hakikatler) geldiğimiz noktada da bir paradoks ihtiva etmez; çünkü

    1) dünyadaki yanlışlıklar zahirde çirkin olsa da çok kısa süre yaşayabilecektir. Hayat, tevhid inancında iki taraflıdır ve bu dünya hayatı ahiret hayatının yanında 1'in sonsuza oranı büyüklüğündedir. Yani bütün rahatsızlıklar kısmen burada bertaraf edilmektedir, edilmeyenler ise ne olursa olsun zaten giderilecektir.

    Neticede geçici zararlar kalıcı faydalara dönüşecektir.

    2)daha önce de ifade edildiği gibi ortadaki bu yüce hakikat sözkonusu yanlışlıkları tek başına bırakmaz. insan kainatın diyalektik yapısına uygun olarak, olması gerektiği gibi arz u endam etti. Bu durum da bu sonucu doğurdu ki bu gayet normaldir. Bahsedilen hakikatın nazara alınmasıyla da bu rahatsızlık denge yörüngesinde yaşanabilir, yaşanmalıdır.

    "Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış;
    Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış..."

    Fikir üreten bir bakış yukarıdaki beyitte ifade edilen sanatla iştigal ederken bu tabloya leke sürüp, gayenin tersine bir akış içinde yer alan düzenlere ise bu çerçevede nefret duyar.

    3) Gerçekte şikayet edilen şeylerin sebep olanı, insandır. insanın ilk yapması gereken kendine yönelmesi ve bu konuda elinden gelenin en iyisini yapmasıdır.

    4)"Kimdir kâinatın yaratılmasından rahatsız olan? Bir insan gösterebilir misiniz ki; şu tohum atma, döllendirme, mahsûl alma ve bütün imkânlarını en iyi şekilde kullanarak mes'ud olma yollarını araştırmasın?"

    Evet, bir kısım sıkıcı hâdiseler karşısında, aceleden verilmiş kararlarla, dünyaya gelişine pişmanlık izhâr edenler, hattâ hayatlarına kıyanlar vardır; fakat bunlar nedret ifâde edecek kadar ehemmiyetsizdir.

    Yoksa, herkes 'var' olduğuna, hayata mazhariyetine, insan olarak bulunuşuna, pişmanlık şöyle dursun, şükranla dolup taşmaktadır.

    Ricâ ederim, çocuk olup kucaklarda bulunmaktan, delikanlılıkta iliklerine kadar varlığının sevincini duymaktan, olgunlukta aile ve çoluk çocukla hem hâl olmaktan şikâyet etmek mümkün müdür?

    Ve hele ötelere inanan insan için...

    Birde bu insan, bütün bir saâdetin teminâtı olan ebedî bahtiyarlığın tohumlarını artırmaya yönelik işler yapabiliyorsa şikâyet etmek şöyle dursun; mutlak saâdete açılan menfezlerin sırlı anahtarlarını keşfettiğinden ötürü çok çok memnun olacaktır.

    Cenâb-ı Hakk herşeyden müstağnidir. O'nun istiğnası noktasında bu kâinatın varlığı ile yokluğu eşittir.

    Lakin mahlûkat için, yokluk ile varoluş bir değildir.

    Yani mümkün olanların varlık âlemine çıkması, yoklukta kalmasından kendileri için nihayet derecede hayırlıdır.

    Zira yokluk sırf şerdir. Varlık ise sırf hayırdır, şereftir, kemâldir.

    Kaynak: (sözlük yazarı tarafından sadeleştirilmiş ve düzenlenmiştir)

    http://www.cevaplar.org/i...;sec1=26&yazi_id=3812
    4 ...
© 2025 uludağ sözlük