Aşk da gelir peşimize, biz yürüyüp gideriz
Kumsalın en ince yerlerine basarak
Çünkü hep eklemlerdedir işimiz: sevgi ve nefret,
dostluk ve düşmanlık dayanmak ve
çözülmek.
Dayanırız denizdeki konserve kutusuna,
karpuz kabuklarına, fabrika artıklarına.
Dayanırız falakaya, elektriğe, su işkencesine.
Çünkü ilerde okyanus vardır, bir büyük, bir
geniş, bir ferah.
Ondandır ki goncayı sevişimiz tazeliğine değil
açışına).
Aşk da gelir peşimize, biz yürüyüp gideriz
Kumsalın en ince yerlerine basarak
Kanatarak ayak izlerimizi
(Çünkü kanla kazanılmıştır herşey:
bir çocuğun gülüşü,
akşamları kaşıkladığımız bir tas çorba.
sevgili dudaklara kondurulan bir küçük,
bir küçücük öpücük,
başını güneşe tuttuğumuz oğullarımız,
sevgililerimiz,
Çünkü kanla kazanılmıştır herşey
ve kanla, yitirilir).
Aşk da gelir peşimize, biz yürüyüp gideriz
Kumsalın en ince yerlerine basarak
Kanatarak ayak izlerimizi
Aşk da girer içimize, biz yürüyüp gideriz ...
incir kokuşlu dar sokakları aştınsa, görmüşsündür
Kıyıda, küçük bir çocuk taş atıyor suya
Taş da çürür.
Eğil biraz, paslanmış kıyı babasına tutunarak sark
Suyla rıhtımın birleştiği yerlere bak
Taş da çürür.
Kumsalda, çam tahtasını astarlıyor sandalcı baba
Çocuk büyümüş; yüzmeyi biliyor, denizle oynamasını da
Yüreğim çürümez; gözyaşları işlemez, kurşunlarınız da
Haydi gel, bir kere daha deniyelim,
Mutluluk hakkını kaptırma başkasına.
Solfasol otobüsüne binelim sıkışıktır,
Yakın olmanı istiyorum bana.
Asu gel, bir kere daha deniyelim.
Bu otobüs en kalabalık, en coşkunu,
Yollarda hemen her gün kaza,
Ama olsun, biz yine ona binelim.
Şöyle geç, hem biraz daha sokul,
Duymak isterim o kızoğlan kokunu.
Senin ellerin ne küçükmüş ki,
Tuttuğun bir ölü gövde olmasın.
Derin nefes al, geleceği düşün.
Bilincini sık, yaşlar dolmasın,
Senin gözlerin ne büyükmüş ki.
Asu gel, bir kere daha deniyelim.
Asu gel, solfasol otobüsüne binelim.
Yitik adalardan uçurdum son uçurtmamı.
Güllerin kırmızısı, tek olsun, bir de beyaz,
Niye papatya getirmezler anlamam.
Son bir kokladım memleketin dağlarını,
Kalmak istesem de artık kalamam.
Son kez seviştiğim kırlarda o yaz
istesen de yapamam, isteme unutmamı.
istesen de yapamam, isteme unutmamı.
Kırkbeş mi, bir gül daha, elli olsun,
Bu yıl güller biraz daha pahalı.
Kalmak istesem de artık kalamam,
Düşün, bir yıl olmuştu onu tanıyalı
Şimdi olurolmaz gözlerim dolsun,
Kırlarda papatyalar ondan son bir anı.
Gözlerini hatırladım, bal rengi, elâ,
Yok sana demedim, eğreltiden koyma.
Düşündükçe yüreğim ateş parçası
Şimdi olurolmaz gözlerim dolsun.
Saygı duruşu, sonra makinalı tarakası.
Süsleme, şöyle basit bir paket olsun.
Kolumda ağırlığın barut kokuyor hâlâ.
Kızıl bayrakla rengârenk bir mayıs alanı.
Bu yollar tıklım tıklım, gür sesimiz havada
"Günlerin getirdiği baskı, zulüm ve kan"
Saygı duruşu, sonra makinalı tarakası
Anımsadığım kollarımda çırpınan can
Dörtbiryanımız canlar, biz bayrakla ortada
Kızıl çiçeklerle kıpkızıl bir mayıs alanı.
"Teyzeciğim, geride kalanlar sağ olsun."
Yüreğimiz senin yanında, toprakta.
Son dem bakış, gözlerin kıvılcımlı,
Kalmak istesem de artık kalamam,
istesem de yapamam, isteme unutmamı,
Yüreğimiz filizlendi,yumruğumuz havada,
Canların hesabını soracağız, and olsun.
Bugün yine bir arkadaşı vurdular,
Gözlerimle gördüm,---------------- ------------.
-- --------- --------- --
Kulaklarımla duydum, onlar emir verdi,
Bugün yine bir fidana kıydılar.
Yapılan aramada ele geçen silahlar,
Otuziki adet normal menzilli kitap.
Çiçeklerimi sulayın, begonyalarım diri.
Şiirler, sayfalar dolusu şarkılar,
-- ---------- yetecek miktarda.
-- -------- --------- -----------,
Çiçeklerimi yemeyin, sapıtmış biri.
Bir resmin düşündürdükleri çoğunlukla daha büyüktür re-
simden çünkü pembe yanaklı oğlan var mıdır yok mudur, güçlü
ve pazulu tanrının yanında gıcırdayan bir kapı gibi duran baba
belki kızıyordur karısının sırıtmasına ve kızgınlık, gönüllü bir
esnaf gibi kendini durmadan ucuzlatıyordur.
Bir resmin düşündürdükleri taşar çerçeveden, altındaki sehpaya
akar yapışarak gönlün çekmecelerine, mineli tutmaçlara, sabun
kokan kağıtların altına, sarartarak o kağıtları ne sandınız, naf-
talin kokularını sindirerek içine, ben o zamanlar resimlerin için-
deydim ne sandınız, benim de akardı gönlüm başkalarının res-
mine, benim de dökülürdü saçlarım başkalarının göğüslerine ne
sandınız ve çekmeceler açılırdı gönüllerle birlikte.
Bir resmin düşündürdükleri farklıdır bir fotoğrafın dü-
şündürdüklerinden, çünkü fotoğraf gerçeği vererek (sahi gerçek
neydi, ne sandık) düşündürdükten sonra başladığından düş-
lendirmeye, daha verimlidir zihnin toprağında, suyla yürüyen
Erzincan'dır, suyla konuşan Amasya; höyükle apse yapan Gor-
dion'dur, çağıl koşan Kalkedonya, boncuk boncuk mozaik ter-
leyen Antiokya, uzak duran Ancyra.
Bir resmin düşündürdükleri farklıdır bir resimden, şu söy-
lediğim sözden, o resmin fotoğrafından,yaşayan tenden...
Herşey yerli yerindeydi, masalar, sandalyeler
tabldot tepsileri, tabaklarda yemekler
Tütüyordu hâlâ. Kabukları soyulmuş bir portakal
Duruyordu orda, üstünde bir kızın parmaklarının sıcaklığı
yanında yarım bardak su
havada gülüşmeler, çatal bıçak sesleri...
Herşey yerli yerindeydi, ve kuşkusuz onlar da
Toplamışlardı işlerine gelenleri ve gelmeyenleri,
afişleri, pankartları, duvar gastelerini
kırık camları, kurşun kovanlarını, sopaları
kanlı bir ayakkabı tekini
gözleri yuvalarından fırlayan gasteciyi.
Herşey yerli yerindeydi, öğrenciler yemekhaneye döndüklerinde.
Bir aşkı şiddetlendirmek olabilir mi
Bir sesi, bir bakışı, bir sarılışı
Ayaklarımız yerdeyken ama, suda
Ya da salda gidiyoruz ırmak ağzına
Ağız dediysek o da bir çağrışım, içinde
Hurma kokusu bir dil taşıyan, gökdil
Gözlerinin renginde bulutlar gibi
Durmadan yer değiştiren, ama yürek
Bulur ya diğer yüreğin atışını, hızla
Kırk yıl, kırk yıl sonra döndüğünde
Çocukluğunun kentine, ayak nasıl
Bulursa kendi yolunu, kuru dere yatakları
Yasemin kokusuyla bulayıp alnını, aynı
Rengin peşine takılırsa, keşfedememişti
O an'a kadar onun o olduğunu, güzelleme
Varlığını kaldırsın yataktan, sabah
Serinliğinde ıslak verandada, çıplak
Bedenden taşan ısıyı emdirsin taşlara,
Tiz ve ince bir anı gibi akıyorsa da yaşam
Neden peşinden gideriz adımlarımızın
izlerimizin, bizi önümüzde takip eden?
Önümüzde takip eder adımlarımız bizi
Flütünün ezgisi gibi ve çaldığında kavallı
Ne zor, ne zor büyüsünden kurtulmak
Bir aşkın, bir aşkın, bir aşkı anar gibi
Peşpeşe taşlar, dokunuşlar, oynak bir kızın
Topuğu kaldırıma basan, tozlu, sevgili
Geceleri göğsümüzde seken, göğüsleri
Basma entari altında iki tomur, baharat
Küpesi gibi zümrüt gözleri, çıplak
Bedenimize dikilir, kuru otlar arasında kendi
Aranışını gerçekleştirir, inşaat tahtası oyun
Dansederken, kendi parçalarını tutacak çiviyle
Anılarını pekiştiren, anıların ve acıların çivisi
Şimdi senin ezgin nasıl da iyileştirir
Yarayı, bazen takılıp ardına imamla rahibin
Kendi çarmıhını taşıyan bir mesen: Ey
Halk, siz dilencilerim Koparıp parçalarımı
Ruhumdan, sadakamı sunuyorum size, işte
Sizi öldürecek küçük ezgi, minik nota, arsız
Motifi tüm bir yaşam bestesinin: Aşk...
Taş düştüğü yerde kaya
Taş düştüğü yerde gömülür bir boşluğa
Hey nöbetçi, bu kör karanlığa
Dokun, yansın ellerin, yansın ellerin.
Ellerinden dudağına ve ağzına taşan o meyve
Kırların ürperişi gibi gözlerinden her an geçen istek
Gidiyorsan gidersin, odalar geride kalır
Bırak şu ellerini, menekşeleri, ölümü; bırakırsın.
Ölüm babamdı ceplerinden hergün birşey çıkan
Küçük bir gönye, gül kapçıkları
Paçalarında biriken çamur kalıpları
iki ayakkabıydı kapımızın önüne konan.
Tuzun ve tozun kesiştiği yerdesin, sözün kırıldığı duvar
Yansıtır kimlerin kaldığını iki ateş arasında
Bir otelin pervazları kanar ve isiyle
Gökmedrese kapısında güzelim bir nakış daha.
Bakış ve dokunuş, o tılsımlı kuş, nereye gitti
Nerde bitti kalemin yazdığı düş, dumanın
Boğduğu gülüş, iki gözüm
iki gözüm, sözüm bitti.
Vatikan'da Roma'ya bakarak çırpınan ve bağıran körü
Sıvas'ta minareden seyreden sağır duyar,
Yine de dünya aynasına bakıyorum, iki gözüm
iki gözüm, çıkartamadım yüzümü...
Yanakları eğitim yanığı askerin avcundasın, Metin abi
Yönün neresi, sağ yanındaysan söz ve kösnü
Sol yanındaysan yine söz ve kösnü
Eksik olmayacak, eksik olma, belleğimizden.
Kaç kere yanaştın bu minyatür iskeleye
Kaç kere bağlandın ve çözüldün, saçlarınla
Kaç kere lastiklerin ezildi, palamarın koptu
Kaç kere düdük çaldın, bir çocuk istedi diye
Kaç kere öptün o kızı, dudağının üstünden
Kaç kere sarıydı içerisi, sıcak ve rahat
Kaç kere çarptı yüzüne o tuzlu yağmur
Kaç kere yanaştın, eli yanağında sandın
Kaç kere sarsıldın, bir karanfil elinde.
Kaç kere yaşadın, duydun ve eskidin
Kaç kere merdivenlerden indin, Glasgow 1859.
iskeledeyim; atlarken gördüm yeşil denizi
Her yan yeşil, yine de kimlik denetimi.
Bahçe tarumar. Ama gözler önüne serilen
Görüntünün sesi mi olmalı sözler? Serçe
Cıvıltıları, çan sesleri, at pislikleri,
Rüzgârın kuru yapraklarda bıraktığı
Hışırtı yapışıyor sanki yirmi yıldır
Kullanılmayan bahçeye, babanın ölümüyle.
Toplumsal arkeoloji mi ırgalayan beni
Tahrik eden, edilen bir leş kargası gibi?
Meraklıyım. Budanmamış güller çılgın
Palmiyelerin kuru dallarının altında,
Kendiliğinden ölen çiçekleri toplanmamış
Zakkumun. Gübre ve çürüyüş. Tohumdaki ev
Kale gibi gözlüyor şimdiki ve geçmişteki
Yaşantıyı: Kız ve erkek çocuklar burada
Denge buldular nilüfer yapraklarında, çember
Çevirmişti büyükler havuzda, sonra fırladı
Resimden haylaz damat ve gelinler. Ama
Onlar bir kez kapıdan girdiler mi
içeri, gözleri parlardı babanın, ayrıldılar mı
Bir kaptan bakışını giyer, şapkasını geçirir
Sözüne, kimse evde durmak istemezdi
Tanışmamak için gözü dönmüş yalnızlıkla.
Oysa ölümün görevi ne, gelir padişah
Tekillik. Tek, sonra birden aynı
Merdiven basamakları, aynı işçilik, aynı
Anlamı bulunca evin biçeminde, dünya
Ne kadar acı dolu, herkesin kendi
Kefesine uygun dağılan. Acı aynı,
Zevk de, ama kefen ne kadar geniş
ise, ağırlığın ne kadar fazla ise
O kadar götürüyorsun işte öteye.
Düşük yoğunluğa dayanamayan sıvı
Gibi,bulaşıyordu güvertedeki herkese:
israilli karı-koca bedava iş tatilinde,
iranlı ana-kız, esmer güzeli, tesettürsüz
Mutluydular, bebekli Fransız çift gibi,
Ağızlarında sürekli sarı diş ve sigara
Çiğneyen, çiğneyen ve çiğnenen iki kaptan.
Ben Raşit, memnun oldum, ya siz?
Yahudi olan sarışın 'güzel' başbakandan
Haberli: Ben Raşit, türküm ve müslümanım
Basına ulaşmak istiyorum, Türk gençliği
Kaptan, ve deliyim, ve tedavi görüyorum ve
Doğruyum, çalışkanım. Yirmi yaşında
Düşük yoğunluğa dayanamayan her sıvı
Gibi, örtüyordu iranlı ana-kızın üstünü
Besmeleyi gösterirken dümende asılı.
Garip bir gündü, güneş bir gösteriyor gül
Yüzünü mavi denize, kızartıyordu donmuş
Yanaklarımızı, Ben Raşit, memnun oldum
Bir asıyordu suratını bizler gibi
Falezlerin üstünde tepinen kentin
Suratsızlığına öykünerek: Ben Raşit,
Gezintide bile ayakları çekmiyordu işte
Bunca ağırlığı, gülümsemek ve temizlemek
Dünyayı, fobisiydi: Dünya bir tekne, yoktu
Gidecek "başka bir dünya, başka bir ülke
Başka bir kent": Ben Raşit, kız kardeşimi
Korurum ama en büyük hırsızdır bacılar,
Ben müslümanım sen yahudi, oku bakalım
Kulhüvallahiyi, kül uçmasın denize, kül
Yutmam, kül uçmasın aklımdan. Garip
Bir gündü işte, öylesine, dedim ya
G. Aslan II teknesinde fırtınada sallanan
Ülkesini arıyordu o gün biraz herkes.
Onu uzun yıllar önce bulan kaptan
Ucuz turistik andaçla asmıştı aynaya:
"Yorgunum, beni bekleme kaptan,
Seyir defterini başkası yazsın.
Çınarlı kubbeli mavi bir liman
Beni o limana çıkaramazsın."
N.Hikmet R., diye okudu Raşit, ben Raşit.
Ve canlıymışçasına, hergün onu sulardı.
Yağız tenindeki su buharlaşsın diye
Düğmeleri en bıçkın küfürlerle açardı:
Çiçekçiydi, yaprak bitlerini öldürmeyen.
Fotoğrafçı, savaş yıllarına rötuş yapan.
Meddahtı, her akşam eve gülücükle gelen.
Kumraldı, çocukları hep karısına çeken.
Uzun boylu, kendisine palto diktirmeyen.
Sebzeciydi, domatlarını hiç yemeyen.
işadamı, hasırdan başka minder bilmeyen.
Dindardı, ezan okunurken rakı içmeyen.
Gözlüklüydü, gözleri daha da büyüyen.
Gezgin, izmir'in parkelerini denetleyen.
Balıkçıydı, elleri suyla nasır tutan.
Nikotinman, sigarası bağlanarak uzayan.
Diplomattı, kokteyle pantolonla giden.
Yatırımcı, geceleri ailesini besleyen.
Dayım gül takardı gömleğinin yakasına
Seni görse, eminim, mutluluktan ağlardı.
I
Bütün gün kırlarında dolaştım yurdumun
Oynak tepelerinde, ayartıcı ovalarında.
Bütün gün kırlarında dolaştım senin
Bir avuç toprak arayarak, boş, serin
Oysa ne kadar anlamsız tarihsiz bir toprak
Tarihsiz bir ev, tarihsiz bir insan aramak,
Bazı şairlerden sonra geçti artık
Geçti artık bazı şeyleri anlatamamak
işte bir sürü bitki, adını bilmediğim
Kuzukulağı, devedikeni, ısırganlar yanında
Sarı ve kızıl açan, bildiğim, görmediğim
ince gövde, narin yaprak, al dudak
Yere yalıcı, sarılıcı, gramofon
Kimbilir hangi derde deva
Bütün gün kırlarında dolaştım senin
Yaşamak bir yanımda aldı başını gitti
Bir yanımda besleyici ve yabanıl otlar
Biryerlere bağladılar beni, adlarını bilmesem de
Kenetlenmişler ya ayrıkotları kadar sıkı
Biryerlerde, biliyorum, bulabilirdim.
II
Akşam tütün dumanlarıyla inerdi soframıza
Ve biz, o çocuğu görürdük aramızda:
Nedir bağımsızlık, bağımlı olmak mı
Bir kuşun gülüşüne, bir kızın kanadına?
Hazırlop bir ömür... Ben yokum buna.
Doğrudur, bir süre şöyle söylenebilir:
Bağımlılıklardır bağımsızlığı oluşturan.
Oysa küçük şeylerdir büyükleri yaratan.
Hem kim bilebilir küçük yanlışları
Büyümeden?... Bir mesleğin seçimi
Elleri kansız bir katil yaratabilir,
Bir yaşamın seçimidir, derim ben.
Bir kızın seçimi
Bir oğulun seçimidir bir bakıma.
Bir süre bunlar söylenebilir, doğrudur
Ama hangi bağlamda?... Şimdi sen ey şair
Bağımlısın şiire. Ama bağımsızsın da
Bağımlı şiir, dedin ona, köpeksi gülüşünle
Oysa biliyorsun; senden daha özgür:
Seni astılar mı ölürsün, o yakılsa da kalır.
Seni övseler, şımarırsın, o kendini korur.
Seni sevseler, büyürsün, tek ayrıcalığın burda.
Bağımlıdır şiir de, evet; insana.
Denizi düşün; bir oluşumdur, devinir.
Bir bütündür, ama parçalanır dalgalandığında
Yine de kuruduğu görülmemiştir ırmaklar gibi
Bir trajedidir onu besleyen ırmakların kuruması.
Bir süreçtir, suyun tarihiyle eşanlamlı.
Bir halktır, suyun tarihiyle eşanlamlı.
Bir düşünce, suyun tarihiyle eşanlamlı.
Bir damladır, okyanusun büyüklüğüyle özdeş
Eh biraz büyümüştür kısacası.
Yani küçük şeylerle gelindi bugüne.
Küçük bankalarla, küçük bonolarla, küçük tahvillerle
Küçük gayrimenkullerle gelindi bugüne.
Küçük adamlar, küçük mülkler büyüdü birdenbire
Ve küçüldü ülke... Bu böyle bilinmeli
Şimdinin bilinmesi yetmez
Onu geleceğe yetiştirmeli:
Küçük bağımlılıklarla gidilecek bağımsızlığa
Ve haykırıyorum işte: Yaşasın ... Ülke!
Nedir bağımlılık, işte bir söz
işte bir urgan sıkıyor boğazımı.
Çocuklara koyun benim adımı
Gördüğünüz gibi yitirdik isimsiz kahramanımızı
Yarattığımız gibi yitirdik... Şimdilerde
Akşam açlık kokularıyla iner sofralara
Ve sokaklarda onlar dolaşıyor... Hâlâ.
Çünkü her kapının ardında bir küçük kuş öter,
Her paspasın altında bir anahtar, büyüklüğünü
Onu bulan anlar. Tanınmamış gibi davranmak
Nedense karanlığı deler sanılır... Oysa ter
Kan ve karanlıkla birliktedir hep, birlikte ve
El ele gezer yarasalarla, bağda, vınlayarak
Kulakların dibinde, çünkü bilir onlar, mekânın
Her gece yeniden açıldığını, her bağın iki
Mekân anlamına geldiğini zamanla el ele, ve hele
Güzergâhından sapsın yolcu, hele elinde keser
Ve çapa, köşeden dönsün, elinde kayısı dolu sepetle
Entarisini savuran kız kimliğinde, her gün, her
Güneş
Batar.
Kan
Dökmekle kendini yükümlü sanıyor, zafer;
Yanılıyor!
Ankara bir düşler kentidir. Kentin kendisi insanları düşler dünyasına taşıdığından
değil: insan Ankara'da düş kurmadan yaşayamaz da ondan. Ya yönetimle ilgili
bir düşünüz olmalı, ya mutlulukla ilgili; ya iyi insanlıkla ilgili bir düşünüz
olmalı, ya da iyi sanatçılıkla ilgili. Düşlersiz yaşanamaz Ankara'da: Çünkü
ufuklar sınırlıdır dağlarla, geniş bir ufuk düşünüz yoksa. Çünkü dereler sığdır
ve 'denetim altındadır', göğsümüzde yüreğimiz bir çağlayana kaynak
oluşturmuyorsa. Çünkü Kale terkedilmiş gözükür uzaktan, içimizde taht
kuran/hüküm süren, astığı astık/kestiği kestik ama sırasında kendini de kesen
bir yönetim yoksa. Çünkü ilişkiler köhnemiş, 'memurin' ve hesaplıdır,
yaptığınız herşeyi karşılıksız yapmıyorsanız. Onun için de Ankara bir düşler
yatağıdır, onun çorak bir ülke, tozlu bir kent, kısır bir yaşam ve çeşnisiz bir
toprak olduğu bir yana bırakılırsa.
işte bu şiir bu düşleri anlatır. Ve aşk delileri, mal delileri, göz delileri,yorgan
yüzlüler, melekler, körler, sağırlar, dilsizler, sıkmabaşlar, açık bacaklar,
şaşılar, uygunadımlar, beyinseverler, topatanlar, ayran kanlılar, koltukçular,
yarım pabuçlar, zenneler,kırık boyunlular, boksör köpekleri, telli bardaklar,
yaylı sazlar, dost ölüleri ve diğerleri adına ve onlar için yazılmıştır.
II. KARANFiLLER VE iNSANIN HUYU
Bakanlıklardayım. Elimde bir kırmızı karanfil.
Hiç aklımda yoktu, hatta romantik bulurdum
ama önünden geçerken çiçekçinin, beni al dedi
aldım ve yapraklarında kayboldum, küçülerek
küçülerek, çünkü karşımda duvarlarında hâlâ
o kurşun delikleri olan
(delikler 22 Şubat, 21 ve 27 Mayıs'ta açılmıştır)
1933 Alman mimarisini anımsatan
uzun kolonlu,yayvan, suskun ve kendini ağırdan satan
bir bina var. Yıl 1983. Ve ben dört yıl öncesini anlatıyorum.
Dört yıl öncesini anlatıyorum.
O zaman henüz kurşun delikleri beşinci kez sıvanmamış
köşedeki parka bir ağlayan kadın heykeli konmamış
ve yerler parke taşla kaplanmamıştı.
Öğle vakti ben
kendimi çiçeklerle avutuyorum:
Yeşil kurtarıyor bazen.
Üç dakika sonra o geliyor
topraktan bir gelincik fışkırıyor
siyahı kaşlarına, ah, kırmızısı esmer tenine benzeyen
ve ben o gelinciğin ellerini tutuyorum
yeni yıkanmış, ıslak, pembe
gözlerinden bacakarasına doğru inen su burda işte.
Kırmızıdır su senin bakışından
yeşil bir serinliktir Ankara'da
o çeşmedir Kale'de birdenbire karşınıza çıkan
çünkü kırmızıdır su benim aşkımdan.
Kim derdi ki dört yıl sonra bu şiiri yazarken
Nâzım'dan elalıp bu şiiri yazarken
bütün akarsular kurumuş olacak
(zaten Bentderesi'nin üstü çoktan kapanmıştır)
Abdi ipekçi öldürülecek, ismi bir parka verilecek
(Sıhhiye'dedir park, büyük bir gölü vardır)
yani akarsu yerine durgun ve yeşil su yeğlenerek
(zaten Cumhuriyet'te hep böyle yapılmıştır)
dahası
kim derdi ki yanımda sen olmayacaksın diye.
Hepsi bitti. Karşıda Millet Meclisi
hâlâ eldeğmemiş bahçesiyle duruyor.
Bâkir ve temiz. Yaşanmamışlığın temizliği.
Biraz da sevinçli Halkevleri binasını yıktırdığı
ve bahçesini dörtyüz metrekare daha genişlettiği
halkı içinden temelli attığı
ve kendisini millete verdiği için.
Hepsi bitti. Bir kumru gördüğümde
(Ankara'da ne kadar da arttı kumrular, bilemezsin
belki aşktan, belki ayrılıktan diyorlar)
işte ben bir kumru gördüğümde
haberini alıyorum bahçesindeki heykelin.
Biraz büyükmüş.
Biraz mağrur
biraz sade
biraz ezik
dururmuş öyle.
Bakanlıklardayım elimde kırmızı bir karanfille.
Hangi bakanlık mı, kuşkusuz gönlümün bakanlığı.
Gel de yürürken hiç konuşmayalım
Bir yanımız güvercinler, parke taş altımızda
Bırak Çıkrıkçılar Yokuşu orda dursun
Nasılsa vur emri çıkartıldı adımıza.
Nasılsa biz demeyi öğrendim, nasılsa
Şimdi ben dedikçe de sen geliyorsun aklıma.
Dünya bizim dışımızda, nesneler dışımızda
Konuşmak anlamsız, vur emri var hakkımızda.
Sevgiler de vurulur, bunu biz biliyoruz
Nesneleşen sevgilerle, yüzükle, gülücükle
Giysinin üstünde duruşunu ondan seviyorum
Gövdenin içinde kıpırdayışı ondan.
insandan kaçanlar olur yurt dışına
Sevmekten kaçanlar olur aile-içinde,
Kaçanlar olur yaşamaktan, yaşamları boyunca
Ve vur emri çıkartılır bizim adımıza.
Bırak Çıkrıkçılar Yokuşu orda dursun
Tüllerle, koltuklarla, yatak ve yorganıyla,
Bırak arkamızdan gelsin tarihçiler
Ve aramızı belirlesin omzundaki küçük çanta.
Gel, ve artık hiç konuşmayalım
Bir yanımız güvercinler, parke taş altımızda
Bırak Çıkrıkçılar Yokuşu orda dursun
Nasılsa vur emri çıkartıldı adımıza.
Aşk da gelir peşimize, biz yürüyüp gideriz
Kumsalın en ince yerlerine basarak
Çünkü hep eklemlerdedir işimiz: sevgi ve nefret,
dostluk ve düşmanlık dayanmak ve
çözülmek.
Dayanırız denizdeki konserve kutusuna,
karpuz kabuklarına, fabrika artıklarına.
Dayanırız falakaya, elektriğe, su işkencesine.
Çünkü ilerde okyanus vardır, bir büyük, bir
geniş, bir ferah.
Ondandır ki goncayı sevişimiz tazeliğine değil
açışına).
Aşk da gelir peşimize, biz yürüyüp gideriz
Kumsalın en ince yerlerine basarak
Kanatarak ayak izlerimizi
(Çünkü kanla kazanılmıştır herşey:
bir çocuğun gülüşü,
akşamları kaşıkladığımız bir tas çorba.
sevgili dudaklara kondurulan bir küçük,
bir küçücük öpücük,
başını güneşe tuttuğumuz oğullarımız,
sevgililerimiz,
Çünkü kanla kazanılmıştır herşey
ve kanla, yitirilir).
Aşk da gelir peşimize, biz yürüyüp gideriz
Kumsalın en ince yerlerine basarak
Kanatarak ayak izlerimizi
Aşk da girer içimize, biz yürüyüp gideriz ...
Desinler, çılgın yürek çarptı tam yirmi beş yıl
yaşama girmeye çalıştı hep
karınca yuvalarına, kelebeklerin karıncıklarına
Desinler, uslu ve durgun gözükerek. Ondandır
Desinler, ayaklarını bir yay gibi gererek yürümesini
yerdeki karıncayı bile ezmek istemediğinden
Desinler, ezdi kendi çılgın yüreğini tam yirmibeş yıl
Desinler, tam yirmibeş yıl, insanları hoşgörerek.
Son ikibuçuk yıl zaten burda değildi,
Desinler, bulutların üstünde görürdük onu çoğu kez
dünyanın en sade ve akıllı kızıyla gezerken
anılarını günde üç kez tazeleyerek
Desinler, çayı bile acıydı, şekersiz içerdi
Desinler, “Allah kahretsin”di en sevdiği, kullandığı sövgü
allah’ın olmadığını da biliyordu çünkü,
Desinler, içleri biraz olsun titreyerek.
Biri de vardı adı dişi geyik anlamına
Desinler, ama o geç kavramıştı neden o şiiri sevdiğini
tabii neden sonra. Ve hep böyle anlayışsızlıklarla
sevdiklerini uzaklaştırdı kendisinden
Desinler, her keresinde, kendisinden çok sevdiğinden.
Garip bir çocuktu zaten, tam yirmibeş yıl
Desinler, yüreğini çiğneyerek geçirdiği, anlardık
gözlerinden:
- Kötülük etmek istemeyen ilk insandı -
Desinler, onun için sevdiklerinin sayısıyla övünmedi,
nitelikleriyle, kavgacı oluşlarıyla övündü
Desinler, başkalarının dediklerine aldırmayarak
yaşadı tam yirmibeş yıl ve anladı son günlerinde
bir şiiri, bir olguyu başkaları için yazdığını
Desinler, son isteğiydi burnunu burnuna dayamak
siyah saçlı, siyah gözlü esmer bir kızın
Desinler, yaşadıkça aynı çatı altında beraker olmak
ölürken dağlardan tek bir kaya gibi yuvarlanmak.
Yüzme bilmezdi ama sanki hep bir yarıştaydı
Desinler, şiirleri suyun yüzüne son çıkıslarıydı.
incir kokuşlu dar sokakları aştınsa, görmüşsündür
Kıyıda, küçük bir çocuk taş atıyor suya
Taş da çürür.
Eğil biraz, paslanmış kıyı babasına tutunarak sark
Suyla rıhtımın birleştiği yerlere bak
Taş da çürür.
Kumsalda, çam tahtasını astarlıyor sandalcı baba
Çocuk büyümüş; yüzmeyi biliyor, denizle oynamasını da
Yüreğim çürümez; gözyaşları işlemez, kurşunlarınız da
Düşük yoğunluğa dayanamayan sıvı
Gibi,bulaşıyordu güvertedeki herkese:
israilli karı-koca bedava iş tatilinde,
iranlı ana-kız, esmer güzeli, tesettürsüz
Mutluydular, bebekli Fransız çift gibi,
Ağızlarında sürekli sarı diş ve sigara
Çiğneyen, çiğneyen ve çiğnenen iki kaptan.
Ben Raşit, memnun oldum, ya siz?
Yahudi olan sarışın 'güzel' başbakandan
Haberli: Ben Raşit, türküm ve müslümanım
Basına ulaşmak istiyorum, Türk gençliği
Kaptan, ve deliyim, ve tedavi görüyorum ve
Doğruyum, çalışkanım. Yirmi yaşında
Düşük yoğunluğa dayanamayan her sıvı
Gibi, örtüyordu iranlı ana-kızın üstünü
Besmeleyi gösterirken dümende asılı.
Garip bir gündü, güneş bir gösteriyor gül
Yüzünü mavi denize, kızartıyordu donmuş
Yanaklarımızı, Ben Raşit, memnun oldum
Bir asıyordu suratını bizler gibi
Falezlerin üstünde tepinen kentin
Suratsızlığına öykünerek: Ben Raşit,
Gezintide bile ayakları çekmiyordu işte
Bunca ağırlığı, gülümsemek ve temizlemek
Dünyayı, fobisiydi: Dünya bir tekne, yoktu
Gidecek "başka bir dünya, başka bir ülke
Başka bir kent": Ben Raşit, kız kardeşimi
Korurum ama en büyük hırsızdır bacılar,
Ben müslümanım sen yahudi, oku bakalım
Kulhüvallahiyi, kül uçmasın denize, kül
Yutmam, kül uçmasın aklımdan. Garip
Bir gündü işte, öylesine, dedim ya
G. Aslan 2 teknesinde fırtınada sallanan
Ülkesini arıyordu o gün biraz herkes.
Onu uzun yıllar önce bulan kaptan
Ucuz turistik andaçla asmıştı aynaya:
"Yorgunum, beni bekleme kaptan,
Seyir defterini başkası yazsın.
Çınarlı kubbeli mavi bir liman
Beni o limana çıkaramazsın."
N.Hikmet R., diye okudu Raşit, ben Raşit.