19.yy.ın peygamberi dostoyevskidir, carl marx degil. sözünün sahibi tapilasi insan. vatan millet sosyalizm sayiklayanlarin okuması gereken son peygamber.
"Bir duvarın önünde yaşamak, köpekler gibi yaşamaktan farksızdır. Gerek benim kuşağımın insanları, gerekse bugün işletmelere ve fakültelere girmekte olan insanlar köpek gibi yaşadılar ve yaşamaktalar." diyen yazar.
arkadaşı Charles Poncet "tiyatroyu mu yoksa futbolu mu" tercih edeceğini sorduğunda, "kesinlikle, futbol " cevabını vermiştir. 1950'li yıllarda bir spor dergisine futbol hakkında bir yazı yazması rica edilince şöyle demiştir:
''Ahlak ve insanın yükümlülükleri hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam onu futbola borçluyum.''
değişim diye de bilinen Dönüşüm kitabının sahibidir. eğer artık ' neden duygularım var' diye sormaya başladıysanız eserlerini nesnelliğe vemükemmel bir sotgulamaya bağlamış yazardır.
"insan yaşamının trajik olgusu olan ölüm, varolmanın zorunlu bir koşuludur.
Ölümün varoluşsal gerçekliği, insana geçici ve kısa olan varlığını hatırlatmaktadır.
Albert Camus, yapıtlarında bir yandan yaşamın anlamsızlığını vurgularken diğer
yandan ölüme karşı başkaldırıyı işlemiştir. Yaşam sevgisi ve ölüm bilinci arasındaki
çatışma sonucu uyumsuzluk duygusuyla karşı karşıya gelen Roma imparatoru,
ölümsüzlük arayışına girmiştir. Sevgilisi ve kız kardeşi Drusilla'nın ani ölümü
Caligula'yı harekete geçirmiş, ölümü ve onu içinde barındıran bu dünyayı
reddederek insanların ölmeyecekleri fizikötesi bir dünyayı arzulamıştır. Ölüme karşı
tavır alan Caligula, yüce bir amaç olan yaşamak uğruna tüm gücüyle savaşım
vermiştir. Yaşam oldukça ölümün de her an olacağını bilen Caligula, yaşamı ölüme
üstün tutmuştur."
Doğruluk duygusu, haklı olmanın verdiği doyum, kedini değerlendirmenin sevinci, bayım, bizi ayakta tutan ya da ilerleten güçlü zembereklerdir.
Tersine, insanları bundan yoksun ederseniz, onları ağzı köpüren köpeklere çevirirsiniz.
Nice suçlar işlenmiştir, yalnızca bunları işleyenler kusurlu olmaya dayanamadıkları için!
Yaşattığın bunalım yeter be üstat. biliyorum onca politik kavganın arasında gerçeği sen fısıldadın bize sayende ne sağcı ne solcu olabildik herkes gibi, biraz varoluşçu( senin degiminle absürdist) birazda nihilist olabildik, ama gerçek o kadarda güzel değilmiş taşıması zormuş ve yükü agırmış, evet keşke tanımasaydım seni ve yaklaşık bir aydır "herkes gibi" olmaya çalışıyorum vatan millet falan düşünüyorum, boş beleş konuları gayet ciddiye alıyorum ve daha mutluyum bunalmıyorum eskisi gibi.
yabancı romanını sıkılıp yarıda bırakanlara şaşırdığım muhteşem yazardır.
ben bir günde okumuştum yabancıyı, hem de telefondan pdf formatında. ama yakın zamanda bandrollü kitabını da alacağım, ayıp olmasın üstada.
7 kasım, 1913 cezayir'in mondovi şehrinde doğmuş,4 ocak, 1960 fransa 'nın villeblevin şehrinde hayata gözlerini yummuş, 20. yy felsefesi içinde batı felsefesini savunan her ne kadar kendisini asla öyle görmese de varoluşçuluk akımı ile ilgilenerek absurdism akımının öncülerinden biri olan düşünür.
yaşamı boyunca søren kierkegaard, dostoyevski, franz kafka, herman melville, jean-paul sartre'den etkilenmiştir.
1957'de nobel edebiyat ödülü'nü kazanarak, rudyard kipling'den sonra bu ödülü kazanan en genç yazar olmuş ve ödülü aldıktan 3 yıl sonra bir trafik kazasında 47 yaşında hayatını kaybetmiştir. üstelik bir söyleşisinde en absürd bulduğu ölüm şeklinin trafik kazası olduğunu söylemişken. cebinden çıkan tren biletleri normalde gitmek istediği yere trenle gideceğini ama son anda arabayla gitmeye karar verdiğini gösterir. mukadderat işte.
''insanların tüm mutsuzluğunun, açık konuşmamaktan dolayı olduğunu anladım.'' der la peste de.
camus, gayet açık konuşur yazılarında. ve ne iyiliğin ne de kötülüğün tarafındadır. her şey olağandır, yargılamaz. yargılamak, fazlasıyla saçmadır. sadece olanı sunar.
sisifos söyleninde yaşamanın gerekliliğini ve neden intihar etmediğimizi sorgular, uyumsuz dünya görüşünü anlatır. insan hayatında zamanın ve zamanda insan hayatının yerinin en etkili sorgulandığı yazılardandır. nick drake'in ölümünde de önemli rolü olduğu söylenir. ama o kadar da uzun boylu olduğunu düşünmüyorum. (bkz: sisifos söyleni)
ayrıca, kendisi hakkında bir kitap arkası yazısında şöyle bir şey okudum:
"...politik söylemlerle sesini yükseltmedi ama fısıldayarak bile depremler yarattı..."
tabancayı yaklaştırıyor ve alnını ona dayıyordu
içinden ölümün çıkabileceği tuz tadında ve soğuk demirin yarattığı heyecanla büzülüp kalıyordu.
madem o anda intihar edilmiyor, yaşam boyu susmak gerek.
isimlendirmeme, o şeyi olduğu gibi kabul etme halini de bir susma biçimi olarak gören deha...
"Ben neyi aradığımı biliyorum, onu ürke ürke adlandırıyorum, o değil diyorum, odur diyorum, ileri varıyorum, geriliyorum. Ama, zorluyorlar beni, bulduklarının adını ver, adını ver, kestir at, diyorlar bana. Şahlanıyorum o zaman. Bir şey, adı konduğu anda yitirilmiş değil midir?"