başlığı görür görmez "tabiki de cahilliktir eühüehüühe" şeklinde tepki verecek at ağızlıların bilmediği gerçeklerdir efenim.
hiç düşündünüz mü dedeleriniz,nineleriniz genel tabirle -eskiler- neden bu kadar kolluyorlar bu erdoğan'ı? "adam milletin anasını sikti yeaaağğ" demeden önce gidip de sordunuz mu dedenize, "dede bu tayyip ne yaptı da bu kadar çok seviyon sen bu adamı" dediniz mi ? eminim ki cevabınız hayırdır.
o eli öpülesi dedeleriniz sizin sandığınız gibi cahilliklerinden değil, tecrübelerinden, neyin ne olduğunu bildiklerinden dolayı ak partiye oy veriyorlardır.
bu yüzden iyi okuyun bu başlığı.
şimdi sizlere o çok sevdiğiniz cehape zihniyeti dönemi türkiye'sini canlı bir örneğin ağzından aktaracağım, yazıyı olduğu gibi kopyalıyorum ;
---
1923'ten beri ülkeyi tek başına idare eden cumhuriyet halk partisi, bu seçimle iktidarı demokrat parti'ye devretti, ülkede bayram havası esti. tek parti döneminde yaşanan sıkıntılar ise hala zihinlerde tazeliğini koruyor.
sivas'ın şarkışla ilçesinde oturan 74 yaşındaki hasan hüseyin bağcı ile eşi inayet bağcı (74) tek partili dönemini anlatırken adeta o günlere gitti, hasan bağcı, çektikleri sıkıntıları anlatırken gözyaşlarına hakim olamadı.
"hayvan ve buğdaylari kaçirip saklardik"
menderes döneminde 30 ay askerlik yapan hasan hüseyin bağcı,"üzerimizden öyle bir ağırlık, baskı vardı ki menderes döneminde yeniden doğmuş gibi olduk. bizlerden alınan öşür vergileri o kadar ağırdı ki harmanımızı kaldırdığımızda buğdayı ölçerlerdi, kendilerininkini alıp giderlerdi. bize de ne kalırsa. onu da genelde alamazdık. bizler de hayvanlarımızı, buğdaylarımızı kaçırıp saklardık, yoksa kışın aç kalırdık." dedi.
"askerden çok çektik, çok dayak yedik"
babası ve amcasının 2. dünya savaşı'na katıldığını söyleyen bağcı, o dönemde özellikle askerin köylü üzerinde çok baskısı olduğunu vurguladı. "köye gelirlerdi, başında takkesi olan varsa onu başından alıp yırtarlardı, takanı döverlerdi. bıçak taşımak bile suç sayılıyordu. karakola alıp ölesiye dövüp getirip köyün önüne atıyorlardı, kimse sesini çıkartamıyordu. askerden çok çektik, çok dayak yedik. o zaman okuma yazma yoktu. tek öğrendiğimiz kur'an-ı kerim'di. onu da 'askerler geliyor' deyince saklardık. bulduklarında yırtarlardı, yakarlardı. okuyanları ve okutanları dayaktan geçirirlerdi, aç susuz nezarethanelerde bırakırlardı." diye konuştu.
"asker türkçe ezan nöbeti tutardi"
hasan hüseyin bağcı, tek parti döneminde ezanın türkçe okunduğunu, insanların korkudan camiye gidemediğini anlattı. bağcı, "cuma günleri jandarma camide nöbet beklerdi ezan türkçe okunuyor mu diye. çok sıkıntılar çektik çok." dedi, gözyaşlarına hâkim olamadı. "rabbim o günleri bize tekrar yaşatmasın." diyerek dua etti.
insanlar açliktan otla besleniyordu
eşi inayet bağcı ise tek parti dönemi hakkında annesinden duyduklarını şöyle anlattı: "tek pati döneminde ot topladığını, buğdayın olmadığı dönemlerde arpa unu ile otu birleştirip küçük ekmekler yaptıklarını ve sadece o ekmeklerle açlıklarını giderdiklerini bize anlatırdı. şimdi bolluk zamanı, halimize şükür."
"erkek çocuklar elbise bulamaz entari giyerdi"
o yılları erzurum'un ücra köylerinden taşkesende yaşayan ataullah taşkesenlioğlu (82), kumaş sıkıntısı çekildiği için kız ve erkek çocuklarının aynı entarileri giydiğini söyledi. tek parti döneminin baskıları ile yaşadıkları yokluğu sesi titreyerek anlatan taşkesenlioğlu, jandarma korkusundan ahırlarda gizli gizli kur'an-ı kerim okuduklarını anlattı. köy imamı olan babasının bir gün unutkanlıkla başında kavuk ile camiden çıktığını, eve giderken jandarmalar tarafından yakalanıp 15 gün hasankale'de hapis yatırıldığını anlattı.
ekmeği olan parmakla gösterilirdi
yaşlı ve yorgun bedenini dinlendirdiği koyun yününden doldurulmuş yer minderinde oturan ataullah teşkesenlioğlu, 1940'lı yıllarda en çok ekmeğin yokluğunu yaşayıp hissettiklerini anlattı. taşkesenlioğlu, ekmeği olanların parmakla gösterildiğini belirtti. şimdiki gibi bütün evlerde ekmek bulunmadığını dile getiren taşkesenlioğlu, şöyle devam etti: "en çok gıda maddelerinden ekmek bulunmazdı. bir kere ekmek bulundu mu her şey varmış gibiydi. bal olsa bile ehemmiyeti yoktu, yağ da bulunmazdı. ekmek bulundu mu herkes o kişiyi parmakla gösterirdi, 'ağa' derlerdi. köy beylerinde ekmek bulunurdu. şimdiki gibi her evde yoktu." günlük yaşamın yoksulluk içinde çok güç ve ağır geçtiğini söyleyen ataullah taşkesenlioğlu, ekmeğin karne ile ve çok az dağıtıldığına vurgu yaptı: "günlük idare zordu. ekmek hep karne ile satılıyordu. bir aileye, mesela 8 kişi varsa 4-5 ekmek verilirdi. gidip kaymakamlıktan ya da mahalle muhtarı veya fırından alınırdı, fazla ekmek yoktu."
ya vergi ya da yolda kazma kürek işi
anadolu halkının yokluk ve yoksulluğu iliklerine kadar yaşadığını ifade eden ataullah taşkesenlioğlu, özellikle köylerde kara sabana koşacak öküz bulamadıklarını anlattı. inek, koyun ve keçilerden 'kamçı parası' adı altında vergi alındığını belirten taşkesenlioğlu, "hayvanlardan çifte koşulacak koşu öküzü herkeste yoktu. onun dışında hayvanlardan koyundan, keçiden vergi alınırdı. o kamçı parasına o zaman 'yol parası' derlerdi. o yol parasını vermeyenler en az 20 gün bir ay yol yapımında çalışırdı. şoseler hep insan gücü, kazma gücü ile yapılırdı. ya 20 gün çalışacaktın ya da yevmiye verecektin. koyun parası o zaman bir liraydı. keçiler 60- 80 kuruştu. hemen hemen bir keçi vergisiyle bir insanın vergisi de 80 kuruştu. bir insanın vergisiyle bir keçinin vergisi aynıydı kamçı parası olarak." dedi.
şehre giden ödünç palto isterdi
elbise bulamadığı için bir kız gibi entari giydiği yılları anlatan taşkesenlioğlu, "çoğusu bir tane entari giyerdi ortada köy içinde. o zaman biz de köylerde yaşıyorduk. o köy sokaklarında onunla gezerdik. kızlarla, erkek çocuklarının arasında giyim bakımından fark kalmamıştı. benim giydiğim entariyi, benim bacım, kardeşim giyerdi. komşulardan şehre gidenler varsa çocuğun entarisini ister veya babanızın paltosunu isterdi, şehre gidip gelmek için. birbirlerinin sırtındaki paltoları emanet alıp giderlerdi şehre. korucuk, keyvank varlıklı köylerdi. bu köylerdekiler şapkalarını temin ederdi. bazen kendileri kalın kumaştan yapar önüne terek koyarlardı şapka biçiminde." diye konuştu.
sarik sebebiyle 15 gün hapse attilar
ataullah taşkesenlioğlu, köy imamı olan babasının bir gün cami çıkışında başında unuttuğu kavuğu sebebiyle jandarma tarafından yakalanıp pasinler'de 20 gün hapis yatmasını hiç unutamıyor. taşkesenlioğlu, bu olayı şöyle anlattı: "1941, 42. o zaman babam camide namaz kıldırmış dışarı çıkar. ayağını atar caminin kapısının önüne. dağ köylerinden gelen iki üç jandarma, o sırada 'hoca, hoca' diye sesleniyor. babam dönüyor. bir dakika gelir misin? haydi düş önümüze hasankale'ye gideceğiz. babam suçum ne diyor. jandarmalar, başındaki kavuk yetmiyor mu suçuna? babam da diyor ki camiden çıkınca mihrapta başıma örttüğüm kavuk bu. namaz kıldırıyordum, mihraba bırakıyordum, dışarı çıkarken başımda unutmuşum dalgınlıkla çıkmışım. babamı bir kavuk yüzünden 15- 20 gün içeri attılar.
"menderes döneminde insan olduğumuzu anladik"
"biz ne gördüysek, insanlık, iyilik namına 1950'de gördük. insanlık, ilim, irfan varmış. herkes ilmine, irfanına sahip olmalı. bunları menderes zamanında öğrendik. allah onu rahmetiyle şad eylesin." dedi, seksen iki yaşındaki taşkesenlioğlu. türkçe ezan okumaları ve arapça kur'an-ı kerim okumamaları için tek parti döneminde aralarında babasının da bulunduğu köy imamlarına yazılı belge verildiğini belirten ataullah taşkesenlioğlu, "bütün köy imamlarının hepsine bu belge elinizde olacak diye dağıtırlardı. bu belgeyi okurduk. belgenin içinde, ben, arapça ezan okuyacağım, arapça kur'an okutmayacağım gibi 4- 5 mühim madde vardı. çoğu bunu bilmezdi o zamanki imamların. latin harflerini okur yazarlığı yoktu. babam kurnuç köyünde imamdı. kendi öğrencilerinin köyleriydi burası. kurnuçta camide yabancıların olmadığı zamanlarda cami içerisinde müezzin arapça ezan okurdu. ardından namazlar kılınırdı." şeklinde konuştu.
"gizli gizli kur'an okunurdu"
tek parti döneminde yüce yaradan'ın kelamının gizli gizli ahırlarda okunduğunu ifade eden taşkesenlioğlu, şunları kaydetti: "kur'an hep gizli okunurdu. şimdiki gibi çarşı pazarda hoparlörlerden camilerde okunan kur'an sesleri duyulmazdı. taziyelere giderdik 'rızaenlillah fatiha' denir o ölünün ruhuna bağışlanır çıkardık. o zaman biz çocuktuk. bizim hocamız hafız seyfettin efendi bize kur'an dersi verirdi. kur'an dersini hep gizlice yapardık. köylerde ve şehirlerde hocaefendiler çoluk çocuk cahil kalmasın diye gizli yapalardı. biz de medresedeyken jandarma bastı. pencere kenarında bir makat (köylerde içi toprak dolu üzeri tahta döşeli bir nevi kanepe) vardı. makat üstüne fırladık, kur'anları dışarı attık. dışarıda kimse yoktu. kadınlar peştemallarına bunları doldurarak kaçtılar. kadının bir tanesi kaçarken ayağı kaydı veya jandarmanın tutması sonucu yere düştü. peştemalının eteğindeki kur'anlar yere dökülürken gördüm. biz içerideydik, camlar kapandı. jandarmalar geldi hocamıza olmayan hakareti yaptılar, dövme yoktu. çocuklar, hepimiz orada olduğumuz için her halde jandarmalar yanımızda dövmek istemediler."
yolda ekmeğin yarisini yer evde dövülürdük
denizli'de milli şef ismet inönü'nü dönemini yaşayan 85 yaşındaki mehmet necip işık,vatandaşların kendisinin insan olduğunu adnan menderes döneminde gördüğünü söyledi. sena kablo yönetim kurulu başkanı olan işık, babadağ ilçesinde arazi az olduğu için tarlalarının olmadığını ve çok ekmek bulma sıkıntısı çektiklerini ifade etti.
ekmek, gaz ve şekerin karneyle verildiği dönemde şehirden şehre un getirip götürmenin yasak olduğunu hatırlatan işık, "herkes memleketinde ne varsa onu yiyecek. geceleri uzunpınar köylüleri hayvanlarla un getirir babadağ'da handa sabaha karşı satarlardı. 20 kilo un 1 liraydı." dedi.
çarşıdan karneyle aldıkları ekmekle doymadıklarını belirten işık, şöyle devam etti: "yetmezdi. (kendi yaptıkları ekmekle) takviye eder, öyle idare ederdik. ekmek önemliydi. biz üç kardeş karne ekmeği almak için çarşıya giderdik. karnenin arkasına mühür vurulurdu. gelirken acıktığımız için yarısını yerdik. babam evde 'neden ekmeği yediniz?' diye döverdi. günde kişi başına bir ekmek verilirdi."
"yol vergisini ödeyemeyen yolda çaliştirildi"
insanların adnan menderes döneminde rahatladığını ifade eden işık, "menderes geldikten sonra insanlar insan olduğunu gördü. değer verildiğini gördü. halk rahat yaşamaya başladı." diye konuştu. tek parti döneminde her aileden alınan 6 liralık yol parası vergisini ödeyemediği için angarya olarak yollarda çalıştırıldığını anlatan işık, "yol parası isterlerdi. halk ödeyemezdi. bekçi veya jandarma gelirdi. yol parasını isterdi, vermezlerse yola götürürlerdi. 6 gün çalıştırırlardı. günlük bir liraya. 6 lira büyük paraydı. herkes veremezdi." ifadelerini kullandı
"memurlar maaşlarini aliyor şahane yaşiyordu"
babasının 18 yaşında askere gidip 30 yaşında askerden geldiğini, bir çok cephede çarpıştıktan sonra 12 yıl sonra askerden geldiğini anlatan necip işık, dedesinin maddi durumu o zamanın şartlarına göre iyi olmasına rağmen yılda ancak bir kez baklava yiyebildiğini söyledi. işık, "dedemin durumu iyiydi. bayram namazından çıkınca komşularını, cami cemaatini yemeğe davet ederdi. biz dahi çok kişi baklavayı orada yerdik, senede bir defa. çok kıtlık vardı. memurla halkın durumu ayrıydı. memurlar maaşlarını alıyorlar şahane yaşıyorlardı. vatandaşlar bu ayrımı 'atam kalkta bak ismet'ine, ikiye ayırdı milletine' derlerdi." dedi.
"hocalarin evlerini basarlardi"
tek parti döneminde kur'an'ı kerim öğreten ve öğrenenlere yapılan baskılardan da söz eden işık, şunları kaydetti: "jandarma kur'an kurslarını, şikayet olmasa bile bilhassa hocaların evlerini basarlardı. çocukları dağıtırlardı. 'neden okutuyorsun, yasak olduğunu bilmiyor musun?' ben kuran'ı kerim'i 50 yaşından sonra öğrendim. bizim küçükler, sonra rahatladığı için onlar öğrendiler. bizim zamanımızda çok sıkıydı."
çanakkale'de camiyi motor tamirhanesi yaptilar
tek partili dönemde çocuk olan 82 yaşındaki araştırmacı yazar mehmet ihsan gençcan,1939 yılından sonra özellikle ibadet yerlerine karşı bir savaş başlatıldığını söyledi.
14 mayıs 1950'de tek parti dönemine veda eden türkiye'nin çileli dönemlerini bugün bile hatırlamak istemediğini belirten astsubay emeklisi gençcan, o dönem çanakkale'de bulunan bir caminin askerler için konaklama, bir diğerinin de motor tamirhanesi yaptırıldığını kaydetti.
camide tamircilik yapan kişi başkan seçildi
tamirhaneye dönüştürülen tıflı camisi'nin o dönemki imamının mübarek bir zat ve aynı zamanda ismi medyada sıkça anılan tümgeneral hıfzı çubuk'un büyük dedesi olduğunu hatırlatan gençcan, şöyle devam etti: "1308 yılında yapılmış olan tıflı camisi, çocuklara dinî eğitim verilen bir yerdi. bugün aynalı çarşı'nın yanında bulunan cami, eğitime kapandıktan sonra atatürk'ün ölümünün ardından, tek parti döneminde tamirhane olarak kullanıldı. o zamanlar orada kamyon motorları tamir edilirdi. hattâ o dönem o tamirhaneyi işleten zat, daha sonra belediye başkanı seçildi. tıflı camisi, 1950 yılından sonra bugünkü halini aldı. ilk hocası da istanbul'dan çanakkale'ye yerleşen ailelerden, lakabı 'pamuk hoca' olan, bugün ismi medyada sıkça geçen genelkurmay adli müşaviri tümgenarel hıfzı çubuklu'nun büyük dedesidir. yani çubuklu'un babası remzi, onun babası mehmet, onun da babası pamuk hocadır. mübarek bir zat olan pamuk hocanın çok büyük hizmetleri olmuştur."
camiyi matematik öğretmenine sattilar
diğer zarar verilen ibadethanenin dizdar camisi olduğunu belirten mehmet ihsan gençcan, şunları söyledi: "çanakkale savaşı sırasında hasar gören ve tadilatı yapılmayan dizdar camisi, tek parti döneminde ahır olarak kullanıldı. minaresi sağlam olan caminin yeri, 1946 yılında satıldı. en enteresan olay ise o dönemde, bugünkü değirmenlik sokak dediğimiz yerde çıkan büyük bir yangındı. sokağın hemen köşesinde molla yakup camisi vardı. yangında bu caminin küçük bir kısmında hasar oldu. bunun üzerine cami kapatıldı. bir süre sonra o camiyi, matematik öğretmeni gülseren hanım'a sattılar. biz 1941 yılında, kur'ân öğrenmek için camiye gidiyorduk. daha sonra din dersi almak yasaklandı ve bizi dağıttılar. o dönem hocamız gökköylü hocaydı. onun sayesinde derslerde bir hayli ilerlemiştik ama kısmet olmadı. aynı yıl eğitime son verdikleri fatih camisi'ni, 2. cihan harbi'nde bol miktarda asker geldiği için konaklama yeri olarak kullanmaya başladılar. öyle kullanış ki her türlü melanet, pislik yapılıyordu. mesela cami içinde ateş yakılıp ayakkabılarla giriliyordu. burası camilik vasfını kaybetmişti. fatih camisi, 1950 yılından sonra bugünkü halini aldı."
"menderes gelince bayram sevinci yaşandi"
tek parti döneminde taş kırarak yol yapımında çalışan ramazan büyükkeskin (86), "66 yıl önce korkuteli'nden antalya'ya 2 günde giderdik. şimdi 45 dakikada gidiyoruz. " dedi.
antalya'nın korkuteli ilçesinde yaşayan eski demokrat parti (dp) delegesi ramazan büyükkeskin (86), milli şef döneminin zor şartlarını hiç unutamıyor. tek parti döneminde yol açım ve yapım çalışmalarının insanların bilek gücüyle yapıldığını belirten büyükkeskin, antalya-korkuteli arası yol yapımında 11 ay balyozla taş kırarak çalışma yaptığını ifade etti. adnan menderes'in, dp'yi kurduktan 4 yıl sonra 14 mayıs 1950'de tek başına iktidara gelir gelmez insan gücüyle yol yapım çalışmalarına son verdiğini belirten büyükkeskin, yol yapım çalışmalarının iş makineleriyle yapılmaya başladığını kaydetti.
"en lüks yiyeceğimiz ekmek arasi soğan ve peynirdi"
büyükkeskin, "tek parti döneminde çok fakirlik ve sıkıntı çektik. ayağımıza giyecek ayakkabı yoktu. ayağımda lastik çarıkla 11 ay yol açımında çalıştım. 66 yıl önce korkuteli'nden antalya'ya 2 günde giderdik. şimdi ise 45 dakikada gidiyoruz. balyozla yol açım çalışmalarında çalıştığım günleri hiç unutamıyorum. çok terlememize rağmen bir ay hiç banyo yapamadık. en lüks yiyeceğimiz ekmek arası soğan ve peynir. menderes iktidara gelince el gücüyle yol yapım çalışmasına son verdi. tek parti döneminde ürettiğin mahsulün yüzde 50'den yukarısını devlet vergi olarak alıyordu. yaz sıcağında öküz arkasında dövenle dönerek buğday tanesi çıkarmak zor. çıkardığın buğdayların çoğu da vergi olarak gidiyordu. allah o dönemleri bir daha yaşatmasın bu millete. menderes, iktidara gelince çok sevindik. yol açımı için iş makineleri gelince sevincimizden bunlar menderes'in develeri diyorduk. " diye konuştu.
menderes'i ilk defa yakından 5 ocak 1956'da antalya dokuma fabrikası'nın temeline ilk harcı dökerken gördüğünü belirten büyükkeskin, 27 mayıs 1960 askeri darbe sonrası menderes ve 2 bakanının idam edildiği haberini radyodan gözyaşı içinde öğrendiklerini kaydetti. keskin, menderes, polatkan ve zorlu'nun idam edildiği haberinin duyduklarında babasının ağlamaktan gözlerinin kıpkırmızı olduğunu belirtti.
"ilk ezani hoca gözyaşlari içinde 15 dakikada zor okudu"
korkuteli halkının, ezanın yeniden arapça okunma sevincini bir birine sarılarak gözyaşı içinde kutladığını belirten ramazan büyükkeskin, ezan kararıyla menderes'in anadolu insanının gönlünde taht kurduğunu kaydetti. tek parti dönemindeki 18 yıllık ezan yasağının, 16 haziran 1950 yılında ramazan ayının başlanılmasına bir gün kala kalktığı bilgisini veren büyükkeskin, minareden 'allah'u ekber' sesini duyan halkın cami avlusu etrafında toplanarak gözyaşı döktüğünü kaydetti. büyükkeskin, "minarelerde ezan hep 'tanrı uludur, tanrı uludur' diye okunuyordu. menderes, iktidara gelir gelmez ezan 'din dilinde' okunacak dedi. ilk ezanı camiden hoca gözyaşları içinde 15 dakikada zor okudu. cami etrafına toplanan kalabalığı da ağlattı." dedi.
"ibadethaneler buğday ambari olarak kullanildi"
çorumlu 77 yaşındaki bahattin altıkardeş, tek parti döneminin canlı tanıklarından. kur'an kurslarının kapatılması, ezanın türkçe okunması, camilerin buğday ambarı olarak kullanılmasına kadar hemen her şeye şahit olan bahattin altıkardeş, o karanlık günleri hatırlamak dahi istemiyor.
tek parti döneminde yaşananları anlatırken gözleri dolan bahattin altıkardeş, "o dönemler gerçekten bu milletin yaşadığı en zor dönemlerdi. ezanı türkçe okunması, camilerin kapatılması. bunları kabul etmek çok zordu. salatü selam dahi türkçe söyleniyordu. hatta camiler yıkılıp arazisi vatandaşa satılıyordu. bir şey vardı o zamanlarda emre itaat diye. biz de öyle yapmak zorunda kaldık.'' dedi.
jandarmadan kaçardik
o dönemlerde çorum'daki 10 kadar ibadet yerinin depo olarak kullanıldığını belirten altıkardeş, çorum merkezde bulunan abdibey camii'nin buğday ambarı olarak kullanıldığını, bir camininde yıkılarak yerinin vatandaşlara satıldığını söyledi. kadınların mahalle aralarında kur'an öğrettiğini söyleyen altıkardeş, 'jandarma geliyor, polis geliyor' denildiği zaman kaçtıklarını dile getirdi.
asker ne derse o oluyordu
altıkardeş, "kur'an kurslarında arapça kitap bulundurmak yasaktı, büyük cezaları vardı. kur'an dışında ne yazı ne de kitap bulunduramıyorduk. zor dönemlerdi. şimdiki gibi ne özgürlük vardı ne demokrasi. asker ne derse o oluyordu. tek parti dönemi türkiye'nin acı geçmişi. ben o dönemi yaşayan biri olarak size diyorum ki 'yaşadığınız dönemin değerini bilin, şükredin' ki dininizi yaşayabiliyor ibadet edebiliyorsunuz. camileriniz kapatılmıyor, ibadetiniz engellenmiyor aksine ibadet edebileceğiniz ortam sağlanmaya çalışılıyor. camiler yapılıyor iş imkanları veriliyor halinize şükredin.'' diye konuştu.
---
tüm bunları okuduktan sonra hala konuşacak cesaretiniz varsa susuyorumdur. hoş, ne de olsa Kör bir insana rengi anlatmak ne kadar imkansızsa; cahil bir insana laf anlatmak da bir o kadar imkansızdır.
her ne kadar cahiller tarafından değeri bilinmese de recep tayyip erdoğan yüce allahın türk milletine bir armağanıdır.allah erdoğanı ve bu davaya gönül vermiş diğer dava arkadaşlarını başımızdan eksik etmesindir.
genç nüfusun oy vermemesidir. genç nüfusun en büyük derdi sikiş olduğundandır. muhalif genç nüfusun biraz aklı başında olanı atamaları eleştirebiliyor.
Burda yaşlı kesimin nitelikleri de yaşları kadar önemlidir. yıllarca yarım porsiyon aydınlar tarafından ezilmiş iyi kalpli insanların adama inanışları(doğru ya da değil) üzerine konu olmuştur.
Kavram problemleri olan halkımızın liberalizmden, sosyal-devlet yapısından, cumhuriyetçilikten ya da basit bir kelime olan devrimden çok şey anladığını söyleyemiyoruz. Peki tamam da niye oy veriyor bu adamlar öyleyse boşuboşuna? Çünkü ülke gelişti. Peki nasıl gelişti, gelişti mi? Arkadaşım, bu sorunun cevabı hükümet iyi politika izledi değil, global ekonominin gereği olarak gelişti olur. Bilginin hızla yayılması ve hükümetin milenyum başına denk gelmesi sadece büyük bir şanstır. Ayrıca yıllardır halkın bir kısmına verilmeyen hakların verilmesi de bu adamların bu şansı kullanma stratejisi.
Zaten torn country denilen ülkelerden biri olarak biz biraz karışık bir yapıda olmalıyız. Peki siyasetimizin nasıl olması gerekir. Cevap kesinlikle böyle olmaması gerekir çünkü atalarımızın söylediği \"nerde çokluk orda bokluk\" önermesi doğrudur. Yani Atatürk ilkesi olan Milliyetçiliği ayrı bir siyasi partinin sahiplenmesi, yine bir Atatürk ilkesi olan Devrimciliği bir sürü başka grubun sahiplenmesi vb diğer ilkeler saçma sapan ayrılıklara ve sonuçsuzluklara ulaşmaktadır.
Yani durumun özeti, zaten saçma sapan olan bir kitleyi karşısına alan bir yapının olması ve bu yapının onların karşısında duran tek yapı olması özelliği durumu izlenebilir hale getirmektedir. Bu yapının en azından ne yaptığını bilmesi karakterine özgüven ve kararlılık kazandırdığından fanatik halkımızın değerlerini en tatmin eden olması zaten muhtemeldir.
bir sonraki seçime de aynı kafayla gidilip akp'yi yine sandık rekortmeni yapacak zihinsel mastürbasyon biçimine bağlı sebep çeşididir. istatistik, nüfus dağılımı, oy oranları falan, bunlar hep boş işlerdir. muhaliflerin kafalarında kurup hayal alemlerinin en diplerine daldıkları inançlarıyla, küçücük bir odaya kapattıkları kuş kadar beyinleriyle klavye önünde tırnaklarını yemeleri sonucu gençliğin doyumsuz ateşinin pasparlak bir temsili olduklarına ikna olduklarına tanık olmak mümkündür. ak parti'nin kendisine oy verenler hep yaşlı olduğu halde, milletvekili seçilme yaşını düşürmeye dair çılgınlar gibi çabasını siyasi becerisizlik gibi algılamanın gerektireceği halüsinatif davranış bozuklukları ise bir başka başlığın konusudur.
inönü zamanında ikinci dünya savaşı'na katılıp, bunların gebermesini sağlamadığı için elbette... böyle teşekkür ediyorlar... hain, cahil bunaklar... yok cami buğday deposu olarak kullanılmış da, yok şuymuş da, yok buymuş da... cami dedikleri bakımını yapmadıkları bir mezbelelik. şikayet ettikleri buğdaylar savaş süresince 2 milyon civarında seferber askerin bulundurulduğu ordunun besini... o zamanki nüfus düşünülürse bunca insanın silah altında tutulmasının ne demek olduğu anlaşılır. tarım mekanizasyonla yapılmadığı için bunlar askere alınınca üretim düştü, kıtlık oldu.
sanmayın ki bu başlıkları açan hainlerin öncesi yoktu. bunlar hürriyet ve itilaf fırkasının sıçmıklarıdır. bunlara bir sürü yalan sıralayan şerefsiz bunakların babalarının istiklal savaşı'nda isyan ettiklerini veya askerden kaçtıklarını tahmin etmek de zor değil...
okumayan vatan hainidir. okuyun da anlayin inanin genc orta yas isci kesim akpden yasalarindan nefret ediyo ama iste bu yuzden.hala onlara oy veriyolar. soyle bi iscileri dinleyin bakalim goreceksiniz akpye ne kadar kinli olduklarini.ama chpnin zulmune daha da kinliler anlayin artik bunu.
Yaşlılar gençlere oranla daha çok görmüş geçirmiştir. Daima geçmiş hükümetlerle akp hükümetini karşılaştırma hali içerisinde olduklarından mütevellit, oyları akp'ye gitmektedir. Tek yol yaşlıların hepsini kurşuna dizmektir.
Askerden dayak yiyen dedeleri falan anlatmış yazar. Asker özel birlik sanki amk o dedenin evladı anadolunun çoçuğu değil sanki milleti dövecekmiş asker hadi be. Ali ismaili, ethemi oldurenleri gordu gözler akpye oy çıkar mı bizden. Al sana düz mantık. Öşür falan saydırmış vergiden konuşacaksak eskiye gitme paşam aha karşında adam, devlet gelirlerinin yüzde 83u vergi. Yanlışta anlaşılmasın insanların dinine yön çizmeye çalışan, halkı ezen, içerdeki hainlerle ülkeye müdahale eden çok olmuştur. Bunları savunacak değiliz ama akp yi yucelticem diye 65 yıl öncesi turkıyesini koyarsanız teraziye hop deriz.
akp ' ye oy veren insanların eğitim seviyesi genel de azdır, yaşlılarda eski ilk okul veya orta okul mezunudur. yetiştiği kültürde bellidir. yani onlardan oy alması gayet normal. gençlerde de veren var ancak daha azdır yaşlıya göre, ayrıca köy yerlerinde daha çoktur oyu.