asla gidemeyecek olan insandır.
çünkü sürekli olarak gidip gelmekte ve geldiği yerden ayrılamayacağına kara vermektedir.
sonu belli yolculukların mahkumu olarak, yaşar ve ölür.
gitmek eylemini gerçekleştirebilecek donanıma sahip insan, gitmeyi, gitmeye başladıktan sonra düşünür.
bazı şeylerden her şeyi bırakabilecek kadar tiksinen insandır.
etrafta bir mutsuzluk,istenilmediğinin farkına varmak,o da yetmezmiş gibi senin de bu durumun farkında olman sanırsam gitmek için yeterli sebeptir.
aslında çekiceksin portmantodan ceketini,hızlıca bağlayacaksın ayakkabılarını bir daha da geri dönmeyeceksin.*
büyük ihtimal daha önce sütten ağzı yanıp şimdi yoğurdu üfleyerek yiyen insandır. çünkü daha önce sıkı sıkıya tutunduğu, bağlandığı erkek onu bırakıp gidince bir türlü güvenememiştir kimseye. hep karşı tarafın gidişine kendisini hazırlamak için aklında yer eder gitme düşüncesi. ancak sevgilisi ona bunu anladığı andan itibaren zalim gözüyle bakar. zira kızın aklında hep gitmek vardır. niyesi yoktur. çünkü bu ülkede niye sorusu asla sorulmaz.
(bkz: ben bunu gördüm)
kaçmanın en güzel durum olduğuna kanaat getiren kişidir.
Sunay akın çok güzel anlatmıştır:
O kadar yoruyor ki hayat, bıkıyorsun istemesende. Sorun değil birşeyim yok. Bakkala gidiyorum deyip 10 yıl kaybolasım var sadece.
başlığı gördümde istasyon insanlarını dinliyordum. başlık şarkı uyumu gibi birşey oldu. * evet vardır böyle insanlar benim onlardan biri de.. aklına koyarsın ve zamanı gelir gidersin. kalmak için milyonlarca sebebin vardır ama öbür yanda tek bir sebep yüzünden gitmek en mantıklısıdır ve onu seçersin. neden yapıyorum ki ben bunu dersin kendine ama çoğu zaman bir cevabın yoktur. seni tanımayan insanlar ya da yeni tanıyacaklar canını yakmazlar yaksa bile acıtmazlar budur belki de gitmeyi cazip kılan.. ama ne kadar gidersen git hep biraz daha artarak geride kalır ruhun.. öte yandan bir kere yol'u tadınca sevemiyorsun uzun süreli kalmaları..
bunun bir modeli de kendini vazgeçilemez hale getirdikten sonra terketmeyi sever, geçmişte %90 kallavi bir kazık yemiştir böylesi, ama bu yüreksiz ve sahtekar olduğu gerçeğini değiştirmez. ilk geldiğinde kedi gibidir ilgiye desteğe muhtaçtır (aslında değildir ama kendi de öyle zanneder), alır kolunu kanadını tamir edersiniz, o da zaman geçtikçe kalbe sızar, gün gelir bakmışınız yanınızda olmadan adım atamıyorsunuz/atmak istemiyorsunuz. bunu hissettiği anda kaçar, arkasındakini ne durumda bıraktığını önemsemez.
kaçma ayrıdır gitme isteğini saklı tutma ayrıdır. kaçan taraf emeksizdir, sıkılgandır, değişkendir,yüreği firaridir, korkandır, açıklamasızdır, eksiktir, yoksundur çok erdemden. ama gizinde gitme isteği taşıyan kırk kapıyı kırk defa çalmıştır, eksiksiz olmaya çalışıp emek harcamıştır, yapmaya çalışmıştır her yıktıklarında, inatçıdır, azimlidir ve bilir ki hiç birşey mükemmel olmayacaktır ama üzerine düşeni yapmıştır. artık eksiklerden haliyle memnun değildir ve tamamlanmayacağını bilecek kadar da kendindedir. vakit geliyordur ayrılıkta bulunduğun her neresi ise ordan. yürek, ev, iş, eş vs. vakit gelmiştir de umut bitmiştir de vicdanı rahattır da son anları totemlerle geçirmezse eksik olacak gibidir. son üç gün daha son beş fedakarlık daha yaparsam belki der. belkilerinin tükendiğini onu arayıp bulamadığınızda anlarsınız zaten.
geçmiş olsun dilekleri gidene taş hediyeleri kalanadır başını vursun diye...
Gitmek hiçbirşeye çözüm değildir. Kalıp yüzleşmeli, başarmayı tadmalısın..
Ve seni ona bağlayan tellerden sadece biri bile sağlamsa devam etmeye değer...
herkesin, zaman zaman içinden geçen istektir. sorsan, herkes (sözde) gitmek ister neresi olduğu çokta önemli değildir. ''herşeyi, herkesi bırakıp gitmek''cezbedici gelir. tüm bunları kurarken unutur insan gittiği yere asıl sorun olan 'kendisini' götüreceğini... sıkıntılar bir anda gidiverecek hissiyatına kapılır, tabii ki yanılır tebdil-i mekanda ferahlık olsa da kişi kendi içinde ferah olamadığı sürece çekip gitmesininde bir manası olmayacaktır.
köşeyi dönünce gider. tecrübeyle sabittir. köşe dönmek burada voliyi vurmak manasında değildir. * köşenin kırılma noktası, senin artık yeter deme eşiğindir.
Buralar artık yaşanacak yer değil, çekip gitmeli. Kimsenin seni tanımadığı, yepyeni başlangıçlar yapabileceğin, yepyeni bir hayat. Arada bir aklımdan geçer. Ne güzel olurdu. Hep aynı şeyleri yapmaktan bıktığında insan, monotonlaşan hayatına baktığında ,hele o hayat hiç de hayal etmediği gibiyse çok kullanır bu lafı. Sonra bu düşünce iyiden iyice aklına yatmaya başladığında ise, daha derin düşünmeye başlarsın. Diğer yanın hemen devreye girer. Mantıklı yanın. Ve kavga başlar...
Bir yanın gitmek ister, diğer yanın ne zaman bu kadar bencil oldun sen? der.
Yeni insanları hayatına sokmak fikri bir anda ne kadar cazip gelir sana.
Ama ya geride bıraktıkların. Ya özlem. Onların seni özledikleri kadar senin belki bin misli daha fazla özleyeceğin dostların.
Bir türlü diğer yanınla anlaşamazsın. Sen umutsuzca gitmek istemenin sebeplerini, özlemlerini söylersin, o kalman için nedenleri sıralar.
Peki ya sorumlulukların. Senden beklenenler. Sana ümit bağlamış insanlar. Hepsini yüz üstü bırakabilecekmisin.?(Ne çok konuşur.)
Bu böyle epey bir bir devam eder. Pes edersin sonunda. Yaşadığın hayatın olumlu yönlerini düşünür, zevk almaya bakarsın. Daha fazla gezmeye başlarsın, daha fazla eş dostla vakit geçirmeye. Uzun zamandır hayalini kurup yapamadığın tatili yaparsın en fazla. Elinde Ferrasini satan bilge kitabıyla.
Yani öyle aklının köşesinde olmakla olmuyor bu işler. Zor iş.
O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.
Demiş Can bana.
Ne kadar güzel demiş..
gitse ne değişeceğini bilmediğinden gitme fikri aklının bi kenarında kalmaya mahkum olan insandır.
belki gitmeyi göze alamayacak kadar korkak,belki de kalmayı göze alacak kadar cesurdur,kim bilir...