bu arada bugün fransız bir arkadaştan öğrendiğime göre fransa'da uranyum'u gidip kazakistan'dan alıyormuş. enerjisinin %80e yakınını nükleerden elde eden bu ülke şimdi kazakistan'a mı bağımlı oluyormuş, ha bu arada almanlara elektrik satışını da artırmışlar.. hey gidi dünya dedirdiyor insana..
çalışacak personel için yurtdışına gönderilen Türk öğrencilerin varlığından bir haber, 20 milyar doların 12 milyar dolarının rusya, 8 milyar dolarının Türkiyeden çıktığını bilmeyen, yap işlet devret oldugu için 20 yıl sonra TRnin kendi santralı olacagını görmeyen(ki santralin ömrü 3.jenerasyon oldugu için 45-55 yıl aralığındadır), elektrik ile enerji ithalatı arasındaki farkı hala anlamayan insancıkları gösteren santraldir.
bu arada yakıt cubuk rusyadan gelecek, kendi ülkende üret daha uygun fiyata çıkar adamlar gelsin senden alsın. serbest piyasayı da mı bilmiyonuz dedirtendir. ayrıca 20 yıl sonraki devret kısmından sonra(ki bu alanda TR kendini geliştirebilirse, kendi uranyumunu imal edebilirse vs..) santrali tamamen kendi yakıtıyla çalıştırabileceği durumu da söz konusudur.
bu arada yakıt cubuk fabrikası haberleri gündemdedir.. darısı ilerleyen dönemlerde uranyum imal etmeye..
mantigini cozemedigim proje. santrali biz yapmiyoruz yakitini biz uretmeyecegiz personeli yabanci. rusya bizim memlektte bizim paramizla yapacagi nukluer santralden bize elektirik satacak. elektrigi zaten rusya iran gibi komsulardan aliyorduk. yine onlardan alsak da olurdu. hic degilse nukleer tehlikeyi ulkeye sokmamis olurduk.
hala tüm dünya ülkeleri yenilenebilir enerjiye geçiyor biz nükleer enerjide ısrar ediyoruz diyen andavalları gösteren santraldir. Yok öyle dünya gerizekalı kardeşim almanya dışında bunu yapan ülke yok dangalak çocuk. Almanya örnegini de söyle vereyim, gerçi anlama ve araştırma özürlü olduğun için pek bir ümidim yok ama devam edeyim ben gene.
yesil enerjinin daha ucuz oldugunu soyleyenler bılınclı ya da bılıncsız yanlıs bılgı verıyorlar. evet yesil enerji pahalidır. zira bu isin almanyadaki argesini yapan frauenhofer arastırma kurulusunda bu konuyla ilgili rapor hazırladık..
öncelikle şunu belirteyim foto-voltaik ile elde edilen elektrik enerjisi en pahalı enerjidir. almanya bu enerji için kw başına 45 euro cent ödeyip 20 euro cente satmaktadır. aradaki 25 euro centlık devlet tesvıkınden kımse bahsetmez. zira bu tesvık nukleerden elde edilecek enerji için uygulansa alman halkı elektrıge para odemeyecegı gıbı kw basına 5 euro centte para alır devletten.. yani almanya için bu iş bir imaj işi olmuştur. ve sadece yeşillerin siyasi zorlaması ile gerçekleşmiştir. almanya'nın yenilebilir enerji macerasını alman politikasına bakmadan anlayamayız. ayrıca solar zelleler 8 sene sonra %80 verimliliğe düşmekte 15 ila 20 sene sonra yenilenmeleri gerekmektedir.(yapılacak olan santral ise 45-50 yıl omre sahip ve 20 yıl sonra yap işlet devret oldugu için trye devredilmek zorunda) bu arada tam elektronik çalışan konverterlerin yenilenmesini de unutmamak lazım. konvertörler (dogru akimi alternatif akima ceviren sistem) ve genelde gücleri 1 mw ...sonra bu gücleri orta cereyan dedigimiz 11 ila 20 kv ta yükseltip, diger konvertörlerle syncronise edip sisteme vereceksiniz.... eger iddia edildigi gibi 22 gw (22000 mw) lik bir gücü sadece bu yöntemle elde etmek isterseniz, konvertörlerden 22000 tane lazim...cok inanılmaz buyuklukte bir gunes panelı tarlası demek.... ve bu yatiriminiz kendisini 15 ila 18 sene icinde amörtise etmek zorunda... ayrica günes battiktan sonra hic bir enerji gücünüz olmayacak eger backup sisteminiz yoksa ki bu hemen hemen hiç bir yerde yok (gündüz artan enerjiyi saklayabileceğiniz yeterli büyüklükteki akülerden bahsediyorum.) geceleri bu sistemden yararlanamazsınız.
türkiye'de, almanya örneğinden giderek bir nevi güneş enerjisi fetişizmi söz konusudur. ancak arkaplanda devletin yarıdan fazlasına uygulamış olduğu sübvansiyondan kimse bahsetmemektedir. almanya'da teşvikler azalmaya başladığından beri yeni kurulan solarzelle fabrikaları da iflas etmeye başlamıştır. ya kasıtlı olarak ya da gerçekten bilmediklerinden bu konulardan söz edilmiyor. ancak teknoloji sürekli gelişmektedir. bu demek değildir ki güneş enerjisi gereksizdir yatırım yapılmasın. kesinlikle bu konuda da ilerleme sağlanmalı ve araştırmalar yapılmalı. ancak şu an itibari ile tum sistemi bu teknoloji ile beslemek sacmalıktır. zira almanyada enerjisinin bir kısmını gunesten karsılıyor.. ayrıca fransadan(enerjisinin %80ini nukleerden karsılayan ulke) elektrik ihracı yapan ulke durumuna dusuyor yavas yavas.. ilerleyen zamanlarda almanyanın elinin rusyaya karsı bu noktada daha da zayıflayacagına hep birlikte sahit olacagız.. peki ya ruzgar? ruzgar enerjısı tr ıcın en mantıklı enerjıdır.. fakat ufak bır sıkıntı var.. ben dogma buyume ızmırlıyım cesmeye yazın tatıle gıderken(gormussen eger) ruzgar gullerı vardır, ancak yazın bunların kımı zaman calısmadıgını gorursun, bu durumda enerjı uretımı soz konusu olmadıgı gıbı hava durumuna sıkı sıkıya baglı bır yontemdır. kurulumu cok pahalı olmasada kurulacak yer(daglık alansa eger) oraya ulasım ıcın yapılacak yol vs konusu cok masraflıdır ki genelde ruzgar gullerını bızım ulkede dag bayırda gorursun, hollanda gıbı duzluklerı falan yoktur memleketın pek. dalga enerjisine gelirsek su aralar brıtanya bu konuya cıddı yatırımlar yapmaktadır, fakat buda ruzgar enerjısı gıbı suyun durgun oldugu gunler enerjı uretmez.. yanı ulke ekonomısını her seyını doganın degıskenlıgene bırakacak devlet yeryuzunde yoktur. tum ulkeler enerjı ıhtıyacını cesıtlendırme yoluna gıder..gelısmıs ulkelerde nukleerın payı %20-%30 aralıgındadır..
yukarıdakı maliyet ve devamlılık unsurlarını dusundugumuz vakıt neden yapılması gerektıgını anlaman gerek ama dedik ya beyin özürlü adam anlamamkta ısrar ediyor, koşulsuz muhalif oldugu ve sırf projenın arkasında akp oldugu için karsı cıkıyor.
ayrıca biz elektrigimizi dısarıdan dogallgaz yada petrol alıp bunu yakarak ısı onuda hareket enerjısıne ardından elektrıge cevıren sacma bır ulkeyız.. ve bu ıslem esnasında 100bırımlık petrolun sadece 45-55bırımden faydalabılırsın, buyuk bır kısmı yakma esnasında kaybolur, ufak bır kısmıda hareket enerjısını elektrıge cevırırken ucar gıder.. ulkenın ıthalat kalemıne baktıgın zaman en buyuk 2 harcamasınında petrol ve dogalgaz yanı enerjı oldugunu gorursun kı cok sacamadır.. ayrıca tr ufak orandada pure elektrık ıthal etmektedır ve bunun bıze gelısı yaklasık 14 (dolar) centtır..
sadece maaliyet kalemıne bakarsak bıle bu proje neden yapılmalıdır anlarsınız..
teknolojı kısmı 2.ci onemlı kısımdır, ruslarla yapılan anlasmada yok ama japonlarla olanda var ve bızımde bu teknolojıyı ogrenmemız gerek..
yarın obur gun tum dunya ulkelerı nukleer santrallarden kurtulalım hepsini kapatalım diye ortak bir karar alırsa eyvallah buna uyarız, ama boyle bır konsensus yokken, dunyanın en gelısmıs ulkelerı bunu yaparken, gelismekte olan ulkelerınde boyle taleplerı varken bız neden bunun dısında kalalım bre aptal?
Ülkelerde bulunan nükleer santral listesi için şu listeye bakabilirsiniz.
Listede hali hazırda nükleer santrali bulunan kimi ülkeleri görünce gerçekten içiniz sızlayabilir. Ondan daha önemlisi ise bu enerji çeşidine yatırım yapan ve nükleer santral kurmak isteyen ülkeler. Bu arada şu linkteki yazıda durumu gayet güzel özetlemiş, okumanızı tavsiye ederim.
ülkede sayısız alternatif enerji kaynağı varken gelişmiş ülkelerin nükleer çöplüğü olmak hangi akla hizmet anlamak mümkün değil.
dünya nükleer santralden kurtulmanın yollarını ararken bizim deparadım nükllere koşmamız akıl alır gibi değil.
tamam nükleer enerji temiz ucuz ve güvenilir enerji fakat doğru ellerde bu böyle.
doğalgaz kaçağını çakmakla kontrol eden bir millete nükleer santral yangına benzin dökmekten farksız.
Yenilenebilir enerji kaynakları ile elektrik üretebileceğini sanan cahilleri gördüğümüz konudur.
Yenilenebilir enerjiler ile (rüzgar,güneş) istanbulun 1 ilçesinin enerjisini bile karşılayamazsın neden bahsediyosun?
Boş laf yapmayın araştırma yapın.
Nükleer santrale gelince doğru kullanılması durumunda son derece ucuz enerji kaynağıdır lakin söz konusu türkiye olduğu için inanılmaz derecede tehlikelidir.
Hoş termik santrallerde fosil kaynaklı yakıtlardan elde edilen enerji sayesinde de yıllardır zehirleniyoruz o da ayrı bir tartışma konusudur.
türkiye'ye alternatif enerji alanında yatırım yapmak isteyen yabancılar hükümetin nükleerdeki abartılı tutumu yüzünden geri adım atıyorlar. halkın gözünde nükleeri yüceltmek adına diğer enerji alanlarının itibarsızlaştıralacağı yönünde bir kanı var. halbuki bizim her türlü enerjiye ihtiyacımız var. nükleer bütün sorunları çözecek diye bir şey söz konusu bile olamaz. hükümet bu algıyı oluşturmaktan kaçınmalı.
Bu nasıl bir angutluktur!
Şimdi neden böyle bir cümle ile yazıya başladığımı açıklayayım; Angut bir kuş türüdür bunu herkes bilir hatta dünya üzerindeki en sadık canlı olarak da bakılabilir çünkü eşi ölünce bilindiği üzere öleceğini bilse bile onun yanından ayrılmaz. Şimdi bizim insanlarımızın da bu Nükleer Enerji hakkındaki tutumları bu kuşun hikayesine benziyor. Bu benzerlik; Nükleer Enerji hem olsun hem de olmasın diyen insanlarımızın hepsinin durumunu özetliyor. Bu kuş ya çok asil bir canlı olduğu için bunu yapıyor yahut da çok salak olup ölüp kaybolan ve geçmişte kalan bir şeyin arkasından en değerli varlığı olan canını bile verebiliyor.
Asıl olan gerçek ise şudur; Siyah veya Beyaz yoktur sadece Gri vardır!
Bundan mütevellit hiç bir şey tamamen yararlı veya tamamen zararlı değildir eğer refah düzeyi yüksek ve rahat bir hayat süren insanlar olarak yaşamak lüksüne sahip olmak istiyorsak muhakkak kullanacağımız teknolojilerin bazı zararları olacaktır ama unutmamak lazım Nükleer Enerjiyi eğer iyi amaçta kullanırsanız çok büyük bir enerji elde ederek güçlü bir ekonomiye sahip olur lakin kötü amaçlı kullanırsanız dünyada bilinen en büyük tahribatı yapabilecek silahlar üretebilirsiniz.
Son olarak da şöyle bitirelim; dünyada en az kaza olan ve kazalarında total olarak en az insanın kaybedildiği taşımacılık şekli uçak yolculuklarıdır. Eğer uçak kaza yapınca uçağın içinde olanların hiç birinin kurtulamadığını düşünerek uçak yolculukları yapılmaması gerektiği fikri ile hareket edersek, muhakkak bu düşünce beyhude bir çaba olup insana ve insanlığa hizmet etmek anlamına gelmez...
batı ülkeleri bu tarzda santralleri kapatip daha güvenilir alternatif enerji kaynaklarına yönelirken bizim açmakta ısrar ettiğimiz, hatta insanlarimiza açılmasını normalleştirdiğimiz santral.. karı, kazancı ne olursa olsun, işin ucunda yüzbinlerce insanın ölüm tehlikesi varsa açmayın gitsin. devlet vatandaşlarının hayatı üzerinden risk almaz, almamalıdır..
bana en kısa yoldan isveç'e vs nasıl kapağı atarım diye sorgulatan lanet gelesi santral. lan geçen sene 301 işçin öldü sen denetim yapılmasını engelledin patron parası yerken diye. böyle bir rantı aklım hayalim almıyor benim.
kaldı ki çernobil'den bile daha vahim durumlarla karşılaşırız. çünkü o zaman dönemin sanayi ve ticaret bakanı höpürdete höpürdete çay içmişti yurt dışına ihraç edemediğimiz çayları bize sokabilmek için. şimdi daha yüzsüz daha ahlaksız politikacılarımız var yemin ederim uranyumu tabağa koyar yerler lan vallahi patladı ama o kadar da şey olmadı demek için.
ha bi de bakın çok enteresan diyerek bize o çernobil örneğini verirler sovyet rusya'da bile böyle şeyler oldu diyerekten. bu işin fıtratında var diye.
özetlemek gerekirse allah bu millete öyle bir şey yaşatmasın ama götümüzde patlaması olası.
edit: ha söylemeyi unuttum bütün dünya santralleri bir bir kapatıyor çünkü küresel güç türkiye ile yarışamayacaklarını anladılar yoksa ne zararı değil mi hacılar. e tabi bizdeki gibi dünya lideri yok ki adamlarda. gerizekalılar.
Akkuyu Nükleer Santrali, bir katliamdır. Dünyada cogu ülkede kapatılan, nükleer santral, Türkiye' de ilk defa uygulanacak bir teknolojıyle yapılacak ve bilinmezleri beraberinde getirecektir. Nükleer santral Allah korusun bir patlamada milyonlarca canlının ölümüne sebep olacaktır. Akdeniz kana bulanacaktır. Ayrıyaten dışa bagınlılık artacak. Çoğu gelir Rusya ya akacaktır, atıkların ise ne olacağı belirsizdir. Nükleer santrale gelecek için dur denmelidir.
Herkesin bildiği gibi gündem şu aralar seçim dışında, fazlasıyla Türkiye'de kurulacak nükleer santral üzerinde yoğunlaşmış vaziyette. Gerçeklikten ve bilimsellikten uzak hatta fazlasıyla politize yazıları her iki tarafta da(destekleyenler, desteklemeyenler) görmek mümkün. Bu yazıyı da yine internette gördüğüm böyle bir paylaşım sonucu yazmaya karar verdim. Normalde cevap bile vermeye lüzum görmediğim bir takım maddeler sıralanmış. Ancak insanların politik duruşları mı yoksa gerçekten bilgisizlik sebebiyle mi bilinmez, bu argümanları sahiplendiğini gördüm. Normalde böylesine temeli hatalı argümanlara cevap vermem ama bu paylaşımlar gerçekten rahatsız edici boyutlarda. Bu yüzden bu yazıda yukarıda bahsettiğim iddialara, Türkiye'nin gerçekten bu enerjiye ihtiyacı olup olmadığına, getirilerine ve götürülerine mümkün mertebede tarafsız bir şekilde cevap vermeye çalışacağım. Bu arada yenilenebilir enerji(Güneş, rüzgar, dalga) karşı olduğum sanılmasın. Bilakis Türkiye'nin bu konuda da yatırım yapması, enerji üretimini çeşitlendirmesi skalasını genişletmesi gereklidir.
Öncelikle internette gördüğüm yazıyı burada paylaşmak istiyorum. '3 dakikada Akkuyu Uranyum Santrali hakkında bilinmeyen 25 gerçek' başlığı ile internette dolaşan bu yazıda yazanlar aşağıdaki gibidir.
1 - Mersin Akkuyu, bir fay hattı üzerinde bulunuyor.
Akkuyu bir fay hattı uzerinde değil. Yukarıda bahse konu olan fay hattı ise büyük ihtimalle Ecemiş Fay Hattı, Mersin’in 30 km kuzeyindeki Belen Köy civarında sona eriyor. Bu bilimsel bir tespit. Birileri aksini iddia ediyorlarsa çıkıp ispatlamak zorundadırlar. Dolayısı ile Antalya’da ki ya da Akdeniz’in her hangi bir depremin burasını tetikleme seçeneği yok. Özellikle bu proje açısından risk oluşturacak şeyler değil. Kaldı ki bu proje özellikle 8 şiddetindeki bir depremde etkilenmeden çalışmasına devam edebiliyor, eğer 9 şiddetinde bir deprem olursa o zaman da en güvenli şekilde sıfır risk ile kendini kapatabiliyor.
Akkuyu sahasının, ODTÜ Deprem Mühendisliği Araştırma Merkezi'nin yapmış olduğu çalışmaya göre 5. derece deprem kuşağında yer alması nedeniyle Türkiye'deki en az riskli bölgelerden birisidir. Yani sismik olarak derecesi düşük, olsa olsa 6-6.5 şiddetinde bir deprem olabilir. Bu da Türkiye'nin her yerinde olabilecek bir deprem şiddeti. Kaldı ki 9 şiddetinde depreme dayanıklı yapılan nükleer santral için etki yaratması beklenemez. Okyanus olmadığından tsunami etkisi de yoktur. Yani sismik yöntem ile incelendiğinde dünyadaki çoğu reaktörden daha güvenli yerdedir.
2 - Santrali yapan şirket Çernobil’in sorumlu şirketi: ROSATOM.
Öncelikle Akkuyu'da yapılması planlanan santrali yapan firmaya göz atalım. Firma ROSATOM'a bağlı Atomenergoprom grubunun alt şirketi Atomstroyexport'tur. ROSATOM'um kuruluş yılı 2007'dir. Yani Çernobil faciasından 21 yıl sonrasına tekabül etmektedir. Atomenergoprom grubunun alt şirketi Atomstroyexport kuruluşu ise 1998 yani kazadan 12 yıl sonradır.
Ayrıca Atomstroyexport’un Başkan Yardımcısı Timur ivanov'un "Çernobil teknolojinin güvensiz olduğundan değil, insan hataları zincirinden oluşan teknolojik sürecin aksatılmasından kaynaklandı. SSCB döneminde Çernobil’den çok daha önce Sovyet teknisyenleri yurtdışına ilk atom santralini daha 60’lı yıllarda Finlandiya’ya inşa etti. O santral halen çalışıyor ve dünya sıralamasında en güvenli atom tesisi kategorisinde derecelendiriliyor. Üstelik Türkiye’de toplam dört üniteden oluşacak santralde sadece Rusya’da değil, tüm dünyada en gelişmiş VVR-1200 tipi reaktör konması planlanıyor. Yeni reaktörümüz Avrupa’da da güvenlik sertifikası aldı. Bu reaktörlerin güvenle işletilmesi süresini 40 yıldan 60 yıla çıkardık. ABD dahil başka hiçbir ülke böyle bir garanti veremiyor. Türk toplumundaki Çernobil korkusuyla savaşmaya hazırız. Bilgisizlikten kaynaklanan korkuyla mücadele edeceğiz." sözlerine de dikkat çekmek gerekir.
3 - ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) Raporu sahte imzayla sunuldu, kısa sürede okunmadan kabul edildi.
Öncelikle ÇED raporu nedir onu söyleyeyim. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilen ÇED raporu, bir faaliyetin kurum aşamasında çevre kirliliği açısından değerlendirilmesini sağlıyor. Peki neden alınır? ÇED raporunun amacı, ekonomik ve sosyal gelişmeye engel olmaksızın, çevre değerlerini ekonomik politikalar karşısında korumak, planlanan bir faaliyetin yol açabileceği bütün olumsuz çevresel etkilerin önceden tespit edilip, gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamaktır. ÇED raporunun sahte imza meselesi uydurmadır. Nitekim imzayı atan Dokay ÇED Mühendislik bu konuda açıklama yaptı. ÇED raporu 2 yılda 4 kere revize edilerek imzalanmıştır. Bunun 3 tanesi tasdik mercilerinin talepleriyle 1 tanesi de yeni güvenlik tedbirlerinden dolayı ROSATOM tarafından yapılmıştır. ÇED raporunun onay prosedürüne internetten rahatlıkla ulaşılabilir.
4 - Santralin Rus payı %51’nin altına düşmeyecek. Türkiye'nin santrali değil yani.
Yüzde 51 meselesi doğrudur. Bu durum HES projelerinden çok daha az bi orandır. Yani HES projelerinin de sahibi Türkiye değildir bu mantıkla. Hatta kömür santralleri ve rüzgar santralleri de Türkiye'nin değildir. Fakat burada sermayenin büyük kısmını ortaya koyan Rus tarafının(20 milyar doların üzerinde bir yatırım öngörülen ve inşaatında yaklaşık 8 milyar dolarlık iş hacminin Türk şirketlerince karşılanması beklenen bir projedir) böyle bir anlaşma yapması gayet tabiidir. Yani ben bu durumu pek yadırgamıyorum. Eğer sermayeniz varsa(ki Türkiye gibi ülkelerin temel problemi bu) Santrali istediğiniz firmaya yaptırtabilirsiniz zaten.
5 - Dünyada en ucuz teklifi veren alır + Yap işlet Sahiplen modeliyle kurulan tek santral. işletim sırasında maliyetten kısılacak.
Aralarında en çok güldüğüm de bu oldu. işletim sırasında maliyetten düşülecek diye bir şey söz konusu bile olamaz. Çünkü denetimler sadece ROSATOM ve Türkiye değil, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı(UAEA) tarafından yapılacaktır. Çünkü Türkiye, nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılmasına ilişkin ilgili uluslararası anlaşmaları onaylamıştır ve bu anlaşmaların gereği olarak ülkemiz, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının denetimine açıktır. Bu projede olacak en ufak aksaklık bütün Avrupa ve Asya'yı etkileyeceğinden UAEA'nın bu santraldeki yüksek denetimi kaçınılmazdır. UAEA'nın anlaşmaya imza atmış bütün ülkelerin santrallerini denetleme hakkı vardır. En ufak hatada santralin kapatılması gündeme gelir. Buna karşı durursanız uluslararası yaptırım ve hatta ambargo uygulanması gündeme gelir ki Türkiye buna karşı koyamayacak kadar uluslararası dünya ile entegre bir devlettir.
6 - Dünyada daha önce denenmemiş bir reaktör modeli kullanılıyor.
Denenmemiş bir reaktör tamamen uydurmadır. Sadece güvenlik tedbirleri Rusya değil, Batı modelindedir. Batı modeli üçüncü kuşak benzeri yüksek güvenlikli nükleer santrallarde olan önlemlere göz atmak için bu linkteki pdf'e bakabilirsiniz. Maddeler Akkuyu ÇED raporunda da genel hatlarıyla yer alıyor.
7 - Türkiye’nin Rusları denetleyebilecek ya da kalite kriteri koşabilecek kapasitede elemanı yok. Ancak "en güvenlisi olacak" gibi açıklamalar duyuluyor.
Turkiye'nin bu konuda tecrübesiz olduğu doğrudur. Ancak projenin işletmesi ve 100'de 100 sorumluluğu Rusya'ya aittir. Bu tecrübeyle diğer 2 santralin işletmesi Türkiye'de olacaktır. Bu sebeple 200 öğrenci Rusya'da eğitim görmektedir. Hatta bir ara üniversiteden mezun olduktan sonra bu eğitime katılmayı düşünmüştüm. Ancak Bilgisayar Mühendisliği'nden çok farklı bir alan olduğu için daha sonra vazgeçtim. Gerçi başvuru yapabilmek için Türkiye'deki üniversitelerin Fen-Edebiyat ve Mühendislik Fakülteleri’nin, fizik ve/veya matematik derslerinin okutulduğu tüm bölümlerinin hali hazırda “Hazırlık, 1., 2., 3. ve 4. sınıfı”nda okuyan Türk vatandaşı öğrenci olmanız yeterli. Zaten Rusya'ya gidip önce Rusça hazırlık eğitimi daha sonra 5,5 yıllık uzmanlık eğitim alınıyor. Henüz bilmiyoruz diye bir teknolojiyi öğrenmeyelim bu işe hiç girmeyelim demek 3. Dünya ülkesi düşünceleridir. Bu arada Rusya ile değil ama Japonya ile yapılan anlaşmada teknoloji öğrenme vardır. Teknolojinin öğrenilmesi, bu konuda araştırmalar yapılması ve bu alanda değerli elemanlar yetiştirmek Türkiye'nin ilerideki hedefi olmalıdır. Ayrıca bu argümana sığınan kişilerin Ermenistan (Ağrı merkezden 20 km ötede) ve Bulgaristan (istabul'da 250 km ötede) gibi ülkelerdeki eski teknoloji santraller ve bu ülkelerin bilgi birikimi(!) ile ilgili tek laf etmemesi manidardır.
8 - Ruslara 12.5 cent’ten 15 yıl (yani 70-80 milyar dolar) alım garantisi verildi. Dolar her geçen gün artıyor.
15 yıl satin alma garantili fiyat doğrudur. Ancak hesap yanlıştır. Satın alma garantisi sadece %50 uretime verilmistir. Bu da 35-40 milyar dolar eder. Anlaşma tam olarak olarak şöyle: Türkiye’nin 10 yıllık enerji planlamasına bakıldığında yıllık ortalama yüzde 8 enerji açığı görülmektedir. 2023'te bu açığın 500 milyar kWh'a çıkması beklenmektedir. 15 yıl boyunca alım garantisi var Hükümetler arası anlaşmada ülkemizin yükümlülüğü olarak sahanın, santralin söküm sürecinin sonuna kadar Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş.'ye tahsis edilmesi ve santralde üretilecek elektriğin yüzde 50'sinin 15 yıl boyunca TETAŞ tarafından satın alınması hükmü yer almaktadır. 15 yıllık bir satın alma anlaşması süresince, KDV hariç 12,35 ABD senti/kWh ortalama fiyattan satın almayı garanti etmiştir. 20 milyar dolar ilk yatırımı düşünürsek, 15 yıl için işletme, hammadde ve kar hesaplandığında makul bir rakamdır. Ayrıca Dolar'ın sürekli arttığından dem vuran kişiler heralde enerjiyi kendimiz üretiyoruz sanıyorlar. Kullandığımız enerjiyi de zaten ihraç eden bir ülkeyiz biz.
9 - Yakıtta Rusya’ya bağımlı olacak, bizim az olan uranyumumuz kullanılamayacak. Doğalgaz bağımlılığı yerine uranyum bağımlılığı artacak.
Bizim uranyum bağımlılığımız diye bir şey söz konusu olamaz. Çünkü santral Türkiye topraklarında olmasına rağmen ROSATOM'un santrali, yani hammadeyi nereden isterse oradan alır. ister Türkiye'den alır ister Rusya'dan getirir. Sen ülkendeki Uranyumu'u çıkar, daha uygun bir fiyat ile sat senden alsınlar. Serbest piyasanın en basit kuralıdır bu. Türkiye'deki hemen hemen bütün üreticilerin de hammadesini yurt dışından aldığı bir gerçektir. Ve ekonomimizdeki en temel sorunlardan birisi de budur. Aslında ülkemizde var olan ve çıkardığımız vakit hem ithalata olan bağımlılığımızı azaltacak hem de daha fazla kar etmemizi sağlayacak(Maaliyeti düşürecek) o kadar çok ürün var ki, bu hükümete getirilebilecek en büyük eleştiri budur zannımca. 12 yıllık iktidarı boyunca bu ürün yelpazesini ortaya çıkarabilir, yatırımcılara yol gösterip danışmanlık edebilir ve kendi hammadesini, ürün ve servisini daha az maaliyet ile ortaya çıkaran bir ekonomik model inşaa edebilirdi.
10 - Atıkları bertaraf etmeyi dünyada hiçbir ülke başaramadı.
Bu iddia doğrudur. Bunu bugüne kadar hiç bir ülke başaramamıştır. Öncelikle şunuda belirtmek isterim ki nükleer atık çok değerlidir. Yüksek derece nükleer atıklar içindeki plütonyum-239 barındırır. Bu bahsettiğimiz izotop silah malzemesi olarak kullanılabilir, alındıktan sonra orta derece nükleer atıklara dönüşür ki bunun da doğaya zararı vardır. Amerika'da 2009 yılına kadar 50 yıllık bütün nükleer atıkların kapladığı yer ise kabaca 30 cm yüksekliğinde bir futbol sahası kadardır. Verdikleri radyasyon doğaya zaralıdır. Ancak bunların muhafazası çok sıkı bir şekilde yapılır. Belki de “en iyisi hiç nükleer atık bırakmamak” denebilir. Ama unutmamak gerekir ki kömür gibi fosil yakıtlı santralleri kullanırsak, mirasımız hava kirliliği, sera etkisi (global ısınma) ve asit yağmurları olacaktır; gereğinden fazla baraj inşa etmeye kalkarsak da, tüm flora ve faunasıyla sular altında kalmış “eskiden toprak” bölgeler bırakmak zorunda kalacağız gelecek nesillere. Yenilenebilir enerjinin de karşısındaki alternatiflere oranla hala pahalı olduğu(Sakın devlet teşvikini gözardı etmeyin! Yoksa kalbinizi kırarım. Gelin buna Almanya'dan örnek verelim. Almanya bu enerji için kW başına 45 Euro-cent ödeyip 20 Euro-cente satmaktadır. Yani Almanya için bu iş bir imaj işi olmuştur. Ve sadece Yeşillerin siyasi zorlaması ile gerçekleşmiştir.) ve çevresel etkenlere bağlı olması gibi olumsuzluklar vardır. Panellerdeki verimliğin yıllar geçtikçe düşmeye başlamasından söz etmiyorum bile. Bu konu ile ilgili daha detaylı bir yazı yazacağım.
11 - Atıklar 100.000'lerce yıl boyunca deprem bölgesi olan Akkuyu su depolarında hasar görmeden korunmak zorunda. Rusya atıkları ülkesine almıyor.
Rusya ile yapılan anlaşmada atıklara ne yapılacağına dair bir boşluk var ama ikinci bir anlaşma ile belirleneceği söyleniyor. 1 yıl önce Alexander Superfin televizyon programında ‘biz sizden birinci derece atıkları alacağız’ dedi ve onu götürüp tekrar yakıt elde edeceklerini söylüyorlar.(Burada bahsedilen büyük ihtimalle yukarıdaki anlattığım plütonyum-239 izotopunun alınması işlemidir.) Akkuyu'nun internet sitesinde ise şunlar yazıyor: "Nükleer Santralde kullanılacak tüm yakıt Rusya’dan getirilecek. Atıklar da yine Rusya’ya geri gidecek. Atıkları Türkiye satın almak isterse, Türkiye’de de kalabilecek."
12 - Olası bir kaza durumunda 500.000.000.000 (500 milyar)$’lık hasarın sadece binde birinden Rusya sorumlu. Tüm masraflar Türkiye’den çıkacak.
Öncelikle yukarıdaki hesap neye göre yapıldı hangi parametreler kullanıldı açıklanmamış. Neyse rakamlar üzerinden konuşmayı bırakıp olası kaza durumunda sorumlunun kim olacağına bakalım. Linkteki haberde "Hükümetler Arası Anlaşma'nın (HAA) 16. maddesi uyarınca, nükleer zarar halinde, işbirliği ve sorumluluklar dahilinde üçüncü taraflar nezdinde doğabilecek yükümlülükler, Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu veya olacağı uluslararası anlaşmalar ve belgeler ile Türkiye Cumhuriyeti ulusal kanun ve düzenlemeleri çerçevesinde yönetilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, 29 Temmuz 1960 tarihli Nükleer Enerji Alanında Üçüncü Taraf Sorumluluğuna ilişkin Paris Sözleşmesi ile Viyana Sözleşmesi ve Paris Sözleşmesi'nin uygulanmasına ilişkin 21 Eylül 1988 tarihli Ortak Protokol'e taraftır. Nükleer bir kaza sonucu meydana gelen hasardan işleten sorumlu olup, Akkuyu NGS'de işletici firma olarak Akkuyu Nükleer AŞ (proje şirketi) sorumlu olacaktır." Anlaşmaya göre, santralin sahibi ROSATOM, işleten Ruslar olduğu için sorumluluk Rus tarafındadır. Ancak Türkiye bu konuda hiç bir şey yapmayacak oturduğu yerden bakacaktır demek yanlıştır. Hasarın ne kadarı kimden çıkacak gibi konularla ilgili detaylı bilgi yoktur.
13 - Uranyum yakıt çubuklarının sürekli olarak su ile soğutulması gerekiyor. Soğutma elektrik kesintisi gibi bir sebeple duracak olursa kısa sürede Fukuşima ve Çernobil gibi kazalar meydana geliyor.
Soğutma için elektrik kesilirse jeneratör devreye girecek. Jeneratör de bozuksa kurşun kaplarda sızıntı için 3 gün daha süremiz var. Kurşun kılıftan sızarsa beton kaplama için 10 gün süre var. 15 gün süreli bir elektrik kesintisi ben görmedim. Gören başkaları varsa bana da söylesin. Fukuşima'daki 30 yıllık teknoloji ve tsunami etkisi ile Çernobil'deki kılıfsız ve nükleer deney kaynaklı sızıntıların bununla kıyaslanması tamamen saçma olur.
14 - Türkiye tüm ülkeyi kapsayan elektrik kesintisinin sebebini bir hafta boyunca bulamamış bir ülke.
Aslında Türkiye'deki elektrik kesintisini ODTÜ Elektrik Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Sevaioğlu şurada basit bir şekilde izah etmiş. Türkiye'nin enerji ile alakalı sorunlarından bir tanesi yedeklemesinin çok düşük düzeyde olmasıdır. Yedeklemesi makul seviyede olsaydı, böyle bir durum ile hiç karşılaşmayabilirdik. Yapılacak olan nükleer santral ise var olan bu dar boğazdan kurtulmamıza yol açacaktır.
15 - Türkiye, santrali olmadığı halde 3. seviyeden nükleer kaza yaşayan tek ülke.
Doğrudur. Çernobil'den çevre ülkelerin hemen hepsi zarar görmüştür.
16 - Türkiye, topraklarında (Aliağa) sessiz sedasız radyoaktif gemi sökülüp hurdaları atılan bir ülke.
Doğrudur. ilgili habere bu linkten ulaşabilirsiniz.
17 - Türkiye, topraklarında uranyum işlenip normalin 400 katı radyasyon saçacak halde açık bırakılıp gidilen bir ülke.
Bahsedilen iddia ile ilgili herhangi bir bilgi bulamadım. Bahsettikleri yer neresi, ne zaman bu olay gerçekleşmiş vs gibi ayrıntılar yok.
18 - Santralin hidrolik sistem ihalesini “Milletin a… koyacağız” diyen adamın şirketi kazandı.
Doğrudur. Akkuyu Nükleer Anonim Şirketi’nin satın alma komisyonu kararı tarafından yapılan açıklamada "Cengiz inşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş., ‘Akkuyu NGS deniz hidroteknik yapılarının ‘Anahtar Teslimi’ projelendirilmesi ve inşası’ konulu iş ve hizmetleri gerçekleştirecek olan tedarikçi olarak seçilmiştir."
19 - Soma facia madenlerine sahip olan şirket bu projenin altyapısında yer alıyor.
Soma faciasını yapan şirketin altyapıda olduğu tamamen uydurma bir iddiadır. Manipülasyon amaçlı olsa gerek.
20 - Santral kazasız çalışırken dahi çevreye radyoaktif toz saçacağı için Mersin’de yetişen Çilek, muz gibi gıdalara “radyoaktif atık içerir” etiketi getirilecek.
Santral çalışırken radyoaktif toz saçtığı tamamen uydurmadır. Dünya'da böyle bir şeye ancak gülerler. Sağda solda da söylemeyin bunu. Dedim ya bu tarz argümanlara normalde cevap vermem ama çok tutuluyor malum. Santral çalısırken tek çıkan şey soğutmadan kaynaklı su buharıdır ki nükleer santrallardeki en zararsız şey budur aslında. Bu arada Akkuyu'da yapılacak santral'in bulunduğu bölge tarıma elverişli bir bölgedir. Yer konusunda belki daha farklı bir bölge tahsis edilebilirdi. Neye göre Akkuyu belirlendi bu konuda fikrim yok, belki enerji nakil hatları vs. gibi konular işin içindedir.
21 - Anlaşma teknoloji transferi öngörmüyor, yani Ruslar bize bu teknolojiyi de öğretmeyecek. Silah yaparız diye ümitlenmeyin.
Bu anlaşma teknoloji oğretmeyi içermiyor doğrudur. Ancak Japonlar ile yapılan anlaşmada teknoloji öğrenme var. Anlaşma çerçevesinde inşaatın yapımında maksimum düzeyde yerli şirketlerden destek alınacak ve buna bağlı olarak yan sanayi kurulacak. Öğrenci yetiştirilmesi ve onlara nükleer teknolojinin öğretilmesi, mühendislerin yetiştirilerek ilerleyen dönemde santralde çalışmalarına olanak sağlanması da anlaşma kapsamında yer alan diğer faktörler. Fakat sadece enerji üretmek için. Silah yapımı için teknoloji öğrenme anlaşması yaptığımız herhengi bir ülke yok. Zaten nükleer enerjiyi silaha çevirmek insanlık suçudur. Böyle bir teknolojiyi öğrenmemek gayet tabiidir.
22 - Türkiye'nin elektrik fazlası olduğu gibi %15 kayıp-kaçak oranı var. Akkuyu ise %2'lik bir katkı sağlayacak.
%15'lik kayıp kaçak doğrudur. Kaçak önlense bile bu elektrik legal kullanılacak demektir. Bu da elektrik ihtiyacının düşeceği anlamına gelmez. Cari açıkta düşüş yaşatır. Zira kaçak olan para alınabildiği takdirde tekrar dışarıdan enerji alımı için kullanılacaktır. Her 10 yılda elektrik ihtiyacı 2 katına çıkan bir ülkeyiz. Ayrıca nükleerin Akkuyu'dan katkısı 5 yıl sonra için %4'tür %2 değil. Diğer 3 santralle ve geliştirilmesi planlanan Akkuyu ile bu oran %15 olacaktır ki bu bile gelişmiş ülkelerin çok gerisinde bir rakamdır.
23 - Akkuyu bir ihtiyaç değil, siyasi bir tercih. Sadece altyapı şirketlerine gelir kapısı + Rusya'nın desteğini alma amacıyla yapılıyor.
Nükleer enerjinin siyasi bir tercih olduğunu düşünmüyorum. Yani en azindan bu hükümete has olduğu iddiası gerçek dışıdır. Türkiye'nin nükleer imtihanı 1960'lara dayanmaktadır. Gelen hemen her hükümet(Bu kadar açıktan olmasa da) aslında nükleeri hedeflemiştir en azından belli çalışmalar yapmıştır. Fakat sermayesizlikten, çeşitli baskılardan vs. dolayı hep ertelenmiştir. Arkaplanında hükümet ekonomiye can katmak şeklinde bir felsefe de düşünüyor olabilir ki kesinlikle ekonomiyi ivmelendirecek bir yatırımdır. Ancak salt bu düşünceyle hareket edildiğini pek sanmıyorum. Zira sadece cari acığın temel sebebi ve ithalatın en büyük kalemi olan enerji ihtiyacına baktığımız vakit asıl durumun biraz daha farklı olduğu ortaya çıkıyor. Gerçi bu hamle ile hükümet bir taşla iki kuş vurmuş oluyor.
24 - Zira Avrupa ülkeleri tüm nükleer santrallerini aşamalı olarak kapatma ve yenilenebilir enerjiye geçme kararı aldı.
Avrupa ülkelerinin hepsinin nükleer santral kapattığı doğru değildir. Hepsinin santralleri şu an da çalısıyor. Sadece Almanya gibi ileri teknoloji devi ve para sıkıntısı olmayan enerji ihtiyacı düşük seviyede artan ülke ya da nüfusu giderek azalan parası fazla isviçre gibi ülkeler azaltma kararı almıştır. Amerika, Kanada, Güney Kore, Çin ve daha bir çok ülke yatırım artırma kararı almıştır. Japonya dahi Fukuşima'dan sonra nükleer santrallerini kapatsa da tek tek hepsini tekrar devreye sokuyor.
25 - idarecimiz kim olursa olsun (siyasetten bağımsız düşünün), bu koşullarda yapılmasına razı mısınız?
Yukarıdaki bilgilerin hepsi kesin bilgilerdir. Tarafsız kaynakları araştırıp öğrenebilirsiniz. Gelelim siyasi meselelere. Bugüne kadar hep kendi bildiğim doğruları savundum. Hükümetten bağımsız bir şekilde bana göre yaptıkları doğrular varsa bunu söyledim, hatalarını da eleştirdim. Ancak şu bir gerçek ki nükleer Turkiye'nin ihtiyacıdır. Sadece enerji üretmek için değil teknolojiyi öğrenmek için bile şarttır. Bugün astronomi, tıp ve sanayide dünya lideri ülkeler gelişmelerini bu alana(teknolojiye) yaptığı yatırımlara borçludur.
Türkiye'nin bu teknoloji ile alaka yeterli bilgi birikimi olmadığı konusu doğrudur ve benim de eleştirenlere hak verdiğim bir mevzudur. Ancak bu arkadaşlar ellerini vicdanlarına koyup Ermenistan (Ağrı merkezden 20 km ötede) ve Bulgaristan (istabul'da 250 km ötede) gibi ülkelerdeki eski teknoloji santraller ve bu ülkelerin bilgi birikimi(!) ile ilgili de düşünmeleri gerekir. Ayrıca bu konu ile ilgili atılım yapmazsak böyle kalmaya devam edeceğiz.
Ülkelerde bulunan nükleer santral listesi için şu listeye bakabilirsiniz. Listede hali hazırda nükleer santrali bulunan kimi ülkeleri görünce gerçekten içiniz sızlayabilir. Ondan daha önemlisi ise bu enerji çeşidine yatırım yapan ve nükleer santral kurmak isteyen ülkeler. Bu arada şu linkteki yazıda durumu gayet güzel özetlemiş, okumanızı tavsiye ederim.
Yazının devamında şu aralar çok popüler olan yenilenebilir enerji ile devam edecektim ama yeterince uzun bir yazı oldu. Bir sonraki yazı bununla ilgili olacak. Almanya özelinden gidip Türkiye ile kıyaslama yapacağım.
Elimden geldiğince yukarıdaki bir çok asılsız iddiaya cevap vermeye çalıştım. Hatalı olduğumu ya da gözden kaçırdığımı düşündüğünüz bir şey varsa söyleyebilirsiniz. Ancak gereksiz politik tartışmalar yapmak niyetinde değilim. Lütfen bunu bilerek yorum yazın.
edit: bir arkadaş yazıyı buya koymamı linkin gözden kaçtığını söylemiş.
Nükleer Enerji Mühendisi Andrey Ozharovskiy'in açıklamalarıyla iyiden iyiye projenin nereye gittiğini görmüş bulunuyoruz. Kendisi daha önce belarus'da yapılmasına karar verilen nükleer tesise karşı çıktığı için toplum düzenini bozmaktan içeri alınmış. açıklamalar ise şu şekilde.
yargı mutlu'nun 26 nisan 2015 tarihli, çernobil'in yıldönümü olması münasebetiyle nükleer enerji ve türkiye hakkındaki yazıs. Özenle okumanızı tavsiye ediyorum.
Çernobilin yıldönümünde Türkiyede nükleer üzerine
26 Nisan Fukuşima ile birlikte dünyada yaşanan en büyük nükleer kazalardan birinin, Çernobil felaketinin yıldönümü. Ukraynanın kuzeyindeki Çernobil nükleer enerji santralinde 26 Nisan 1986 gecesi santralin 4. reaktöründeki patlama sonucu, reaktördeki erime nedeniyle, Hiroşima ve Nagazakiye atılan atom bombalarının yaydığı enerjinin 200 katı radyasyon, havaya, suya ve toprağa karıştı.
Kaza, başta Beyaz Rusya, Ukrayna ve Rusya olmak üzere çok geniş coğrafyada çevreyi ve insan sağlığını etkiledi. ilk belirlemelerde, Dünya Sağlık Örgütüne göre 4 bin, diğer bağımsız kuruluşların verilerine göre ise 200 bin kişi yaşamını kaybetti. Sakat doğumlar ve büyüme bozuklukları Ukraynada %230, Beyaz Rusyada ise %180 arttı. Tiroid kanseri vakaları ciddi boyutta arttı.
Bunun yanında italyanın yarısı kadar bir alan (yaklaşık 150.000 km2) kirlenip, Danimarkadan biraz daha büyük tarımsal alan da (yaklaşık 52.000 km2) harap oldu. Beyaz Rusyada ortalama yaşam süresi 74 yıldan 58 yıla indi.
Felaketin boyutları öyle büyük ve yayılmış durumda ki etkileri halen devam etmekte. BM Eski Genel Sekreteri Kofi Annanın Temmuz 2014deki açıklaması; Belarusta, Ukraynada ve Rusya Federasyonunda en az 3 milyon çocuğun (Çernobil kazasına bağlı olarak) fiziksel tedavi görmesi gerektiğini, meydana gelen ciddi tıbbi durumdan etkilenenlerin tam sayısını, 2016dan önce öğrenemeyeceğimizi ortaya koyuyor.
Yaklaşık 400.000 insan yeniden yerleşime tabi tutulmuş olmasına rağmen toplam 6 milyon insan halen radyasyondan etkilenmiş alanlarda yaşamaya devam ediyor. Çernobil felaketinden doğrudan etkilenen üç ülke, felaketin sürüp giden etkileriyle baş edebilmek için milyonlarca dolar harcamak zorunda kaldığından bölge ekonomileri halen durgunlukta.
DiĞER ÖRNEK FUKUŞiMA
Bizim ülkemizde de, mevcut iktidar tarafından ancak tüp gaz ile kıyaslanacak kadar ciddiye alınan ve ucuz olduğu iddia edilen nükleer enerjinin, olası bir kaza halinde ne gibi sonuçlara ve maliyetlere yol açacağının diğer bir örneği; 11 Mart 2011 tarihinde, deprem gibi doğal afetlere en hazırlıklı ve teknolojisi en gelişmiş ülkeler arasında kabul edilen Japonyanın, Fukuşima Daiichi nükleer santralinde yaşandı.
Kaza anında 6 reaktöründen 3ü çalışır durumdaki santral, deprem ve tsunaminin etkisiyle sular altında kaldı, elektrik sisteminde arıza yaşandı. Bu gelişmeler, santralin soğutma sistemini de devre dışı bıraktı, reaktörlerde kısmi erime ve patlamalar yaşandı. Fukuşimadan sızan radyasyon; toprağı, deniz suyunu, ağaçları, tarım ürünlerini geri dönülmez biçimde kirletti ve yaklaşık 200,000 insanın göç etmesine neden oldu.
Başlangıçta, felaketin boyutu Japon halkından ve uluslararası kamuoyundan gizlenmeye çalışıldı. Önceleri INES ölçeğine göre (Uluslararası Nükleer Kaza Ölçeği: International Nuclear Event Scale) 4 olarak açıklanmasına karşın, olayın gelişmesi ve uluslararası tepkiler sonrasında, en yüksek seviye olan 7 seviyesine erişildiği kabul edildi ve böylece Çernobil ile eşdeğer bir kaza olarak tarihe geçti.
Bunun üzerine başta Almanya olmak üzere birçok ülke nükleer santrallerini aşamalı olarak kapatma ve enerji politikalarını yeniden gözden geçirme kararı aldı. Fukuşimada yapılan tüm çalışmalara rağmen, radyoaktif atıkların halen okyanus suyuna karıştığı biliniyor. Bunun son kanıtı; nükleer kazadan dört yıl sonra ilk kez Kuzey Amerika kıyılarında radyoaktif belirtiler tespit edilmesi oldu. Kanadanın British Columbia eyaleti açıklarında Pasifik Okyanusundan şubat ayında alınan örneklerin incelenmesi neticesinde radyoaktif Sezyum 134′ tespit edildi. InFORM adlı bilim ağının internet sitesinde yayınlanan raporda, bulunan Sezyum 134′ izotopunun, 11 Mart 2011de Fukuşimadaki nükleer felaket sonrası ortaya çıkan karakteristik bir nüklit madde olduğu belirtildi.
TÜRKiYE VE NÜKLEER
Ülkemizde bu günlerde nükleer gündemi oldukça yoğun. Tayyip Erdoğan ve ekibi Mersin Akkuyudan sonra Sinopta da nükleer santral yapımını başlatmak için adımlarını hızlandırdı. Türkiye-Japonya nükleer işbirliği anlaşması, 31 Martta tüm Türkiyeyi kapsayan elektrik kesintisinin hemen ardından, AKPnin birçok tartışmalı yasa ve kanun hükmünde kararnamelerde yaptığı gibi TBMM kapanmadan bir gün önce gece yarısı operasyonuyla yürürlüğe girdi. Yapılan oylamada 191 milletvekili oy kullandı. 10 ret oyuna karşı 181 evet oyu ile tasarı kanunlaştı.
Ucuz, temiz enerji diye pazarlanmaya çalışılan nükleer enerjinin; çok yüksek ilk yatırım maliyetleri ve hâlâ çözülemeyen, çözüleceğine dair bir umut ışığı da barındırmayan atık sorunu gibi konular, AKP hükümetinin neden böyle bir gece yarısı operasyonuna daha ihtiyaç duyduğunu ortaya koydu.
Nükleer enerjinin hiç de ucuz olmadığına dair en iyi örnek; aynı ülkemizde yapıldığı gibi Rus gazına bağımlılığı azaltacak iddiasıyla inşaatına 2005te başlanan Finlandiyadaki Olkiluoto-3 reaktörü. Yapımcı Areva-Siemens konsorsiyumu, yaptığı açıklamada reaktörün en erken 2018 yılında devreye girebileceğini kabul etti. inşaata başlandığında reaktörün 2009 yılında elektrik üreteceği söyleniyordu. Dünyadaki en gelişmiş nükleer reaktör diye tanıtılan Avrupa Basınçlı Su Reaktörünün (EPR) maliyeti de dudak uçuklatıyor. 1600 megavatlık (MW) reaktörün maliyetinin 3,2 milyardan 8,5 milyar avroya çıkması bekleniyor. Bu tahmin, reaktörün yapımını üstelenen Arevanın Yönetim Kurulu Başkanı Luc Oursele ait ve iki yıl öncesine dayanıyor. Olkiluoto-3 reaktörün siparişini veren TVO firmasının başı da hem artan maliyet hem de tazminat davalarıyla ciddi anlamda dertte.
Atık sorunu ise ayrı bir muamma. Bugüne kadar hiçbir ülke nükleer atıkların nihai depolanması konusuna toplum tarafından kabul gören bir çözüm getirmeyi başaramadı. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) verilerine göre her yıl dünya genelinde 2,8 milyon metreküp radyoaktif atık oluşuyor. Nükleer enerji kullanımının yaygınlaşmasıyla bu sorun daha da büyüyecek. Radyoaktif atıkların ara depolaması veya nihai depolanmasının getirdiği dev maliyet enerji bedeline dahil edilmediği için doğrudan tüketiciye yansıtıkıp, tümüyle topluma yükleniyor.
Tüm bu sorunlar ışığında, 14 Nisanda Akkuyu NGSnin temeli tartışmalı bir şekilde atıldı. Bir yanda enerji bakanı Taner Yıldızın nükleer enerji güzellemeleri, diğer yanda oraya yaşam hakkını savunmak, nükleeri protesto etmek için giden halkın üzerine tomalardan sıkılan sular eşliğinde. En önemlisi de, Akkuyu NGS ÇED Raporunu hazırlayan nükleer enerji mühendislerinin, raporların bakanlığa sunulduğu tarihlerde ÇED Mühendislik firmasında çalışmadığının anlaşılması üzerine açılan davaların sonucu dahi beklenmeden.
Tayyip Erdoğan da çıkıp, büyük usta Nâzımın şimdi 3üncüden bahsediyor Amerikan doları dizelerinde dediği gibi, iğneadaya 3. santrali yapmaktan söz etmeye başladı bile.
NÜKLEER ISRARININ SEBEBi NE?
Peki, bu derece büyük riskler ve soru işaretleri içeren bir projede AKP hükümetinin bu kadar acele ve ısrar etmesinin altında başka gerekçeler de aramak gerekmiyor mu?
AKPnin, özellikle seçim dönemleri öncesinde, seçmen kitlesini ve medyayı manipüle etmek için kullandığı belli başlı siyasi manevraları var. Bunun da dayandığı temel söylem; Güçlü, büyük Türkiye vurgusu. iç siyasette kullandığı argümanlar ise, ya akıl sağlığını bozacak düzeyde, bilimi, çevreyi, yasaları hiçe sayan çılgın projeleri ya da dünyada, özellikle Fukuşima kazasından sonra güvenilirliği iyice sarsılan ve geleceğe dönük büyük riskler, tehlikeler taşıyan nükleer santral gibi projeler.
Elbette bu projeler salt arkasında oy kaygısı taşıyan söylemler sonucu ortaya çıkmıyor. Ekonomistlerin son yıllarda ve AKP iktidarı dönemi değerlendirmelerinde vurguladıkları gibi, Türkiye ekonomisinin dayandığı en büyük iki ana başlık; inşaat sektörü ve yabancı yatırımlar. Bu bağlamda bakıldığında, Akkuyu NGS bu tespiti doğrular nitelikte bir proje. Her ne kadar tamamıyla Rus sermayesi (Akkuyu Nükleer A.Şyi oluşturan şirketler içerisinde Rusya Devlet Nükleer Şirketi bünyesinde kurulan CJSC Rusatom Overseas, yüzde 74,915 oranındaki hissesiyle başı çekiyor. Bir başka Rus şirketi olan OJSC Concern ise yüzde 21lik hisseyle ikinci büyük ortak. Geri kalan hiseler de JSC Atomstroyexport, JSC Atomenergoremont ve JSC Atomtechenergo gibi Rus ve Avustralya ortaklı şirketler arasında paylaşılıyor) ve teknolojisiyle gerçekleşecek olsa dA kurulum aşamalarında yapılması gerekli bazı inşaat ve altyapı işleri yurtiçindeki firmalara da bir kÂr kapısı sağlıyor.
Elbette bu tarz ihaleleri alabilmeniz için belli başlı yandaşlık kriterlerini yerine getirmeniz gerekiyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde Akkuyu NGS deniz hidroteknik yapılarının anahtar teslimi projelendirilmesi ve inşası işlerini 3. Havalimanı ihalesinin de kazananlarından olan ve AKP döneminde sermayesini önemli ölçüde arttıran Cengiz inşaat aldı. Şirket aynı zamanda Mehmet Cengizin 17-25 Aralık operasyonları sırasında millete alenen küfreden ses kaydı ile de tanınıyor.
YTiNE 'BÜYÜYEN TÜRKiYE' YALANI
Kapitalizm, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ekonomik olarak sürekli bir büyüme ve sermaye artışını şimdilik AKP eliyle sürdürmek zorunda. Bunu yapmadığı sürece insanlığın, yani toplumun tüm kesimlerinin her anlamda gelişmesi için verebileceği bir katkı kalmadı. Her ne kadar, düzenin özellikle işçi sınıfı nezdinde bir inandırıcılığı kalmasa da, yaptığı tüm tahribatlarda insanlığa sahte bir umut yanılsaması sunması da şart. Bunu da gerçekleştirmenin en kolay yolu, milliyetçi ve dini söylemleri ön plana çıkartmak.
Sayısal anlamda nükleer santralin gerekliliğini kanıtlamak için vurguladıkları en önemli söylem, sözde büyüyen Türkiyenin gelecekteki enerji ihtiyacı. Bunun gerçekte hiç de öyle olmadığını, EMO raporlarına ve TEiAŞ verilerine bakarak rahatlıkla söyleyebiliyoruz.
Gazeteci Özgür Gürbüz bunu şöyle özetliyor; TEiAŞ 2014 yılında açıkladığı yeni projeksiyonda, 2020 için talep tahminini 333 milyar kWs'e düşürdü. Yani, Türkiye'nin 2020 yılındaki elektrik ihtiyacı yaklaşık 65 milyar kWs azaldı. Bu rakam Akkuyu'nun yıllık üretiminin (35 milyar kWs) iki katı! Bırakın Akkuyu'yu, Sinop'ta yapılacak eş güçteki nükleer santrala de gerek kalmadı. Türkiye'de ekonomi yavaşladı, tüketime dayalı modelin yarattığı, üretimden çok israfa giden elektrik artışı da birkaç yıl önce tarih oldu. Yılda yüzde 7lere yaklaşması beklenen talep artışının abartılmış olduğunu defalarca yazdık. TEiAŞ yeni projeksiyonunda bu oranları (hâlâ yüksek olsa da) yüzde 5lere çekti. Zaman bizi haklı çıkardı.
Geçtiğimiz günlerde, sıkça rastladığımız reklam filmi ise; yorganın altında el feneriyle ders çalışan bir çocuk görüntüleriyle başlıyor. "Birlikte hep daha ileri gitmeyi hedefledik, daha çok öğrenmek için, daha çok kazanmak için, daha güçlü olmak için, daha çok üretmek için" ifadelerinden sonra, ay yıldızlı milli takım forması giyen bir atletin birincilik görüntüleriyle devam ediyor
Reklamın en çarpıcı sahnelerinden biri de bisikletinin tekerleğine bağladığı masum dinamo ile ürettiği elektrikle ampulü yakan bir çocuğun görüntüleri. izleyiciye, "Türkiye tarihinin en büyük yatırımını gerçekleştiriyor, enerjide dışa bağımlı olmaktan kurtuluyor" iddiasını aktaran reklam filmi, bisiklete binen çocukların dar ve karanlık sokaklardan geçerek ışıltılı gökdelenlerin arasından ülkeyi geleceğe bağlayan köprüden geleceğe ulaşma görüntüleri ve "bu gurur Türkiye'nin, bu yatırım hepimizin. diyerek son buluyor.
Elektrik Mühendisleri Odası, reklamdaki bu ifadelerin gerçeği yansıtmadığını, aldatıcı ve toplumun bilgi eksikliğini istismar edici olduğunu, reklamın kamuoyunu yanlış bilgilendirdiği ve yönlendirdiği ekleyerek, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Yasaya açıkça aykırılık taşıdığını belirtiyor.
Özetle, AKPnin iktidarı süresince Ortadoğu ağırlıklı dış politikada istediğini elde edemediği ve başlardaki dış desteği arkasında hissetmediği açık. Bunun yanında iç siyasette de, 2013 Haziranında tepe noktasına ulaşan halk isyanı ve yolsuzluk skandallarından sonra kendi tabanını konsolide etmek için kullanabileceği araçlar da iyice azalmış durumda. Bu yüzden de Güçlü, büyük Türkiye söylemleri eşliğinde nükleer enerji gibi kritik projelere hız vererek seçime girme niyetinde. Ne yazık ki o reklamda bisiklet dinamosuyla elektrik üreten çocuk için hiç de parlak olmayan bir gelecek projeksiyonu var önümüzde. Bu karanlık geleceği sıfırlamak ve yeni bir gelecek üretmek ise sadece bizim ellerimizde.