bir şans verilse, hayata kim olarak gelmek isterdin diye sorulsa bir; dünya sikine minare götüne bir berduş, iki; akgün akova derdim.*
o güzelim şiirlerini yazdığı, aşık olduğu kadının; karısının, iki yıl ingilizce öğretmenliğimi yapmış özlem akova olmasıyla beni dumurlara sürüklemiş adamdır aynı zamanda.
bugüne dek baba bana bağırma şiirini okumamış insanlar, çok şey kaybetmişlerdir.
duymuşsundur Kaşıkçı Elması'nı bir kaşık suda boğdum
yazdığım şiire girmek istedi piç kurusu
alısmışmış aşk şiirlerine
var mı öyle yağma be
üstümüzde ne hakkı var ne iyiliğini gördük
ne değeri var Hiroşima 8.15'de
Kurtuluş Savaşı'nda, Vietnam'da, mayın tarlalarında
duymuşsundur Topkapı Sarayı'ndan kaçırıp boğdum Elmas'ı
herkes hak ettiğini
bak hak edilmiş cazgır sevinçlerim oldu mu
ille de yanıma seni isterim
gel beni kadınla, beni ateşle, beni demle
sözcüklerimin izini sür
sıyır kabuğundan gerçeği
porselen kırığımı, yazboz tahtamı
Fenike alfabemi çöz götür milattan önce çok eskiye
hüznümün parantez içini aç, genişe aç, sessize aç,
belleyip yabanotları yeşille
yalnızlık nöbetime geldi mi sıra
beni ikizle, beni kedile, beni sevgile
biliyorsun yaşamak zorundayız kimseye boyun eğmeden
iki kişi de olsak, çoluk çocuk da olsak
oysa gökyüzünün kuş mezarlığına döndüğü doğru
insanların şikayet kutusu olduğu
denizin ucu kaçmış su olduğu
cellatların büyük ilanlarla arandığı doğru
işte sırtımı sana dönüyorum öldüreceklerse sen öldür beni
yaşayacaksam sen yaşat
sen adala, sen dalgala, sen ıslat
duymuşsundur ömür boyu hapis yedim bir kadının boynuna
baba bana bağırma
bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan
kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun
kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler
tenorlar kaçtı ses tellerinden
çevreye saçıldı yavru diktatörler
seni ne sopranolar istedi de vermedik baba
baba bana bağırma
bayrak direklerine konan kartalları anlat
uzun uzadıya
nasıl da göremediler avcıları
o keskin gözleriyle vah hah ha
şans yıldızlara özgü bir yalan baba
yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız
savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna
yalanları yazdım defterime hiç unutmadım
radyasyonu radyo istasyonu sanan Bakanları
çiğleri, Meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen
doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların
hiç unutmadım
sakallarını yüzlerinde
yüzlerini sakallarında unutan adamları
ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını
Uğur Mumcu'yu biz yapan bombanın
hiç unutmadım
uzak yakın tüm tuzakları baba
yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen
bir gam ağacısın
kar yüküne dayanamayıp kırılan
ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin
geri getirmediler
güneşin başına gelenleri
biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba
baba bana bağırma
bir kulağımdan giriyor sözlerin
öbür kulağımı tıkıyor
Buenos Aires'te olsaydım diyorum içimden
Eva'nın peronunda
karanlıktan kuşlar çalan bir tren
bir bıçak kaçağı
tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte
ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
burada
bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde
burada, tam karşında
hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman
hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi
yol alırdı saatler
karılarının namuslarını dillerinde saklayan
adamlar vardı bir taraflarda
televizyon kanallarında yitirilen çocuklar
gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar
ve depolara indirilen Lenin heykelleri vardı
Sovyet Rusya'da
kafandaki duvarları
niye cebine koymuyorsun sen baba
baba bana bağırma
farkında değilsin
arkasını ezilenlerin yaladığı
bir posta puludur dünya
bir karadelik yutana kadar uzayda bizi
asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen
söylemenin tam sırası
ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin
partiler getirdi baba
ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
bir yaşamlık kaygı duruşundayım
yakın tarihimiz için
baba bana bağırma
bacağından vurulursa bir şiir
nereye kadar gidebilir
bana bağırma baba
kendine bağır
yoksa her şey bitebilir...
barış nedir sevgilim
biliyor musun
bir köprü müdür üstüne gölgeler düşünce çöken
halka açılamadan batan bir şirket
iki savaş arasında verilen çay molası mıdır barış
yoksa
hurdacıya söylediği son sözler mi
bisikleti vurulan bir çocuğun
söyle sevgilim
Einstein'ın Roosevelt'e yazdığı mektup mudur barış
Lozan'dan gelen telefon mu Mustafa Kemal'e
çöplerini bilimin süpürdüğü bir sokak mıdır barış yoksa
söyle sevgilim
de ki
tünediği balkon uçuruma düşen yavru bir kuştur barış
saatçiyi hapse attıkları için kurulamayan bir meydan saati
ayağımızdaki paslı çiviyi bacağımızı keserek çıkaran bir melek
de ki
aptalların türküsü
oyuna getirilenlerin ülküsüdür barış
dişleri sökülmüş Asya kaplanıdır kapitalizmin sirkinde
de ki sevgilim
içine bayat pil konmuş el feneridir barış
fosforlu izleridir bayrakların üzerinde gezen salyangozların
barış düşsel beyaz buluttur bir kaleye çarpıp dağılan
kör bir toplumun tehdit dolu yazılarla kirlettiği bir defterdir
barış
kendinde bulamayıp başkalarında aradığıdır insanın
barış
halkının üzerine devrilen bir devlettir zor dönemeçlerde
açılmadığı için posta kutusunda ölen bir mektuptur barış
patlayıp seyircileri öldüren bir futbol topudur son dakikada
bunların hiçbiri
hiçbiri değilse barış
söyle sevgilim
savaşın düş kurduğu yerlerde
hangi yüzsüzün uydurduğu bi' sözcüktür
şu dillerden düşmeyen barış...
göllerimi bırakıp denizlerine gelirim
sevişmek için seninle
Flora, çağlayanın karnında çırpınan kayık
isteğin masalı
tenime dağılan mıknatıs
yüzükoyun yatmasan göremezdim
sırtında bir bahçıvanın makas izleri
Sevdalılar Parkı'nda ağır yaralı
dudakların boynumun altında patlayan
yavru papatya
sokaklar bile göç ediyor Flora
saatler ıslanıyor
Tamburi Cemil Bey çalıyor seni anımsatan şarkıları
kente kanadı kırık melekler yağıyor
sevdamız yüksekten uçurdu bizi
sevdamız, siste dolaşan tavuskuşları
biz sevişirken ölmeliyiz Flora
köprülerin üzerinde, çatlayıp bizi ikiye bölen
erimiş bilgisayarlar bulmalılar çöp kutumuzda
oyuncak mağazaları için soygun planları
tahtlar, somun altından
biz sevişirken ölmeliyiz Flora
birileri haber vermeli bunu muhabbet kuşlarına...
"saçıma dokunma" diyorsun masal saçan bir sesle
ekmek gibi dilimlediğimiz yatak sarılmış bize,
bırakmak istemiyor
kasıklarını öperken "saçıma dokunma" diyorsun
dilimde gezdirirken seni,
"saçıma dokunma, n'olur"
kapısı açılan bahçene girerken bir daha, bir daha
anılar dökülüyor göksarmaşıktan
ikimiz de biliyoruz
bir çözsem saçlarını
bir daha söz etmeyeceğiz ayrılıktan
saatlerin saçları olsaydı sevgilim
bu kadar hızlı geçip gider miydi zaman
ah sevgilim ne diyecektim ben sana
aç pencereyi ve dışarıya bak
son gecemizde kar altında kuğular...
aşkımız bir gün uçup giderse aramızdan sevgilim
sırt çantalı bir duman gibi
bir melekle çarpışan kelebeğin kanadından dökülen toz
bir çağlayanda sürüklenen bir dal parçası gibi
istemediğimiz yerlere giderse aşkımız
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven
kendi yarattığımız boşluğun ucunda
sıkı sıkı tuttuğumuz bir kapı koludur yaşam
ve aşk, en derin kuyumuza düşen keman
yürüdüğümüz yollar daralırken
çökerken altımızdaki merdivenler
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven
sevdalılar bilir
bir kuş yağmurudur ilkbahar
sevmeyi beceremeyenlerin koyduğu yasaklar
çözülüp gider çocuk gölgelerinde yazın
ve ağzımızın içinde dağılır aşk
sapsarı bir şeker gibi erirken sonbahar
bitmeyen bir kıştan söz açılırsa sevgilim
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven
elimi uzattığımda sana gemileri göstermek için
dümende kan kokusuyla bayılmış bir kaptan
ateşin yüreğine sürüklenen bir ülke ufukta
ve çekirge sürüleri yolcu bavullarından çıkan
sevgilim
dökülürken tüyleri
savaş uçaklarına çarpan güvercinlerin
her gün değişen atlasların içinde tara saçlarını
ve yalnızca kanatlarına güven
götürürlerse bir gün beni ellerim iplerle bağlı
şiirlerimin bilmediği yerlere ve hiç kimsenin
alnımdan fırlayacak göçmen bir kuş gibi dur
dünyanın paslanmış sırtında
ve bensizliğe havalanırken
korkma sevgilim
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven...
şu dakikalarda hatay' da, ottoman palace' da düzenlenen bir tıp kongresinde durmak bilmeden anlatıyor, anlatıyor. hâlâ anlatıyor.
(bkz: anlatıyor efenim durduramıyoruz)
Eşi Özlem Akova ' dır. Bir ara Gebze Anadolu Lisesi'nde öğretmenlik yapmıştır. Akgün Akova ' yla tanıştığımda onun bu kadar önemli bir şair olduğunun farkında olmayacak kadar küçüktüm. Daha sonradan değerini anladığım için muzdaripim.
eşinin adı özlem akova -ki kendisi kenan evren anadolu lisesi'nde ingilizce öğretmeni idi- olan şair.
lise yıllarımda sunay akın ile birlikte okulumuzda konferans verdiği zamanı hatırlıyorum da o zamanlar 1. sınıfa giden bir oğlu vardı. oğlunun kızlarla olan maceralarından ve hassas ruhundan bahsetmişti.
sirk eğiticileri hakkında yazdığı yazı sayesinde, sirkleri işkence yatağı olarak algılamama neden olmuş yazardır; eşini model olarak kullandığı mavi fona sahip fotoğrafı ile fotoğrafçılığı önünde eğilmeme neden olan yazardır.
1962'de Sakarya Akyazı'da doğdu. Lise öğrenimini Gebze'de, üniversite eğitimini Hacettepe Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü'nde tamamladı. istanbul Üniversitesi işletme iktisadı Enstitüsü'nü bitirdi. ilk şiiri 1984'te Milliyet Sanat Dergisi'nde yayınlandı. Ardından peşpeşe şiir kitapları geldi. Bazı şiirleri ingilizce, Fransızca, Almanca, ispanyolca ve Boşnakça'ya çevrildi. Ataol Behramoğlu, onun şiiri için, "1980'li yıllara özgü külhani bir edanın özgün, başarılı sentezi. Neredeyse her dizeden taşan dizginsiz bir yaşama sevinci, gençlik ve enerji dolu şiirler" değerlendirmesini yapıyor.
SEVDAN KARANLIĞA YAYLIM ATEŞTE
üç-beş yıldızkaydı nöbeti on nisan
sevdan karanlığa yaylım ateşte
salyangoz saat tosbağa takvim
ve gece dünyaya saplı kara kırık cam parçası
kadınımsın uzaktasın beklersin
çoban yıldızını
yağmur siparişlerin pazar gününe gelir
bulut mağazaları kapalı
dökersin tüylerini göğü
yazin ersin merdivenini kaygan kadınımsın kökü ay ışığında büyüyen özgürlük duygum gibi kokulu padişah mührü gibi
siyam balığı gibi
beni sorarsan sevdiğim
gözümü hamam böceklerine diktim
nükleer savaşta kavrulacakken homo sapiens türü parçalanacakken onca beyinle yürek
böcek toplumunun sağ kalacak olması manzara onların canı can da bizimki radyasyonlu patlıcan
akıl olsa insanda iğne deliğinden geçecek kadar
övündüğü kadar farklı olsa
hayvandan yazılmazdı tarihi kinle kanla
ve olmazdı çocukların oyuncağı kurşun askerler yirmiüç onbeş otobüsü Van-istanbul iki haziran sevdan karanlığa yaylım
ateşte karagöz şoför hacıvat muavinve gece kömür tozu yutturulmuş kör kuğu gökyumağım çayda çıram kadınım dönüyorum sana
kana bulamadan elimi dönüyorum dişlemek için memelerini
dönüyorum işte Yavuz Sultan Selim'e inat
"... seferden vazgeçip istanbul'a dönmek isteyen
durmasın dönsün
karılarının sıcak koynuna
beni sevenlerse bre
sürsün atını mertçe peşimden "
dönüyorum
yağlı ipi tüysüz şehzadelerin boynuna dolamak mertlikse
mertlikse Lale Devri Yedikule Zindanı jurnalciler sürüsü mertlikse
darağaçları dönüyorum'boş ol' diyerek kadınları tuz buz etmek mertlikse
mertlikse bindirmek halkın sırtına vergiyi
oturak alemlerinde boşaldıkça hazine mertlikse baştan sona Osmanlı tarihi dönüyorum
dönüyorum genelevden çıkmış gelin acelesiyle kadınım kısa dalga cızırtım
sevdan karanlığa yaylım ateşte
sunay akın'ın dostu olduğunu öğrendikten sonra iki kitabını okuduğum şair. sıradanın üzerinde şiir yeteneği var, sevdiğim kadın adları gibi ile aşk ve kuyruklu yıldız kitaplarını okumuştum, iki kitap da birbirine benziyor, aynı şaire ait bu iki kitap diyebiliyorsunuz, bu da üslup açısından çizgisini koruduğunu gösteriyor.