hayatın nasıl da yol alırken bir şeyleri yıkarak, yok ederek sürüklendiğini düşündürten seridir benim için. ince memed' de ağa karşındaki marabayı yani memed' i desteklerken, akçasaz' ın ağalarında bu seferde makineleşmeyle beraber geleneksel yapının altüst olması ve ahlaki değerlerin yok olmasıyla türeyen modern ağalar karşısında geleneksel ağaları destekler insan. yaşar kemal'in iyi bir yazar olması bu nedene de bağlanabilir, okuru farklı şeyler hissetmeye, düşünmeye sevk etmesi. eğer bu iki kitabı okumasaydım aldığım herhangi bir nefes anlamsız olacaktı, o anlamı katan yazara saygılar.
" o iyi insanlar, o iyi atlara bindiler ve çekip gittiler" sözüyle başlayıp yine bu sözle biten bu kitaplarda çok partili hayata yeni geçmiş türkiyesinin bereketli çukurovası nda, uçsuz bucaksız topraklar üzerine kurulmuş soylu iki derebeyin atalarından kalma yüzyıllardır süregelen kan davası uğruna verilen mücadele anlatılırken; aynı zamanda bu beylerin kendi etrafında olup bitenlerden bihaber olmaları, sanayileşmeye başlayan ülkede toprağın değerinin giderek azaldığı ve artık fabrikatörlerin ortaya çıktığını görememeleri kendi sonlarını getirmekte, derebeylik sistemini de hızla çöküşe götürmektedir. sanayileşmeyle birlikte kapitalizm yavaş yavaş boy vermekte, bu arada ırkçılığın da sermaye sahiplerinin eliyle menfaatler doğrultusunda halka bir dönem nasıl dağıtıldığına şahit oluyoruz.
romanın arka planında anlatılanlar kaba taslak böyle. ama bir de yakın çekimde soylu sarıoğullarıyla en az kendileri kadar soylu akyollulların arasında süren bir mücadele, yapılan bir savaş var ki; ve bu savaş öyle onurlu ve şerefli bir savaş ki, insanın böyle düşmanlık olacaksa dostluğun gözü çıksın diyesi geliyor.
birbirlerinim kanlarını son damlasına kadar içseler yine de rahat etmeyecek olan ama birinin törelere sığmayan, haysiyetsiz bir davranışının diğerini sanki kendisi yapmışçasına üzdüğü bu kan davasında sarı derviş beyin en büyük düşmanı ve en büyük dostu akyollu mustafa beydir. diğer kan içici yeniyetme ağalar piyasaya çıkıp gözlerini akçasaz ın kuruyan bataklığına ve böylece ortaya çıkacak olan, yaşar kemal in "bakire bir kız uzansa bu toprağa döl verecek" dediği bu bereketli topraklara dikerken iki dost ve düşman bey hiç oralı bile olmuyorlar. onlarda ne para hırsı, ne kadın tutkusu, ne de köylü sömürüsü.. yeniyetme ağaları ise bir çöp yerine dahi koymamaktalar.
ama devir değişiyor ve devran başkalarından yana dönüyor. akçasaz bataklığı kururken herkes bir köşesinden sömürüyor bu bire bin veren toprağı ve devlet teşvikiyle yeterince parası ve toprağı olan her kişi fabrikalar açıyor ve daha açmadan milyonları götürüyor. akyollu nun nesi var nesi yok oğlu tarafından satılıp sanayiye yatırılırken diğer yanda sarı derviş ise durmadan en iyi yerdeki topraklarını elden çıkarmak zorunda kalır. bu arada bir zamanlar kapısına köpek olarak almadığı ağaların karşısında çaresiz topraklarını satınca bir bir, o içler acısı hali ve ezilmişliği insanın yüreğini burkuyor. allah kimseyi attan indirip eşeğe bindirmesin ve hiç bir kurdu da kocadıktan sonra köpeklere maskara etmesin. amin.
aslında anlatılanlar bu iki asil beyin hazin dramıdır. kendi soylarının son türlerini oluşturan bu iyi beyler de o iyi atlara binip gittikten sonra kendi oğulları babalarından daha dost gülücüklü ve daha düşman bir şekilde elele kolkola, ortaklaşa fabrikalarını açıp eski bir soyun köküne kibrit suyu döküyorlar.
feodalizm yıkılıp yerini kapitalizme bırakırken güzel ülkemde, o yıkıntıların altında iyi insanlar, soylu atlar ve kadim gelenekler kalıyor, orda can veriyor.