Gençliğimde üniversitede kalmak fikri her aydın gibi bir ara beni de yoklamıştı da, limon satarım gene de devlet memuru olmam görüşü ağır basmıştı... iyi etmişim. Şimdi profesör maaşıyla sürünecektim. Çünkü bu ülkede profesör maaşıyla sürünülür. Başka yerlerden başka gelirlerin olacak! Çünkü öğretim üyeliğini de, tıpkı hariciyecilik gibi, ancak zengin çocuklarının zevk için yapacakları bir işe çevirdiler!
Başbakanlık bir araştırma yaptırmış, Türkiye'de akademisyenler berbat durumdaymış...
Birer yüksek liseye çevirilmiş devlet üniversitelerimizde araştırma özgürlüğü, düşünce özgürlüğü falan hakgetire.. (Adam Avrupa'nın Atatürk heykellerine bakışını dile getirdi de az kalsın yüreğine indireceklerdi)... Ayrıca ekonomik durumları da berbat.
Başbakanlığın araştırmasına göre hemen hepsi borçlu yaşıyor, tasarruf edemiyor, mutsuz ve kendini değersiz hissediyor...
Yarıdan fazlası, kredi kartının borcunu zamanında kapatamamaktan yakınıyor. Yarısı günlük yaşıyor. Tamamına yakınının özel sağlık sigortası ve hayat sigortası yok. Eşlerinin ve çocuklarının da yok. Ufuklarında devlet hastanelerinin kuyrukları ve öldükleri zaman çoluk çocuklarına da üç otuz para maaş görünüyor...
Türkiye'de öğretim üyeliği demek, eski elbise, eski mobilya, eski model televizyon, eski ve yerli araba, üniversite yemekhanesinde de 'kifaf-ı nefs eylemek' demek... Kitap alamamak demek...
Her bilim dalında da dışarıya iş yapmak ve ek gelir sağlamak mümkün değil. Hukukçu dava alır ya da bilirkişilik eder, doktor saat üçten sonra muayenehanesine gider da, sosyolog, semtinin sabit pazarında sosyoloji mağazası mı açacak?
Bir minibüs şoförünün bir profesörden daha fazla kazandığı düzen, sizlere hayırlı olsun.
Hiç boşuna Özal'a küfür etmeyin gene, bunu siz istediniz.
Çünkü devlet memurluğu, yani ömür boyu iş ve maaş garantisi tatlı geldi.
Kendini özel sektörde işe vuracak büzüğe sahip olan bizleri de burjuvaziye hizmet etmekle hep suçladınız.
Kimimiz başardık, paçamızı kurtardık, kimimiz tutturamadık, yokolduk gittik ama sizinki tavşan kuyruğu gibi ne uzar ne kısalır!
iki kere işten kovuldum ben, on bir ay boş oturduğum oldu, günde bir paket sigara içmeye param yetmezdi de, ikiye böler, yarım pakedi bir gün, öbür yarısını öbür gün içerdim, sen hangi riske girdin koçum hayatında?
Canımı ortaya koydum, belimde kovboy gibi çift tabancayla gezdim de bu noktaya öyle geldim.
Boşanma davalarını saymazsak, hayatında kaç kere yargılandın? Benimki beş yüz elli. Kaç kere ağır cezaya çıktın? Ben iki kere.
Bu işin bireysel ve psikolojik yanı... 'Ben burjuvaziye çalışmam, kendimi sömürtmem' diye laf kıvırtan, dili varıp da 'ben bir halta yaramam' diyemeyenlere...
Asıl sözüm büyük devlet büyüklerimize... Anlı şanlı bürokrasiye... Üniversiteyi berbat eden sizlersiniz.
Çünkü 'ulemanın belini kırmak', üniversiteyi ehlileştirmek için onu tapu dairesi gibi, evkaf dairesi gibi, herhangi bir devlet dairesine çevirdiniz.
Artık öğrenci eylemleri, ara sıra çıkan üç beş arbede dışında pek olmadı ama bilim de yapılamadı.
Ulema da, sizin alt kadrolarınızla aynı ekonomik düzeye düştü.
Her üniversitenin kendi rektörünü kendi seçtiği, kendi öğretim görevlilerinin maaşlarını da kendi döner sermayesinden ödenmek üzere kendi saptadığı bir düzen kurulamadığı sürece, hep birlikte sürüneceksiniz! işe yarayan hoca da hep özel üniversiteye kaçacak, lise hocasının özel okula ya da dershaneye kaçtığı gibi...
Şimdi Ankara'da büyük bir 'memur yürüyüşü' hazırlanmış, Recep Tayyip Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkmasını önlemek için...
Katılın ve yürüyün, belki gelir düzeyiniz yükselir.
Yoksa memur maaşlarının artması için ille de darbe mi gerekiyor?