ailenin aşırı ilgisinden kurtulmak

entry3 galeri0
    3.
  1. şehir dışında üniversite okumakla mümkün olabilecek durum.
    1 ...
  2. 2.
  3. 1.
  4. uçmaya başlayan bir kuş olmaktır. zamanı geldiğinde uçmalıdır, uçmasına izin verilmediği zaman kaçmalıdır.

    kaçmak deyince yanlış anlamayın he yiğitlerim, "ben büyüdüm, mini eteğimi giyeyim kaçayım evden, kesha gibi küvette uyanayım" demeyin sakın, kızılcık sopasıyla döverim sizi. benim asıl demek istediğim büyüdüğünüzü kanıtlamanız gerektiği. anaya babaya atar yapın demiyorum ha. yada durun en iyisi kendi hikayemi anlatayım size (başından beri bunun için uygun söz dizilimi arıyorum zaten, ehe!).

    her şey sokaktaki çocukları izlememle başladı. evet, sokakta çocuklar oynarken balkondan izleyen velet benim. ben tek çocuk olduğumdan mıdır nedir, annem bana inanılmaz korumacı davranıyordu. hakkını yemeyeyim, çok gezdirdi beni küçükken, kadıköy, üsküdar, beykoz ve avrupa yakasındaki bazı müzeler. ama abi, ben o yaşlarda hiç dışarı çıkamadım kendi başıma. hiç böyle dışarı çıkayım, top oynayayım demedim. desem annem bırakmazdı zaten. okul ile aramızda bir sokak vardı ilk okula giderken. 4. sınıfa kadar annem götürdü okula beni. ciddiyim la, okula giderken hep tek başına olan çocuklara özenirdim. yada arkadaşları olan çocuklara. 4.sınıfta annem beyin kanaması geçirmese yine öyle gidecekti. ama ben diyorum, her işte bir hayır vardır, elbet annemin beyin kanaması bana fayda sağlamıştı. durun durun hemen kötü gözle bakmayın bana, bende annem beyin kanaması geçirsin istemezdim. hatta o vakitler çok üzgündüm. ama her kötü şeyin arkasında bir iyi şey vardır ya, benim dünya ile tanışmam sağlandı. nasıl mı? annem hastaneden çıktıktan sonra artık bana olan ilgisi normale doğru gitmişti. artık sokakta bazen arkadaşlarımda oynayabiliyordum, okula kendim gidiyordum.

    ama her şey bitti mi? tabii ki hayır! annem beni bırakmış olsa bile ben hala onun etkisindeydim. giyeceğim giysileri o seçerdi hep, saç kesimimi o ayarlardı, ne yapacağımı hala o söylüyordu.

    7. sınıftayım, dershanede herkesin cep telefonu var. benim yok, annemden ne zaman istesem bir bahane buluyordu. sonunda iplerden kurtulmanın zamanı gelmişti, annem ne kadar "oğlum radyasyon, oğlum sağlıksız, oğlum ne işine yarayacak bu telefon?" dese de dinlemedim. sonunda "tamam" dedi. ama annemin başka planları vardı. bana dedemin eski bir telefonunu verdi. telefon dediğim kafam kadar bir şey, antenli filan. sadece arama yapmaya yarıyor. başka bir özelliği yok. dershaneye bu telefonla gittim (tabii kendimden saf bir eminlik ile, telefonum var, boru mu lan?) millet ses kaydı dinliyor, fotoğraf çekiyordu. bir anda bütün güvenliğim gitti. şu zamana kadar hiç rezil olmaktan korkmamıştım. o telefonu alana kadar. telefon çaldı mı izin isteyip çıkıyordum sınıftan, tenefüs ise asansöre biniyordum. biri gelince babamın veya annemin suratına kapatıyordum telefonu. ama bu telefon beni oldukça şaşırtmıştı. alaturkanın deliğine düştüğü zaman sabunla yıkadım telefonu. bozulmadı. bozulmadı oğlum!

    velhasıl sonunda adam gibi bir telefon aldırdım, hatta dershanede çoğu kişinin ilgileneceği türden iyi bir telefon. lakin bu iş bununla bitmedi. sırada giyim işi vardı...

    lise 1'e yeni başlamıştım. bilmiyoruz oğlum biz bu avrupa özentisi şeyleri. yok coolmuş, yok havalıymış, yok bilmem ne haltmış. çocuğun biri bir kıyafet giyiyor havalı oluyor, bir kıyafet giyiyor ezik oluyor. ben hiç anlamam bu işlerden. bundan dolayı anneme bırakmıştım giysi seçimini. bizim okulun kıyafeti mavi lakos mudur nedir, ondan. onun üzerine polar mıdır nedir işte ondan. o kadar. yani pek kötü bir kıyafeti yok. lakin ben okula siyah kazağımı giyerek gidiyordum (bak burası çok önemli), kızlar benimle "bayramlık çocuk gibisin arda!" deyip dalga geçerlerken bende gülüyordum. ne bileyim kardeşim, benimle gülüyorlar zannediyordum. o sene saf saf gezindim. benim gibi arkadaşlar edindim, meğersem düşündüğüm kadar cool değilmişim (burada kahkaha efekti koyuyorum).

    neyse, bu işten de kurtulmuştum. yine giysi miysi anlamadığım için sadece siyah giyiyordum. bu en azından kıyafet sorununu çözmüştü. lakin bu sefer yemek sorunu başlamıştı. yemek yapmayı bilmiyordum. yaşıtlarım çorba, makarna yapmayı biliyorlardı. arkadaş bana "gel bir gün bizim bahçede ızgara yapalım" bile demişti. lakin işin kötü yanı ben tost bile yapmayı bilmiyordum. bırakın tost yapmayı, ortaokula giderken kahvaltıyı annem ağzıma tıkardı. evde yalnız olduğum zamanlar kahvaltı hatırlamaya acizdim (ki tek yapmam gereken tepsiye bal, zeytin, peynir ve ekmek koymaktı, bunu bile yapmaya üşenirdim). her gün eve gelince (annem çalışmaya başlayınca yakamı biraz olsun bıraktı) soğuk köftelerle karşılaşmaktan bıkmıştım. sonunda annem eve yemek bırakmamış, ben zaten kahvaltı etmemiştim (lise 1'i ikinci defa okuduğumda hemen hemen sabahları hiç kahvaltı yapmazdım, ikinci defa okumak dediğim çift dikiş işte, ehehe, yinede siz yapmayın kardeşler). annemi telefonla aradım, bana tost yapmamı söyledi. öylece kaldım, sıradan bir insan için mantı yapmak neyse, benim için tost yapmak oydu. bende başka çare bulamadım, kesmeye başladım peynirleri. tabii ki ince kesmedim. üç adet tostu, tost makinesine koyup içeri gittim. 10 dakika sonra döndüğümde karşılaştığım manzara korkunçtu. hemen fişi çektim, tost makinesinin kapağını hafifçe kaldırdım. ne göreyim abiler ablalar? tost makinesinin içinde bir peynir gölü var! ekmekler üst tarafa yapışmış. kaşıkla azıya kazıya yedim. o gün yemek yapmaya tövbe ettim. ama tabii ki tövbe etmekle olmuyor, her zaman arkamdan yemek yapacak biri bulunmuyor.

    lise 2, ahh lise 2. iplerin en çok koptuğu dönem. bu dönemde ergen bıyığım tam anlamıyla çıkmıştı. yaşıtlarım rahat rahat tıraş olurken, tatillerde sakal bıyık bırakırken, ben ergen bıyığımla duruyordum. lise 1'den beri anneme "anne ben bıyıklarımı keseceğim" derdim, ama kestirmezdi. "sen daha küçüksün, çıksınlar, bir kessen daha uğraşamazsın, çok hızlı çıkarlar, hem bunlar daha tüy" derdi. ama inanın tüy olmaktan çıkmıştı onlar. ergen bıyığı ile pala bıyık yapmayı başaran birini daha tanıyor musunuz benim dışımda? evet, ergen bıyığım artık pala olmuştu. arkadaşlarım "oğlum kes şunları" diyor, akabinde annem ve babam kesmememi söylüyorlardı. babam "olsun oğlum! ben askere gidince kesmeye başladım. kimi adamlar sabah akşam tıraş olurken ben 2-3 günde bir olurdum, ayı yavrusu derdik diğer heriflere, biz çok rahattık" diyordu. ama işte babam sarışın, ben ise koyu kumralım. bembeyaz tenimde hiç hoş durmuyor ergen bıyığı. ama evin reyisi annem olunca işler değişiyor. sonunda tuvalete her gittiğimde yanağımdan ayrı bir kıl fırlamaya başlamıştı. kızlarla konuşurken bıyığımı kapatmaktan bıkmıştım. sonunda yine elimi masaya vurdum, ve sonunda tıraşımı olabildim. geç oldu, ama bu böyle bir anı olarak kaldı. *
    işte ben böyle yetiştim, tam bir apartman çocuğu, hanımevladı. çoğunlukla benim gibi çocuklar annelerinden ayrılınca abuk subuk insanlar olup çıkarlardı. yani demek istediğim, dövme yaptıran, içki, sigara hatta ve hatta uyuşturucu alan insanlar olup çıkarlardı. yani tanıdığımız bir örnek var öyle, adam üniversiteye gidince 180 derece değişmişti. ama allah'tan kötü bir alışkanlığa başlamamıştı. ben ise hiç değişmedim. ha, duygu yönünden değiştim. her şeyden önce hayvanları çok sevdiğimden dolayı bana hemen "bu çocuk veteriner olur" yakıştırması yapan büyüklerden kurtuldum. ne olacağıma karar verdim, siyasi görüşüme, dini görüşüme kendim yön vermeye çalıştım. araştırdım siyaseti, dini. araştırdım partileri ve ötesini, islam'ı, hristiyanlığı, yahudiliği, hatta ve hatta budizmi. buna göre bir şeye inandım. düşündüm, hangisi doğrudur diye. ve düşündüm, ben kimim, ne olmalıyım diye. her şeyden önce ben anneme bağlı değildim. annem hayatımda çok önemli bir yere sahip, ama ben ona bağlı değildim. o da bana bağlı değildi. ben annesiz yetişebilirdim, pek tabii ki yaşardım. ve pek tabii ki bu hale gelirdim. eninde sonunda ben bu kişiliğe kavuşurdum.

    velhasılı kelam, anne ilgisi önemlidir, ama abartılmamalıdır. sonuçta o çocuk da bir insan. hayatı öğretmek gerekir bence çocuklara. mesela küçük yaşta oğlunu işe yazdıran, kızına ev işi yaptıran bir aile kötü değildir (abartmamak kaydı ile). hatta diğer ailelerden daha iyidir. çocuğunuzun kendi başına bir şeyler yapmasına izin verin. yoksa gelecekte aile baskısından kurtulduğu için saçma yollara gidebilir, benden söylemesi.
    8 ...
© 2025 uludağ sözlük