Söz konusu durum toplumun altına dinamit gibi yerleşmiş ve her şeyi bozarak patlatmıştır. Nasıl mı?
Genç yaşta eğitim için evlerimizden ayrıldık. her şey iyi bir üniversite bitirip geçimimizi sağlamak içindi. Gençlerin çoğu memleketlerinde okuma fırsatı bulamadı ve ailesinden ayrılarak kendi ayakları üzerinde durmak zorunda kaldı. Gittikleri yerde düşünecek çok zamanları vardı. Üniversite hayatının hızlılığı onları aile yaşantısından uzaklaştırdı. Okulun ilk yıllarında evine dönmek için can atan insanlar son dönemlerde tatillerde evine gitmeye ayak sürdü. Daha sonra aile ile yaşamak zulüm gibi geldi ve insanlar ebeveynlerini ve akrabalarını istemez oldu. Üstüne bir de Türkiyedeki yaşam şartları girince iş hayatına ailesinden uzak bir yerde başlamak isteyen insanların sayısı iyice arttı.
Bu durum insanların evlilik kriterlerine dahi yansıdı. Eskiden birlikte kalabalık bir şekilde yaşayabilen çiftler yerini kaynanasını görmek dahi istemeyip herkesten uzak bir yaşam sürmek isteyen çiftlere bıraktı.
Ve artık insanlar eşlerine dostlarına karşı bile aidiyet duygusu hissetmiyor. Kimse kimseyi sebepsizce sevip sayamıyor. Eşler birbirine karışılmasını dahi istemiyor. ben kimsenin malı değilim benim kendi fikirlerim var diyip hayatına aldığı insanın isteklerini hiçe sayıyor ve aynı evde özerk yaşam istiyor.
Ben de kendimi buralara ait hissetmiyorum. Ama neylersin işte, bakkala diye çıkıp gidemiyor insan. inşaallah bir gün hem bulunduğumuz şehre, hem de ömrümüzü birlikte geçirdiğimiz insana ait hissederiz kendimizi.
Tüm bağların koparılması veya zamanla aşınması sonucu kişide aidiyetsizlik başlar. Bulunulan yere ait olamama, herkese ve her şeye yabancılaşma, uzaklaşma isteği...
Gidebilecek gücü ve cesareti olan insanlara lütuf gibi gelse de, yapamayanlar için sancılı ve acıdır. Ne alışılır ne kabullenilir.
Bir insan bu kadar mı bir yere bağlı hissetmez kendini, bu kadar mı yaptığından zevk almaz.
alınamıyormuş.
hiçbir dine, insana, yaşam tarzına, hayata, dünyaya ait değilsin sanki.
öyle boş beleş hissiyatı olur ya hani, bir sürü yapacak işin vardır ama sen bir türlü girişemezsin.
hatta o işini bitirdikten sonra düzelecek gibi olur ama o yabancılık devam eder. kafanızda şunlar vardır, olduğun durumu kabullen,etrafındakileri sev herkese saygılı ol, kurallara uy, toplumun düzenine uy!! sanki zorlanıyormuşsunuz gibi hissettirir.
belki tek istediğimiz özgür olmaktır, belki de bulunduğunuz yerden gitmektir.
başka bi hayat kurmak için çok mu geç?
insanı sanki bir penguensin ama sıcak bir yerde yaşıyormuşsun hissiyle başbaşabırakan bir nevi hastalıktır aslında... Nere gitsen sanki yabancı gibidin. Yaşadığın eve yabancısın.. Kötüdür..
özgür olmanın ilk ve vazgeçilmez koşuludur. Çünkü bütün aidiyetlikler insanı sıkıştıran engellerdirler. Tabii bahsettiğim özgürlük arı bir özgürlük, kişinin kararlarının sadece kişinini kendini bağladığı bir özgürlük.
Kapısı çalınan arkadaşın dediği gibi,
Hep yolda olmak ama hiç ulaşamamak.
Girdiğin ortamlarda birkaç gün, hafta, ay geçirip çevrendekilere hiç benzemediğin gerçeğiyle yüzleşmektir.
Sürekli arayıştasındır.
Aşık bile olamazsın adamakıllı.
En yakın dostlarının zamanla senden kilometrelerce uzaklaştığını fark edersin.
Hayatındaki değerleri sorgularsın. Aynı safta yer aldığın insanlardan çok farklı düşündüğün gerçeği acı acı vurur yüzüne.
Düğünlerde halaya giremezsin,
Takım tutmazsın,
hatta futbol afyon bile olabilir senin için,
Takım tutar gibi savunduğun siyasi görüşlerin de yoktur Allah bilir,
Dini görüşlerin ve hayat tarzın en büyük çelişkidir belki,
Çelişkinin doruk noktası da olsan,
Aynı şeyi başka insanlarda görmeye tahammül edemezsin,
Göçmen bir kuş gibisindir,
lakin;
Ne kadar uzağa gidersen git, kendinden kaçamazsın.