"üç noktanın söylediğini yeri gelir bütün bir edebiyat şerhten aciz kalır" diyen üstad.
ironi üstadıdır, kalemi kuvvetlidir.
zaten sanat onun yaptığıdır.
kör gözler tarafından direkt olarak cemaatçi ve nurcu olarak görülen,haksız gördüğü noktalarda bağlı bulunduğu kurumu da köküne kadar eleştirebilen,zaman gazetesi'nin okunabilecek,samimiyetinden şüphe duyulmadan takip edilebilecek nadir yazarlarından biri.son yazısı çok hoş,farklı bir bakış getirmiştir son günlerdeki üzüm mevzusuna :
''sfenk'in sorusu heron'un gözleri...'' başlıklı yazısı gazete ve mecmualarda son dönemde görebileceğiniz en iyi köşe yazısıdır.üslüp,vurgu,içerik ve akıcılık...
--spoiler--
heron'un gözlerine bak komutan; kerâmet sahipleri gibi cübbenin yenleri içinden garip sûretler gösteriyor bize. içimize kezzap damlıyor, çocuklarımız ikiye bölünmüş, ölümüne askercilik oynuyorlar, sen bakıyorsun, sadece bakıyorsun, hep bakıyorsun!
boşver önündeki terfi dosyalarını; heron'un gözlerine bakamıyorsan kapat gözlerini, kendi içine dön; rûhunun içine bak, kendi derinliğine gömül, vicdanını fiskele... say ki tâ be kıyâmet terfî ettin, terfî ettirdin, asker kişi dosyalarını masana yığıp "bunların kaderi ve hayatı benim elimde" diye gururlandırdın. en zengin, en güçlü, en cabbar sen ol. hükümetler titresin beş yıldızlı apoletlerinin önünde. karargâhına iliştirilmiş yarı muvazzaf gazeteciler, alnının her kırışığından farklı tehdit mesajları okusunlar; keyiflen şöyle, rahatla ama dalıp gitme sakın...
uzun yol şoförlerinin ara sıra başına geldiği gibi bakar görmezlerden olma; çimdikle kendini. bak, yaşta kuruları ıslatmayım derken neler olmuş neler?..
askerlerini, çocuklarını öldürüyorlar komutan; bana bakma, heron'un gözlerine bak, göreceksin! heron alımının ihâleye çıktığı güne lânet okumak neye yarar? heron'un vicdanı, aklı, kibri, inisiyatifi yok komutan; görmüyor, gösteriyor; hissetmiyor hissettiriyor bu kalpsiz müşir iğnesi!
biri bizi gözetliyor evi gibi seyrediyoruz demişti vaktiyle birisi -kimdi o sahi!- meğer doğruymuş be, bbg evi gibi seyretmişsiniz olup biteni yahu. biz de seyrediyoruz şimdi internet sitelerinde. sizin gibi derin bir vukuf fakat buzdan bir vicdanla değil ama, tâbir caizse kurbanın bıçağa baktığı gibi bakıyoruz; canımız acıyor, boğazımız düğümleniyor, yutkunamıyoruz bile.
mutlaka sahte görüntülerdir bunlar değil mi komutan? cia'nın, mossad'ın, alman ve ingiliz gizli istihbarat servislerinin belki de yüzüklerin efendisi filmindeki alçak büyücü sauron'un işidir; sizi karalamak, itibarınızı kırıp, o güzelim tabirle asimetrik psikolojik harekât yürütmek için uydurmuşlardır o hokus-pokus video kayıtlarını.
bakınız, ne güzel izah ettim netekim; bu görüntüler gerçek olamaz; gerçek olsa bizim erkân-ı harbiyemiz bir lâhza yerinde durmaz ki zaten. cehennemler kudursa, gökler çatlasa, sarsılmayan azmiyle çelik kal'aları eritir, yıldırımlar yaratır, kartallardan kanat ödünç alıp hışım gibi inmez mi pusudaki kuzularımıza yaklaşan alıcı kuşların tepelerine?
lâfa gelince nasıl gürlüyoruz değil mi komutan; edebiyatın bini bir para bizde...
evet evet, sahtedir o görüntüler, tarikatçi, cemaatçi, sorosçu takımı doları basıp yaptırmışlardır o görüntüleri sanal laboratuvarlarda. zaten hantepe'de bir karakolumuz hiç olmamıştır, o gece heron'un gözleri tepelerindeyken aşağıda üçer beşer avlanan çocuklarımız da hiç doğmamışlardır analarından; anaları taş mı doğurmuştur acaba o kuzuların yerine?
lânetle şunları komutan; yalandır de, psikolojik harekâttır de, dağ başlarındaki dandik karakollara yolladığın çocukların hukukuna da, darbe zanlısı devrelerini koruduğun kadar olsun sahip çık biraz. gürle be; bunlar iftiradır, kâğıt parçasıdır, borudur de...
bize yeni bir şey söyle komutan. bize bu işin içinde başka işler olduğunu söyle; bizi inandır, istersen kandır, hatta, "siz anlamazsınız, bu işler bildiğiniz gibi değil, her gördüğünüze inanmayın" de, inanmayalım...
geldin gidiyorsun fakat eyvah, üzerinde ağır kul hakkıyla gidiyorsun. olmadı, hiç olmadı. insan başlı, arslan gövdeli ebülhevl'in (sfenks) sualine sen de cevap veremedin. çekeceğin ceza, heron'un gözlerine bakmaktır bundan sonra; tâ be kıyâmet!
--spoiler--
hayır cephesi ve kişilerin solculuk kavramı üzerine müthiş yazısıdır.
Tabiatın âhengine uygun, "Tabii" şeyler vardır: Sular alçağa akar meselâ, gün batımında az da olsa rüzgâr çıkar, yapraklar güneşi arar, analar yavrularını kendinden çok düşünür.
insanların kahir ekseriyetinde elin tabii hareketi sağdan sola doğrudur; sol el sağa, sağ el sola doğru hareketlenmek ister. Meselâ hoşnutluğun ve barışın evrensel dili tebessümdür; selâm, dünyanın her yerinde "Ben size düşman değilim; esenliğinizi diliyorum" mânâsına gelir.
Anayasa değişikliklerinin böyle bir özelliği var; dağların arasındaki derin vadilerden akıp gelen dereler gibi kendi potansiyel enerjisiyle hareket eden bir yapısı var; engellemek için özel olarak enerji harcamanız lazım. Hidroelektrik santrallerin görevi budur. Yerin merkezine doğru hareketlenmek isteyen suyu önce durdurur, sonra suyun kinetik enerjisini elektriğe çevirirler.
Evet, mükemmel değil ama, değişiklikler önceki hâlinden iyidir, kesinlikle iyidir. Progressivistlerin (ilerlemeciler), "işte gelişme, iyileşme denilen şey budur." diyecekleri türden bir anayasa hamlesi, hatta bir "Élan vital" (Hayat hamlesi). Devletin hantal, iri ve insanlara karşı itinasız ve hoyrat biçimlendirilmiş yapısının karşısında şahsi hakları birazcık daha güçlendiren bir paket. Netice itibariyle devleti fert karşısında biraz daha olması gerekene doğru küçülten, ferdi ise devlete karşı biraz daha güçlü kılan bir şey...
Şöyle bir şey: "Yerim dar" diye mazeret gösterenlere "işte sana biraz daha geniş bir alan" diyebiliyor bu değişiklikler ama "Yenim dar" diye hafakanlar geçirenler için biraz daha fazla hürriyetin mânâsı ve kıymeti olmayabilir. "işte sana daha fazla hürriyet; daha fazla kendin gibi olabilmek, kendini inşâ edebilmek, kendini savunabilmek ve daha fazla varolmak hakkı" denildiğinde, "Ne yapayım bu kadar hak bana fazla; üstelik hak demek, sorumluluk, sıkıntı, meşguliyet demek; kalsın, istemem ben" diyeceklere ne söyleyebilirsiniz ki?
Yahu anayasa alanında şimdiye kadar bu kadar "Sol" bir adım atılmadı bu ülkede; "Solcular"ın niye ürktüklerini çözebilene aşkolsun! Ben onların solcu filan olmadıklarını biliyorum fakat kendileri de bilseler ne güzel olacak! En berbatından statükocu sağcılar bunlar, üstelik eni konu da faşistler ayol! Ya Rabbi nasıl bir ülkedir burası?
Aklı başında, çevresiyle uyum güçlüğü çekmeyen, mantıklı bir insan niçin şahsi hürriyetler sahasının genişlemesinden huzursuz olur? Acaba, acemi balığın, önünde sahte gülücüklerle parıldayan zoka veya olta iğnesindeki yem karşısındaki şüphesini andırır bir şey midir bu? Hürriyetten firar kompleksi midir, neyin endişesidir?
Erich Fromm'a göre günümüzde insanlar siyasi hakları için uzun uzadıya mücadele vermek ihtiyacı duymazlar, çünkü kendileri için kölelik tehlikesinin ortadan kalktığını öğrenmişlerdir; köle olmazlar ama fert de olamazlar sonuçta. Nietzsche, böylelerini "Kölelik ahlâkı"na (Sürü ahlâkı) sarılmakla suçlamıştı. Nedir kölelik ahlâkı, bu zamana tercüme edelim: Statükodan hoşnutluktur kısaca. Hürriyet, uzaktan güzel de görünse, yeni ve belirsiz bir durumdur; risk üstlenmek, problem çözmek, emek harcamak gerektirir. Statüko ise evet çok parıltılı değil ama emin, kuytu, uyuşturucu ve durgun lezzetler vaat eden bir korunak...
Biliyor musunuz; hayırcılara şefkat göstermeliyiz; görünürde siyasi bir hakkı kullanıyorlar; nezaket ve anlayış görmeyi, hoşgörüyle karşılanmayı hakediyorlar; onlar insan denilen muammanın en anlaşılmaz, en kuytu cenahından bir sûret, bir gölge onlar; nöbet geçiren hastaya kızılır mı?
--spoiler--
--spoiler--
muhteşem üslubu ile sivil itaatsizlik konusundaki kamuoyunun çoğunluğundaki endişeyi makul bir şekilde dile getirmiştir.sivil itaatsizlik adı altında emir komuta zincirinin neferlerine güzel öğütlemeler yapmıştır bugünkü yazısında.
Ahmetturanalkan.net adlı gayr-i resmi sitede bütün yazılarının yer aldığı usta yazardır. Arşivlere daldıkça her yazısından tebessümle çıkıyor insan. En sevdiğim özelliği de yazılarında araya eski kelimeler sıkıştırması ve okurken merak ettiğim için o kelimeleri bana araştırma alışkanlığını vermesidir. Yeri gelir futbol yazar, yeri gelir bir tiyatrodan bahseder yeri gelir siyaset yazar... Üslup hep aynıdır, altta ahmet turao alkan yazısını görmeyeyim üslubundan tanırım hemen. işte özgünlük de budur zaten. Nasıl yılmaz özdil enter'larıyla keodını belli ediyorsa ahmet turan alkan'da kullandığı eskı kelimelerle, üslupla belli eder kendini.
sivas cumhuriyet üniversitesi'nde doçentlik yapmış,zaman gazetesi yazarı.
kendisiyle tanışma fırsatı bulmuştum üniversitede,velhasıl iyi çocuktur,severiz.
dünyanın en iyi üslup mühendisidir.bugünkü yazısındakemal kılıçdaroğlunun son 1 yıllık performansını muhteşem özetleyip didik didik etmiştir.chpye oy vermeyeceğim diyen seçmenin aklındaki bölük pörçük parçaları tek kalemde toplamıştır.gerçekten türkiyede bu tarzda sakin üslupla bu kadar yerinde ve güzel üslupla yazı yazabilen çok az sayıdadır.kıymeti bilinmelidir.
en okunası, aklı başında ve yazılarında müthiş bir şekilde ironiyi kullanabilen yazardır. bunun yanında akademisyendir. başarılarının devamını dilemekten büyük haz alacağım kişi.
ayrıca son olarak 12 haziranda yazdığı yazıyla müthiş bir mesaj vermiştir. bu mesajdan en çok etkilenen kişi ise asım yıldırım olmuş sanırım.
gerçekten o günleri, 12 eylülü gören pek çok insanı incitecek bir yazı yazmıştır bugün. olaylara güdümlü, tek taraflı bakma hadisesini abartmıştır tabir-i caizse. http://zaman.com.tr/yazar...yalann-soyluyorsun-yalann