''..Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum
Okuduğum bütün kitaplar paramparça
Çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma
Bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent
Bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
Sarmaşık aydınlar, arabesk hüzünler
Bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma..''
Suya düşen bir karanfilse yüreğin
bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm
vursun seni o taştan bu taşa
o çağlayandan bu çağlayana sürüklesin
Kavgadan uzak kalmışsan
sevdadan da uzaksın demektir
"Sımsıcak konuşurdun konuşunca
ırmak gibi rüzgar gibi konuşurdun
yayla kokuşlu çiçekler açardı sanki
çiğdemler güller mor menevşeler açardı
Sımsıcak konuşurdun konuşunca
Hâlâ koynumda resmin
Dağları anlatırdın ve dostluğu
bir ceylan gibi sekerdi kelimeler
Sesini duymasam çölleşirdi dünya
dağlar yarılır ırmaklar kururdu
bulutlar çökerdi yüreğime
Hâlâ koynumda resmin
Gün akşam olur elinde kitaplar
ve bir demet çiçekle çıkıp gelirdin
bir kez bile unutmadın "merhaba" demeyi
ve en yanık türküleri nasıl da söylerdin
bir dostun vurulduğu gün
Hâlâ koynumda resmin
Kaç mevsim kırlara çıkıp
çiçekler topladık mezarlar için
Belki ürküttük tarla kuşlarını
belki kurdu kuşu ürküttük
ama aşkı ürkütmedik hiç
Hâlâ koynumda resmin
Ve hâlâ sımsıcak durur anılar
sımsıcak ve biraz boynu bükük
Ne varsa yaşanmış ve paylaşılmış
yasak bir kitap gibi durmaktadır
ve firari bir sevda gibi
Şimdi duvarlarda resmin"
bütüm köprüleri dinamitledim ve geldim işte
bir kente girmemiz nasıl gerekiyorsa öyle
apansız çıkmalısın karşıma
ki unutulmuş bir haykırış olmalı dünyaya
seninle her karşılaşmamız...
Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar
deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık
hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle
gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta.
Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir
leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan
havayla ışıkta... Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?
Bütün belleğimdekileri yok ettim. Elektrikli bir aygıyla yaktım,
jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül
edip savurdum.
içimde zaptedilmez bir kırma isteği
dizginlerini koparan bir at sanki bu
soluk soluğa kalıyorum her sonbahar
ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa
bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum
bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim.
Sesimden arındım ve ufku
Bir harmani gibi giyindim
Kahraman bir korkaktım
Kavmimin kadim tarihinde
Ki onlar için umutsuzluk
Kendim için haramiydim
Böyle bilindiydi bu hikâye
Yarından bugüne kaldıydı
Tersine akan bir ırmaktım
Sözün şaşkın serinliğinde
Kendi deltasında boğulandım
Ve sizi sevmiyorum ey kavmim
Yakın beni rüzgârın ıslığa
Islığın hükme döndüğü yerde
Derim ki ey kavmim, zulmünüz
Payidar, yurdunuz çığlığımdı
Ki hükmümü kendim veriyorum
Yakın beni sesim sorulara dönmeden
Küllerimin altında kalacak
Mutluluk sandığınız ne varsa
Böyle yaşandıydı bir ömür ve söz
Giyotindi sözün belleğinde
...boynu kırılan bir oyuncaksam hırçın
bir çocuğun elinde, ki celladım
gözlerimi de oymuştu fırlatıp atarken
yine de özlüyorum onu, niyetçi
tavşanlara dönerken beklediklerim
"Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su
Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç
Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı
(Soluğunun elma kokması bundandı belki)
Bir elma kokusuna tutundum düşerken
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Anısı biz olalım bu sokakların
öpüşmediğimiz tek saçak altı
hiç bir otobüs durağı kalmasın
Biz yürüyelim kent güzelleşsin
gürültüsüz sözcükler bulalım
yeni sevinçlere benzeyen
Biz gelince bir yağmur başlar
yüzün çizilir buğulanan camlara
bir uzun karartma biter
akasyalar köpürür birdenbire
ve her avluda adınla anılan
çiçekler sulanır akşamüstleri
Bir arkadaş evine uğrarız yolüstü
bir fincan kahve içeriz, ısıtır bizi
başını sessizce omzuma koyarsın
gülüreyhan olur soluğun
Biz kalırız kuşlar dönüp gelir
her balkonda bir menekşe sesi
Belki yeniden güzelleştiririz
adları değiştirilen parkları
perdeleri hiç açılmayan evlerde
ışıklar yanar çocuk sesleri duyulur
tanıdık sevinçlerle dolar yeniden
kendi sesini kemiren alanlar
Anısı biz olalım bu sokakların
ve hiç durmadan yağmur yağsın
Biz gürültüsüz sözcükler bulalım
sarmaşıklar fısıldaşsın yine
Gidersek birlikte gideriz
yeni sevinçler buluruz hüzne benzeyen.
herhalde en güzel şiirlerinde ilk üçe giren biri de "su çürüdü"
Su Çürüdü
1
Yetmis iki gündür bir dolapta kilitliyim.
Yalnizca anahtar deliginden hava giriyor ve ölü bir isik siziyor içeri.
Yalnizlik hiç de tanrisal degil, görkemli degil.
O yalinzca geçmisle gelecek, ölümle yasam arasinda kocaman bir karanlik nokta.
Geçmisi ve gelecegi olmayan, ölümle yasam arasinda irinli bir leke yalnizlik denilen.
Simdi ne varsa, anahtar deliginden sizan havayla isikta... ( Farkina varsalar, kapatirlar miydi onu da?)
Bütün bellegimdekileri yokettim.
Elektrikli bir aygiyla yaktim, jiletle kazidim.
Çigliklarin araligindan uçurdum hepsini, kuledip savurdum.
Adimdan gayrisini bilmiyorum.
2
Zamani yiyip bitirdi karanlik.
Gece yoktu.
Günes çoktan kömürlesmis ve yeryüzü yapiskan bir karanlikla örtülmüstü.
Yabanil sesler geliyordu derinlerden ve karanligi ince bir biçak gibi yirtiyordu.
Saklayan kirbaç gibi...
Aci duvarini asan bu sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabugunu zorluyordu artik.
Sesim yoktu.
Karanligin karninda yitirdim sesimi.
Kör bir kuyuda unutulan Yusuf'tum belki.
Ama durmadan soruyorlardi.
Tanrilar bilmiyordu sorduklari seyleri, peygamberler büsbütün hain çikmisti.
Ama yine de soruyorlar, soruyorlar, soruyorlar...
3
Iki seyi bilmek istiyorum.
(Belki ayni seyi iki kere bilmek istiyordum.)
Duvarlarin rengi neydi?
Derimin rengi neydi?
Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarimla, avuçlarimla,
dilimle dokunuyorum.
Duvarlarin bir rengi olmali.
Ama hiçbir duvarcinin, hiçbir ressamin bu rengi bildigini sanmam.
Adi yoktu bu rengin, kimyasi yoktu.
Belki renksizligin rengiydi bu.
Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarlarin rengi...
Adimdan gayrisini bilmiyorum.
4
Bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde.
Anahtardeliginden sizan ölü isikta ellerime bakiyorum. Ellerim...
Sanki bir kadinin memelerini hiç oksamamis, sicakligini duymamis.
Ellerim...
Her dizesi çiglik olan siirleri hiç yaratmamis sanki.
Ne beyaz tenliyim artik, ne esmer, ne de kara...
Cüzzamlinin, vebalinin bir rengi vardir.
Irinin bir rengi...
Ölunun bile bir rengi vardir ama derimin rengi yoktu.
Belki çürüyen bir kentin rengiydi bu.
Çürüyen bir dünyanin...
Adimdan gayrisini bilmiyorum.
5
Killi, ayaklari üzerinde duramayan bir yaratiktim artik.
Soyumun neye benzedigini unuttum.
'Insana benziyorlardi' diye duymustum bir vakitler.
Demek ki simdi maymun halkasinda insanlik...
Adimdan gayrisini bilmiyorum.
6
Agzimi anahtar deligine dayayip havayi emiyorum.
Böcek sokmasi gibi bir yanma duyuyorum bogazimda.
Oysa kuru bir yapragi bile dalindan düsürecek gibi degil bu esinti.
Belki çöle dönmüs topraga tek yagmur damlasinin düsüsü yalnizca.
Çamur gibi bir yagmur damlasi...
Ama toprak, bu damlayla çatlatacak bagrindaki tohumu.
Çöl, bütün vahalarini bu damlayla yesertecek...
Genzim yaniyor.
Ince bir kan seridi siziyor dudaklarimdan.
Kirli, sicak ve simsiyah...
Adimdan gayrisini bilmiyorum.
7
Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde.
Yetmis iki gündür sakindigim ve her gün ancak bir kere dudaklarimi degdirdigim...
Dilimi bir köpek gibi degdirdigim.
(Dilin suya dokunusu... Bir süngerin denizi yutusu yani. Bir çölün seraba kesilmesi bir an için.)
Her gün ancak bir kere degdiriyorum dudaklarimi suya. Dilimi kaçiriyorum artik.
Sünger, bütün vantuzlarini birden uzatmasin diye... Batakliktaki suyun da bir su yani vardir.
Çürüyen bir bedenin bile dayanilabilir kokusuna.
Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile degildi artik.
Küstü, öldürdü kendini su...
Su çürüdü...
Adimdan gayrisini bilmiyorum...
"Sen dostumdun benim gülünce güneşler açan
Bulutlara rüzgara asarım suretini her akşam
Her akşam mektup yazarım dağlar kadar
Kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi, üşüyorsun
Unutma dostumsun sen, neredeysen orada ölmek isterim!"
Bak şimdi sana ne anlatacağım sözlük. Anlatacağım hikaye Adıyaman'ın Gerger ilçesinin kıyılara köşelere sıkıştırılmış bir köyünden kopup geliyor. Şiir heveslisi, okuduğundan çok şiir yazan değilde yazdığından çok şiir okuyan bir öğretmen bu köye atanır. Köyde -çoğu anadolu köyü gibi- bakkal bulunmamaktadır. sigarayı üflemek, ekmeği yemek, gazeteyi okumak isteyen kasabaya inmek mecburiyetindedir. Bu şiir meraklısı şair ruhlu öğretmenimizde bir minibüs eşliğinde bu isteklerini karşılamak için kasabayla köy arasında sürekli yol tutar. Gel zaman git zaman öğretmenimizle minibüsçü ahbap olurlar. Memleketin dertleri başta olmak üzere bir çok konudan muhabbet ederler. E muhabbeti edenler arasında şiir seven bir kimse varsa; o muhabbet mutlaka içinde biraz şiir barındırır. Öğretmen minibüsçüye ahmet telli nin bir kaç şiir kitabını ve kendi sesinden şiir kasetlerini verir. Birkaç gün içinde şiirin kokusunu içine çekmiştir minibüsçümüz. Minibüsün sağına soluna ahmet telli şiirlerini yazar; ön kaput yukarıdan aşağı "gidersen yıkılır bu kent" der, arka sağ tekerin üstü "hüznün isyan olur" diye tatlı tatlı çıkışır. Sonuç olarak minibüsçümüz, içine çektiği şiir kokusuna o eşsiz tadını veren aşkı bulmak ve şair olabilmek için neyi var neyi yok satar, göçer istanbula. Şöyle der öğretmene " Büyük aşklar yolculukla başlar- ve serüvenciler düşer bu yollara ancak" diyor ya senin şair, bende aşka serüvene ve şiire gidiyorum öğretmen. Şoför saçlarına aklar inmiş,yaşı altmışa merdiven dayamış bir köylüdür ve daha önce istanbula gitmemiştir. istanbulun Varoşların da büyüyen bir çocuk için amerika neyse minibüsçü içinde istanbul odur. Bu göç üzerine minibüsçünün eşi ve çocukları düzenlerini bozduğu için tehditler savururlar öğretmene. Bir müddet sonra -üç aşşağı beş yukarı altı ay kadar- minibüsçü geri döner istanbuldan köyüne. Öğretmene söylediği ilk şey ise şu olur " Senin şu şairin bana bir minibüs borcu var hoca" Yıllar sonra imza ve söyleşi için gittiği Besni de ahmet telli, şair ruhlu hocamız ile karşılaşır. Hikayeyi dinlediğinde o tatlı bıyıklarının altından gülümser; artık bir süreliğine kıpkırmızı ve kekemedir.
günlüğü eksik tutulan güz
usulca çekilmiş de kıyıya
bütün gürültülerden uzakta
eğiriyor suların köpüğünü
belli ki duymuyor dağların
uğuldayan yalnızlığını.
Ahmet Telli - Saklı Kalan