ahmet telli

entry366 galeri9 video2
    125.
  1. Bir kez olsun dönüp bakmadı
    Hoşça kalın da demedi giderken
    Sustu ve yanlızca elinden
    yine de sazını elinden bırakmadı

    Sonra hiçbir haber çıkmadı
    Çıkıp gelmedi apansız bir gün
    Gerçi yoktu yolunu bekleyen
    ve hiç kimse göz yaşı dökmedi.

    AHMET TELLi...
    0 ...
  2. 124.
  3. Devrilen bir çınar
    nasıl uzanırsa boylu boyunca
    öylece düştü kollarına
    kan-revan içinde dostun
    donup kaldı soluk bir gülümseyiş
    çocuksu kıvrımında dudaklarının

    Kaşın seyirmeye başladı birden
    yüreğin körüğü üflüyor
    içindeki cehennemi
    ve bir boşluğa nasıl çarparsa deli su
    öyle uğuldamakta kulakların
    bir bora patlıyor göğsünün okyanusunda

    Ne ki tutulmuş nalçalı seslerle
    umudun köşebaşları
    korsanlar dalgalandırıyor
    senin deli rüzgarlarınla bayraklarını
    ve yitiriyorsun yolunu
    balta kesmez ormanında öfkenin

    Bil ki dostunda değil çekilen tetik
    senin umuduna, unutma bunu
    kör bir öfke delirtmesin
    yıkmasın yaşamın direncini
    unutma ki her köşebaşında
    bunca dostun kurumadı hâlâ kanları

    Hele dik tut başını önce
    haykır yıkılmadığını, tükenmediğini
    yüreğindeki yalım nasıl olsa
    korlaştırır zamanın çeliğini
    sen önce öfkenin adını koy
    yanıltmasın yüreğini

    AHMET TELLi...
    0 ...
  4. 123.
  5. Üzgün bir çocuğun yalnızlığı
    Kadar saydam kalabilseydim
    Ömrüm derdim ömrüm nasıl da
    Dolu geçmiştir ölebilirim artık

    Ölüm hiç de ürkünç gelmiyor
    Yaşanmışsa tüm yaşanacaklar
    Acı yitiriyor anlamını ve renkler
    Kül oluyor körleşirken gökboşluğu

    Bu dünya dünya mıdır hani
    Bildiğimiz o yamyam küresi
    Ki apis öküzlerinin çekip durduğu
    Bir cansıkıntısıydı önceleri

    Hantal ve gürültücü bir tehdit
    Gibi düşüyorken üstümüze
    Alaycı bir gülüş takılıyor yalnız
    Dudaklarımın hüzün kıvamına

    Ömrüm diyorum şimdi ömrüm
    Üzgün bir çocuksun sen ve yalnız
    Öyle kal çünkü bu dünyada
    Sana en çok mutsuzluk yakışıyor

    AHMET TELLi..
    0 ...
  6. 122.
  7. Hiç özlemedim seni
    Özlemek dostluktandır
    dostluğundan öte bulmalıyım seni

    Sıcaklığını bulmalıyım
    dokunuşlarını, kenetlenişi
    Terimizle sulanmalı yeryüzü
    güneş terimizle ışıldamalı sabah olunca

    Apansız fırtınalar çıkmalı
    sarsılmalıyım

    Özlemek
    yanında olmak isteğidir
    gülüşünü görmek biraz da
    Hiç özlemedim seni

    Saçlarına gül takmam
    bir ırmak gibi akıtırım ovaya
    soluğunla yanar
    dudaklarımın bozkırı

    Akkor halindeki ufuk
    bakır bir tel gibi eriyip gider
    kraterler ortasında kalırım

    AHMET TELLi..
    0 ...
  8. 121.
  9. Burada yağmur yağıyor
    Aralıksız yağıyor günlerdir
    Ama sen yine de şemsiyeni
    Almadan gel ilk otobüsle
    Buğulanan camlara usulca
    Yüzünü çiziyorum ki yüzün
    Bir yağmur damlası olup
    Düşüyor yapraklarına gülün
    Güller de bozamıyor bu uzun
    Karanlık sessizliğini kentin
    Anılarını yitiriyor sokaklar
    Bezirgânlaşıyor bulvar ışıkları
    Tarih de kekemeleşiyor bazen
    Ki o zaman aşktır tek bilici
    Aşksa yürümek gibi bir şey
    Duyabilmek kuşların gelişini
    Anısı bizsek eğer bu kentin
    Unuttuğu türküler bizsek
    Acıyı rehin bırakıp bir güle
    Anımsatmalıyız bunları bir bir
    Sonra yürümeliyiz seninle
    Sokaklara caddelere çıkmalıyız
    Belki bir aşktır bu kentin
    Belleğini geri getirecek olan
    Burada yağmur yağıyor ama sen
    Şemsiyeni almadan gel yine de
    Özletiyor bu çılgın sağanak seni
    Sırılsıklam özletiyor biliyor musun

    AHMET TELLi..
    0 ...
  10. 120.
  11. Kıyıda, taşın üstünde
    oturmuş denize bakıyor
    Kimse konuşmuyor onunla
    ne rüzgâr ne de izmir

    Gün bitiyor ve lacivert
    sözcükler çekiliyor
    susuşların ipek ağıyla

    Az ötede pasaport kahvesi
    - Gel, bir bardak çay içelim
    diyor bütün gün beklenen

    Bulut suya değiyor
    su zamana
    ve yalnız çakıltaşları
    değil aşınmakta olan

    Batık bir gemi
    gibi uzaklaşırken ordan
    yakamozlar kalıyor geride
    balkıyan acılar gibi

    Eskiyen neydi günboyu
    yaşanan neydi
    hangi bıçağı biledi deniz

    Işıklar sönüyor kıyıda
    ve burkulan bir yürekle
    çekip gidiyor bu kentten

    AHMET TELLi...
    0 ...
  12. 119.
  13. Birisi kitap okuyor otobüste
    ilk durakta vuracaklar onu
    Dizlerinin üstüne çöken
    Bir zürafa gibi
    kalakalacak o
    Ve bu kent
    çapraz ateşler altında
    yazarken kendi tarihini
    zürafaların nesli nasıl tükendi
    Diye bir sayfa açacak

    Birisi kitap okuyor otobüste
    ilk durakta vuracaklar onu

    AHMET TELLi...
    0 ...
  14. 118.
  15. günlüğü eksik tutulan güz
    usulca çekilmiş de kıyıya
    bütün gürültülerden uzakta
    eğiriyor suların köpüğünü
    belli ki duymuyor dağların
    uğuldayan yalnızlığını

    bekleyişin ve acıların
    uğultusudur yalnızlıklar
    kimi kez kuşatabilir büsbütün
    doğayı, aşkı ve yaşamı
    ama kayalıkların karanlıklarına
    hiç sığar mı bir dağın yalnızlığı

    bir çiçek bile doldurabilir
    uçurumların derin oyuklarını
    oysa o bir çatlaktan fışkırıp
    bir yangın gibi büyüyendir
    belli ki duymaktadır kalbinde
    aşkın saklı yalnızlığını

    anımsanan ne varsa şimdi
    biraz acıya dönüktür yüzü
    ve solgun bir gülümseyiş
    gibi sararken sessizliği
    taşır bekleyişin gizinde
    aşkın saklı yalnızlığını

    günlüğü eksik tutulan güz
    eğirirken suların köpüğünü
    ey alıngan susuşundan üzünç
    gibi öfkesinden kan sızan
    kalbini suların göğsüne bastır
    duyacaksın kalbimizin atışlarını..

    AHMET TELLi..
    0 ...
  16. 117.
  17. Bir kızın kocaman gözlerinde gördüm
    bulutların dağlara sessizce çöküşünü
    Çocuksu susuşları gördüm, kırılan sevinci
    Ve kalbimi puslu yamaçlardaki pusulara saldım
    çobanlar çoktan inmişlerdi ovaya
    bense yapayalnız bir ağaçtım doruklarda
    Harelenen sularda bir yanık kokusu
    ve uzun boyunlu bir kızın gülümseyişi
    Işık zamana bağlı zamansa onun
    kocaman gözleridir artık
    Anladım tarih de yazılmaz
    bir aşkın sayfalarına düşmüyorsa gün
    Yalnızdım, yapraklarım dökülmüştü bir bir
    deryalara savrulup çöllere düşmüştü
    Bir duman tütüyor yine hangi kent yandı
    hangi sokakta vuruldu sevgilim
    Bir demet menekşe bir avuç toprak
    burkulan bir yürek miyim hep
    Sesimde bir yanma bir kekrelik
    uzayıp giden bir çöl yalnızlığı
    Gazeteleri okumuyorum başım dönüyor
    sulanmamış çiçekler gibi kuruyor her şey
    her şey bir yolculuğun hüznünü taşıyor
    gidip de gelmemek üzere bütün yüzler
    Puslu yamaçlarda bir çakal gölgesi
    bir dağ suskunluğu yürüyor kentlere
    yenilen biz miyiz yoksa aşklar mı
    bir kızın kocaman gözlerinde görüyorum
    savrulan küllerini ömrümüzün
    Bu kenti ayrılıklar yıkacak birgün biliyorum
    Ölümden şikâyeti yok ölüp gidenlerin
    ama bir kızın kocaman gözlerinde yangınlar çıkıyor
    Acılar dehşetli kinlendiriyor beni
    Kabarıp duruyor içimde, kabarıp duran bir okyanus
    yurdumu arıyorum batık bir tekne değilim
    yurdumu arıyorum kızgın küller ortasında

    AHMET TELLi..
    0 ...
  18. 116.
  19. Kekremsi bir hayat dilimindeyiz
    Bakır tadında geçiyor günler
    Tutmuş yolları bir sürü harami
    Geleni geçeni sigaya çekmekte

    Şüphesiz onlar ölüm getiricilerdir
    Ve sevincin düşmanı olarak bilinirler
    Yoktur gözlerinde sevgilerin ışıltısı
    Aşk yoktur, duman bürümüştür büsbütün

    Onlar yalnızca ölümü bağışlayabilir
    Yalnız kederi, kahrı ve zulümleri
    Ve tarih onlarla bizim kavgamızın
    Sürüp duran hadisatından ibarettir.

    Ne yazılmışsa bize ve onlara dair
    Işıklı sularındadır bilincimizin
    Hükmünü yerine getirse de acılar
    Biz yine neşeli türküler söylemekteyiz

    Savrulup duran bir zaman diliminde
    Sarsarak ve sarsılarak geçiyor günler
    Ama kalbimiz çatlayacak kadar duyarlı
    Hayatı savunabilecek kadar güçlüdür.

    AHMET TELLi..
    0 ...
  20. 115.
  21. sen türkü söyle ve gülümse küçüğüm, çünkü sesinin ırmağıyla yeşerecek hasretin bozkırları

    AHMET TELLi.
    0 ...
  22. 114.
  23. Öyle yorgun düşmüşüm ki
    acının mavzerini taşımaktan
    bulanık sular basıyor birden
    bütün mevzilerimi
    sonra çöle kesiyor içim

    Bu alaturka şarkılarda
    fena kanıtıyor bazen
    anıların ve acıların kabuğunu
    gagalıyor kanatırcasına yarayı
    susamış bir kerkenez

    Sesimin pınarı kuruyor
    susunca sesinin kuşları
    Uzayıp giden bir bozkır
    kesiliyor dudaklarım
    kavruluyor yalım yalım

    Sesini ver bana dinle
    Su verir gibi yaralı bir hayvana
    sesinin bütün gözlerini
    çevir dudaklarımın bozkırına
    yoksa dilim dilim edecek acılar beni

    Acının her gözeneğinden
    hüznün ilmiklerini geçirip
    dokudum şiirin kilimini
    şimdi nakışlamak istiyorum
    yanlızlığın dört duvarında sesini

    AHMET TELLi..
    0 ...
  24. 113.
  25. 1

    Bir çığlığın sessizliğidir
    derin suların dinginliği
    ki çınlar yüreğin
    kararan kayalarında

    Derin suların dinginliği
    çatlatır yüreğinde korkunun tohumunu
    çünkü sessizlik en büyük ustadır
    düşü gerçeğe dönüştürüverir apansız

    Isırır bir hançerin yılan dili
    gibi çatallaşan çeliği
    Sonra yalnızca öyküler kalır
    ve sen onu yaşarsın çaresiz

    2

    Dirhem dirhem tartılmaz ki dostluk
    yaşanmaz ki vermesini bilmeden
    damla damla biriken bir şeyler
    boş bir tapınakta birden
    çalar gibi olur çanlar

    Ve yaşamın hesabını
    veremezsin bir türlü kendine
    Sonra boğuntular
    sessiz haykırışlar
    karanlık sokaklara çeker seni

    Çanlar beyninde asılı duran
    madeni bir gökkubbedir artık
    kulaklarına balmumu da akıtsan
    delecek beynini bu çığlığımsı sessizlik
    ve bu katran gibi yalnızlık

    AHMET TELLi..
    0 ...
  26. 112.
  27. Acının bağrından
    mavi bir çelik gibi fışkıran öfke
    dünyayı değiştirecektir mutlaka
    Yeni hayat kendini yeniden yaratacaktır
    ona sahip çıkan ellerde
    ve bu yüzden öfke
    sevda gibidir kimilerinde

    Yüreğinin pas tutmakta olan kıvrımları
    sarsılsın bir an öfkenin gökgürültüsüyle
    beyninin her hücresi bir gerilla gibi
    kuşansın pusatlarını ve sokağa çıksın
    ve bir hançer gibi saplansın
    puştlukların ihanetlerin bağrına
    Bak o zaman nasıl bitecek yanlışlar
    ve cehennemleşen yalnızlığın
    Sevdalar duman olmayacak o zaman
    Hüznün isyan olmuştur çünkü

    Hüznün isyan olmalıdır

    AHMET TELLi..
    0 ...
  28. 111.
  29. Saçlarını gittikçe kısalttığın günlerde
    Sen söylemiştin bu sözleri unutmadım
    -Her aşk bir ayrılık gizler, ayrılıklarsa
    Bir merhabanın sıcaklığını taşır kendisinde

    Kalıcı olan hiçbir şey yok diyordun
    An'lar var yalnız ömrü karşılayan
    Şimdi sımsıcak bir kar yağıyor yine
    Yüreğimin üstüne yağıyor hiç durmadan

    Ellerin nasıl da üşüyor, bozacının
    Karlı sesi doluyorken odamıza
    Hava gittikçe kirleniyor bu kentte
    Ve aralıksız kar yağıyor kar yağıyor

    Kar ayrılık hüznüdür ve ne çok
    Ayrılıklar yaşandı şu son birkaç yılda
    Yurdundan ayrılanları düşünüyorum ve birisi
    Özledim diyor, ülkemin kar kokusunu da özledim

    Hiçbir an'ını tanımlamaya kalkmadan
    Kısacık ömürler biçiyoruz kendimize
    Sonra yolculuklara çıkıyoruz, bir kentten
    Ötekine giderken özlüyoruz bir başkasını

    Özlediğimiz birileri olmalı diyordun
    Yanındayken bile özlediğimiz birileri
    Öyleyse kalkıp Ati'ye gitmelisin, istanbul'a
    Belki hâlâ saklıyordur bir gülü kimbilir

    Yaşandı mı o sıcak kış, yaşlandık mı
    Aynalara bakmaya vakit bulamadık
    Dönüp dönüp birbirimize bakmalardan
    Yaşandı mı o sımsıcak kış, ne dersin

    AHMET TELLi...
    0 ...
  30. 110.
  31. Sözün yine hep aşktan yanaysa
    sevgilim sen sakla bir kaçağı
    belki yorgun ve yaralıdır hâlâ
    ölüm basmıştır son sığınağı
    Sus ve sadece dinle sessizliği
    perdeleri çek ışıkları söndür
    bir selam bir haber gönderir belki
    sesleri hiç duyulmayan dostlar
    Bir cigara sar bitlis tütününden
    bir çay demle sonra, anısı kalsın
    bekle başında onun sabaha dek
    Belki benim sana böyle sığınan
    yapayalnız ve öylesine yorgun
    kimliği duvarlarda kalan bir kaçak

    AHMET TELLi....
    0 ...
  32. 109.
  33. Soluk bir ay dolanıyor
    kentin üstünde her gece
    Her gece bilge bir gezgin
    tavrıyla adımlıyor yolunu
    Güz yanığı bir durgun
    sessizlikle örtülü her şey
    ve yırtılmış bir tül gibi
    savrulup duruyor zaman
    Suların sesini dinle şimdi
    ormanın fısıldayışlarını
    usulca yarılıyor dağların göğsü
    bir aşkı dinlendirmek için
    Ve gözleri uzak yamaçlarda
    aranıp dururken bir şeyleri
    sessiz ve sakin beklemekte
    bekledikçe bileylenen yürek
    Belli ki dağların, denizlerin
    ve göllerin üzerinden
    sıyrılıp gelmektedir seher
    Belli ki yakındır
    doğayı ve hayatı sarsacak saat

    AHMET TELLi...
    0 ...
  34. 108.
  35. Gittikçe puslanıyor görüntü
    sislenen bir aynaya dönüyor
    yakın geçmiş de olsa artık
    zor seçebiliyoruz birşeyleri
    bulutlar çöküyor anılarımıza

    Ama unutmuş değiliz yaşananı
    buğulu bir düş gibi de olsa
    duyumsuyoruz o kekre tadı
    ve her anımsayışta irkiltiyor
    o soluksuz bırakan küf kokusu

    Soluk renklere bürünse de
    suyun ve göğün görüntüsü
    yaşanan duyurulacaktır mutlaka
    anlatacaktır bir çocuğa bunları
    göğsü paramparça edilen biri

    AHMET TELLi...
    0 ...
  36. 107.
  37. Sesimden arındım ve ufku
    Bir harmani gibi giyindim
    Kahraman bir korkaktım
    Kavmimin kadim tarihinde
    Ki onlar için umutsuzluk
    Kendim için haramiydim

    Böyle bilindiydi bu hikâye
    Yarından bugüne kaldıydı

    Tersine akan bir ırmaktım
    Sözün şaşkın serinliğinde
    Kendi deltasında boğulandım
    Ve sizi sevmiyorum ey kavmim
    Yakın beni rüzgârın ıslığa
    Islığın hükme döndüğü yerde

    Derim ki ey kavmim, zulmünüz
    Payidar, yurdunuz çığlığımdı
    Ki hükmümü kendim veriyorum
    Yakın beni sesim sorulara dönmeden
    Küllerimin altında kalacak
    Mutluluk sandığınız ne varsa

    Böyle yaşandıydı bir ömür ve söz
    Giyotindi sözün belleğinde

    AHMET TELLi...
    0 ...
  38. 106.
  39. Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı
    Ama atıldı yine de serüvenlere
    Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya
    Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı.

    Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı
    - ki onlar daima birer yalnızdılar

    Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup
    Gitmişti o kentten anımsamıyor artık
    Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala
    Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği
    Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine
    Korkular geçiren o kız nerededir şimdi
    Sensiz olursam yaşayamam diyen
    O liseli kız hangi kentte kaldı
    Ve o sarışın
    O afeti devran bekler mi hala
    Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını

    Üşüten bir acıydı belki her ayrılık
    Her yolculuk yangınların başladığı yereydi
    Ama vakti olmadı hesabını tutmaya
    Aşkların, ayrılıkların ve acıların

    istese de kalamazdı vakti gelince
    Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda
    Yürek burkulması ve hüzün ve keder
    Aralıksız doldururdu acıların bohçasını
    Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği
    içinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi
    Ay bile soğuktur o zaman
    Bir buz parçasıdır
    Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara
    Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler

    Biraz da serüvendi yaşamak
    Belki yatkındı büyük yolculuklara
    Ki serüvenler daima büyük aşklar
    Ve büyük yolculuklarla başlar

    Anıları aşkları ve bir kenti
    Bırakıp gidebilirdi apansız
    Apansız başlardı yolculuklar
    Hangi saatinde olursa günün
    Ve hep kar yağardı nedense
    Durmadan kar yağardı yol boyunca
    Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün
    Kent görünmez olunca arkada
    Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından
    Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun

    Ne zaman yollara düşse biterdi acılar
    Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından
    Kavaklarsa oynak bir çingene kızı
    Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları

    Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta
    Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz
    Ölümdür biraz hep aynı yatakta
    Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak
    Kitapları hep aynı raflara sıralamak
    Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz
    Soluk soluğa yaşamalı insan
    Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli
    Ve cehenneme dönse de bir ömür
    Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün

    Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı
    Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre
    Ölüme ve aşka durmadan kement atan
    Serüvenlerle geçsin yaşamak

    Buz tutmuş bir dünya ortasında
    Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla
    Önünde dağlar, uçurumlar
    Sarsılan gök, yarılan toprak
    Çelik uğultularla burgaçlanırken
    Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu
    Ve her nasılsa keklik sekişli
    Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine
    Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa
    Ne kalmışsa bir önceki serüvenden

    Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları
    Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde
    Pervasız bir acemi, bir çılgın
    Soyu tükenen bir bilgeydi belki de...

    O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe
    Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey
    Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı
    Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında
    Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki
    Sevince deli gibi severdi
    Pervasız severdi sevince
    Dövüşmek ancak ona yakışırdı
    Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar
    Yoktu bağlandığı herhangi bir şey
    Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından

    Ne bilir ömrün değerini bir çılgın
    Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir
    Ve başarısız eylemler çağında o
    Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten

    Yerleşik yargıları olmadı hiç
    Kurmadı güzel gelecek düşleri
    Nerede bir yangın, nerede tehlike
    O mutlaka oradaydı birdenbire
    Dinsizdi, özgür sayılırdı belki
    Ama bağlanmazdı özgürlüğe de
    Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı
    Beklemedi anılar sarnıcının dolmasını
    Şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü
    Yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi

    Ayrıntıların izi kalmamış artık
    Üst üste yaşanmakta ayrılıklar
    Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir
    Dağların, denizlerin üzerinden

    Geride kalan ne varsa soluktur şimdi
    Titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir
    O eski konaklar gibidir anılar
    Gül bahçeleri, sessiz koru ve orman
    Belki sağanak boşanır apansız
    Yüzyıllık bir yağmur başlar
    Ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar
    Yok olup gider her şey, belki kül olur

    Hırçın bir okyanustur yürek
    Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni
    Anılarsa birer çıban izidir
    Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde

    Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak
    Ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi
    Anısız kalınmıyor artık ne yapılsa
    Kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü
    Bekleyişleri kemiren çakal sesleri
    Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti
    Ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın
    Yollara düşülmeli habersiz ve sessiz
    Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri
    Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı

    Bir ömrün olgunlaştıramayacağı
    acemilikler toplamı ve bir çılgın
    boyun eğmedi kendine bile
    seçme zorunda kalmadı yaşamayı

    nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana
    bağlanmadı kendine de ömür boyu
    dağlara tırmana atlar gibi
    soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı
    bir şahin gibi bulutlara kurdu
    dumanlı sevdaların yörük çadırını
    sıradan bir gezgin değildi hiç
    dövüşür gibi yaşadı yolculukları
    belki korkusuz sayılmazdı büsbütün
    korkardı korkulara düşmekten zaman zaman

    ve bütün gemileri yakıp
    yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla
    mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri
    umutlardansa nefret etti daima

    hep yanıldı ve yenilgilere uğradı
    ama atıldı yine de serüvenlere

    pervasız bir acemi
    soyu tükenen bir bilgeydi belki de

    Ama bir şey vardı yine de
    Başarısız ihtilallerden kendine kalan

    AHMET TELLi...
    0 ...
  40. 105.
  41. Büyük aşklar yolculuklarla başlar
    ve serüvenciler düşer bu yollara ancak

    Onlar ki dünyanın son umudu
    soyları tükenen birer çılgındırlar

    Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
    Ölümle alay ederler sanki

    Nerde beklenirse ordaydılar
    bir kez bile gecikmediler ömür boyu

    Neydi onları ordan oraya
    savurup duran şey

    Onları daima yalnız kılan
    neydi bu yaşam denilen gürültüde

    Her dilden bir adları vardı onların
    ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar

    Sarışındılar belki de esmer
    yani birçok yüzün bileşkesi

    Ne altın arayıcısıydılar
    ne de aylak bir gezgin

    Vurulup düşseler de her kuşatmada
    serüvencidir onlar ve hiç ölmezler

    Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa
    Bulurlar heder olmanın bir yolunu

    Onlar ki bu dünyada
    kahraman olmaya mahkumdurlar

    Sislenen anılar kaldı bize onlardan
    renkleri bozulup duran solgun anılar

    Nasıl yazmalı ki silinip gitmesin
    bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna

    Bileği güçlü ve gözüpek avcılar mıydı
    onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan

    Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi
    vurulup düştükçe ışığını karartan

    O serüvenlerin günlüğü tutulmadı
    yazılmadı o insanların destan şiiri

    Parça parça ettirilseler bir kartala
    (ki sanırım böyle oldu sonları)

    Fışkırır yüreklerinden
    başarısız ihtilallerin yangınları

    AHMET TELLi...
    0 ...
  42. 104.
  43. Sesim soğuk bir sis
    Gittikçe grileşen dalgınlıklar oluyor
    Sormuyorum bir yolculuğa kimle çıkılır
    Ve kim yırtıp atabilir elindeki son dönüş biletinide
    Tüm yalnızlıkları mümkün kılan birileri olmalı
    Yada kalbini kederle onaran bir göçebe
    Özlemek o zaman bir çığlık olabilir belki, bir çığlık
    Sormuyorum artık biliciyede bilginede
    Aşkın darası nedir
    Ve mutsuzluk mümkünmüdür ki o,
    Bir kırlangıç ikindisiydi belkide,gümüşte ve hüzne gizlenen

    Ödünç sevişlerden bize kalan sonsuz grilikler oluyor yalnız
    Ve bir çocuğun hüznüne kazınıyor ,gülüşlerimizin paramparçalığı
    Sesimin sislenmesi bundandır

    Karşılığı yok hiçbir acının
    Herşey gölgesi kadar ağır
    Sormuyorum artık sormuyorum
    Hergün yeniden kodlanan umutlarla kirletiliyor dünya

    AHMET TELLi..
    0 ...
  44. 103.
  45. Olur, aramam seni ve kimseyi
    Anıları pas tadında bırakırım
    Konuşacak ne kaldıysa kalsın
    Susmaktır birşeylere saygılı kılan
    Ayrılık da bir olanaktır bilirsin
    ince bir sis, bir hüzün örtüsü
    Dumanlı bir ıslık yakışır şimdi
    Dudaklarıma, bırakıp giderim
    Söz / de sararır biterken bir aşk
    Kediye iyi bak çiçekleri sula
    Diyorsam da aldırma sözlerime
    Alışkanlık işte başka birşey değil
    Söz / de sararır biterken bir aşk

    AHMET TELLi..
    0 ...
  46. 102.
  47. 1
    Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar
    deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık
    hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle
    gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta.
    Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir
    leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan
    havayla ışıkta... (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?)
    Bütün belleğimdekileri yokettim. Elektrikli bir aygıtla yaktım,
    jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül
    edip savurdum.

    Adımdan gayrısını bilmiyorum.

    2

    Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan
    kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü.
    Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi
    yırtıyordu. Saklayan kırbaç gibi... Acı duvarını aşan bu
    sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu
    zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim
    sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf'tum belki. Ama
    durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri,
    peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Ama yine de soruyorlar,
    soruyorlar, soruyorlar...

    Adımdan gayrısını bilmiyorum.

    3

    iki şeyi bilmek istiyorum. (Belki aynı şeyi iki kere bilmek
    istiyordum.) Duvarların rengi neydi? Derimin rengi neydi?
    Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla,
    dilimle dokunuyorum. Duvarların bir rengi olmalı. Ama hiçbir
    duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. Adı
    yoktu bu rengin, kimyası yoktu. Belki renksizliğin rengiydi bu.
    Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi...

    Adımdan gayrısını bilmiyorum.

    4

    Bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde. Anahtar
    deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. Ellerim... Sanki
    bir kadının memelerini hiç okşamamış, sicaklığını duymamış.
    Ellerim... Her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki. Ne
    beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara... Cüzzamlının,
    vebalının bir rengi vardır. irinin bir rengi... Ölünün bile bir
    rengi vardır ama derimin rengi yoktu. Belki çürüyen bir kentin
    rengiydi bu. Çürüyen bir dünyanın...

    Adımdan gayrısını bilmiyorum.

    5

    Killi, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artık.
    Soyumun neye benzediğini unuttum. 'insana benziyorlardı'
    diye duymuştum bir vakitler. Demek ki şimdi maymun
    halkasında insanlık...

    Adımdan gayrısını bilmiyorum.

    6

    Ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. Böcek
    sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda. Oysa kuru bir
    yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti. Belki
    çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca.
    Çamur gibi bir yağmur damlası... Ama toprak, bu damlayla
    çatlatacak bağrındaki tohumu. Çöl, bütün vahalarını bu
    damlayla yeşertecek... Genzim yanıyor. ince bir kan şeridi
    sızıyor dudaklarımdan. Kirli, sıcak ve simsiyah...

    Adımdan gayrısını bilmiyorum.

    7

    Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. Yetmiş iki gündür
    sakındığım ve hergün ancak bir kere dudaklarımı
    değdirdiğim... Dilimi bir köpek gibi değdirdiğim. (Dilin suya
    dokunuşu... Bir süngerin denizi yutuşu yani. Bir çölün seraba
    kesilmesi bir an için.) Her gün ancak bir kere değdiriyorum
    dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artık. Sünger, bütün
    vantuzlarını birden uzatmasın diye... Bataklıktaki suyun da bir
    su yanı vardır. Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir
    kokusuna. Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi
    artık. Küstü, öldürdü kendini su...
    Su çürüdü...

    Adımdan gayrısını bilmiyorum

    AHMET TELLi...
    0 ...
  48. 101.
  49. Suçlama beni
    böyle bırakıp
    gidiyorum diye
    bağrımı yakan
    bir yaradır
    bu ayrılık şimdi

    Bil ki kanımdadır
    sevişmelerin yangını
    öylece girerken
    gecenin bağrına
    taşıyorum sımsıcak gülümşeyişini

    Yaşanan günler
    hayatı oyarak
    gedikler açıyor
    durulur mu artık
    durgun sularda
    bekleyerek seheri

    Talan ediliyor
    bahar ve aşk
    öyle bir soyun ki
    duracak gibi değil
    vurmazsak eğer
    kendimizi yola

    Yaşamak zorunlu
    kurtarılırsa eğer
    bahar ve aşk
    ve şimdi hayat
    acı yeşil
    bir kader renginde

    Hayatın ve sevincin
    kaderinin altettiği yer
    kavganın ortasıdır
    ki umudun çiçeklenişi
    aşkın
    yengisidir bu

    Söylenecek bütün sözler
    sevincin ve sevdanın
    savunulmasına dairdir
    ve şimdi onlar
    yaralarını saracak
    birilerini beklemektedirler

    Ey anısıyla
    kalbimi yakan
    kederlenme hemen
    ve suçlama beni
    böyle bırakıp
    gidiyorum diye

    AHMET TELLi..
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük