günlüğü eksik tutulan güz, usulca çekilmiş de kıyıya
bütün gürültülerden uzakta, eğiriyor suların köpüğünü
belli ki duymuyor, dağların uğuldayan yalnızlığını
bekleyişin ve acıların uğultusudur yalnızlıklar
kimi kez kuşatabilir büsbütün doğayı, aşkı ve yaşamı
ama kayalıkların karanlıklarına, hiç sığar mı bir doğanın yalnızlığı?
bir çiçek bile doldurabilir, uçurumların derin oyuklarını
oysa o bir çatlaktan fışkırıp bir yangın gibi büyüyendir
belli ki duymaktadır kalbinde aşkın saklı yalnızlığını
anımsanan ne varsa şimdi biraz acıya dönüktür yüzü
ve solgun bir gülümseyiş gibi sararken sessizliği
taşır bekleyişin gizinde aşkın saklı yalnızlığını
günlüğü eksik tutulan güz, eğirirken suların köpüğünü
ey alıngan susuşundan üzünç, gizli öfkesinden kan sızan!
kalbini suların göğsüne bastır, duyacaksın kalbimizin atışlarını.
suçlama beni
suçlama beni böyle bırakıp gidiyorum diye
bağrımı yakan bir yaradır bu ayrılık şimdi
bilki kanımdadır sevişmelerin yangını
öylece girerken gecenin bağrına
taşıyorum sımsıcak gülümseyişini
yaşanan günler hayatı oyarak gedikler açıyor
durulur mu artık durgun sularda bekleyerek seheri
talan ediliyor bahar ve aşk
öyle bir soygun kidurulacak gibi değil
vurmazsak eğer kendimizi yola
yaşamak zorunlu, kurtarılırsa eğer bahar ve aşk
ve şimdi hayat, acı yeşil bir keder renginde
hayatın ve sevincin kederi alt ettiği yer
kavganın ortasıdır ki
umudun çiçeklenişi aşkın yengisidir bu
ey anısıyla kalbimi yakan; kederlenme hemen
ve suçlama beni böyle bırakıp gidiyorum diye.
Sen dostumdun benim gülünce güneşler açan
Bulutlara rüzgara asarım suretini her akşam
Her akşam bir mektup yazarım dağlar kadar
Meşeler göğermiş diyorsun, varsın göğersin
Anlamını yitiren bir şeyler mi var şimdilerde
Yazdığım şiirlere yabancıyım, sokaklara yabancıyım
Taşı delemiyor bir çığlık ve apansız
Su oluyorum ipince, kendime sızıyorum
Dünya yetmiyor bazan, bırakıp gidebilir miyim?
Kuşları ürkütülmüş bir dal gibiydin, öylesine mahzun!
Efkar da yakışırdı sana, ilk kadeh kekik kokardı
Unutalım mı şimdi kente indiğimiz o ilk günü
Sabahlara kadar okuduğumuz o kitapları
Sabahlara kadar düşüncelerimizde yaşattığımız hayallerimizi
Kar aydınlığında yürüdüğümüz o yolları
Sen dostumdun benim gülünce güneşler açan
Bulutlara rüzgara asarım suretini her akşam
Her akşam mektup yazarım dağlar kadar
Kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi, üşüyorsun
Unutma dostumsun sen, neredeysen orda ölmek isterim.
"kimdi cesaretimi kıran, üstelik
yeni serüvenlere hazırlarken kendimi
sesimi cılız, rüzgarımı yelkensiz
bulan kimdi, ki şimdi geniş zaman
kipiyle düşürüyor gölgesini anılarıma
ama kimdi adını bir kadına ödünç verip
doruklara çekilen büyülü doruklara
biz "asmin" dedik ona, sevgilim, kadınım,
anamdı belki, ama o çoktandır
üç bin metrenin altına inmiyor artık
içimde bir fil sezgisi, kopup gitmeliyim
dağlara yazmalıyım aşkı ve ayrılıkları
asminli düşler kurmalıyım ya da birisi
karşılık bulmalı canımı yakan sorulara
kim demiyorum kim olursa olsun
boynu kırılan bir oyuncaksam hırçın
bir çocuğun elinde, ki celladım
gözlerimi de oymuştu fırlatıp atarken
yine de özlüyorum onu, niyetçi
tavşanlara dönerken beklediklerim
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de
yırtılan ve parçalanan birşeyler olmalı mutlaka
hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler
Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent
ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü
Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini
bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki
onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan
kadınları güzelleştiren herhalde onlardı
"Tükürsem cinayet sayılır" diyordu birisi
tükürsek cinayet sayılıyor artık
ama nerde kaldılar, özledim gülüşlerini onların
Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara
tek yaprak bile kımıldamıyor nedense
ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar
alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor
kanımın pıhtılarında güllerin serinliği
ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki
Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum
okuduğum bütün kitaplar paramparça
çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma
bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent
bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
sırnaşık aydınlar, arabesk hüzünler
bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma
Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor
ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere
kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak
Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık
biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri
ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
içimde zaptedilmez bir kırma isteği
dizginlerini koparan bir at sanki bu
soluksoluğa kalıyorum her sonbahar
ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa
bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum
bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim
Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa
birgün gelirsek hangi kent güzelleşmez
şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı
geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye
Devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür
sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
oysa ne kadar sakin sokaklar, kent ve bütün yeryüzü
ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün
Bir çığlığın sessizliğidir
derin suların dinginliği
ki çınlar yüreğin
kararan kayalarında
Derin suların dinginliği
çatlatır yüreğinde korkunun tohumunu
çünkü sessizlik en büyük ustadır
düşü gerçeğe dönüştürüverir apansız
Isırır bir hançerin yılan dili
gibi çatallaşan çeliği
Sonra yalnızca öyküler kalır
ve sen onu yaşarsın çaresiz
2
Dirhem dirhem tartılmaz ki dostluk
yaşanmaz ki vermesini bilmeden
damla damla biriken bir şeyler
boş bir tapınakta birden
çalar gibi olur çanlar
Ve yaşamın hesabını
veremezsin bir türlü kendine
Sonra boğuntular
sessiz haykırışlar
karanlık sokaklara çeker seni
Çanlar beyninde asılı duran
madeni bir gökkubbedir artık
kulaklarına balmumu da akıtsan
delecek beynini bu çığlığımsı sessizlik
ve bu katran gibi yalnızlık
gençlere "hayallere zincir vurulamaz." dediğinde anlaşılmasını ümid ettiğim şair, üstad. eğer ki bir gün intihar edeceksem son sözüm ise kalbim katlanma bu dünyaya kıvamında olacak diye düşünmekteyim. son intihar girişimimde fade to black demiş olsam da gençliğime verilsindir...
Acının bağrından
mavi bir çelik gibi fışkıran öfke
dünyayı değiştirecektir mutlaka
Yeni hayat kendini yeniden yaratacaktır
ona sahip çıkan ellerde
ve bu yüzden öfke
sevda gibidir kimilerinde
Yüreğinin pas tutmakta olan kıvrımları
sarsılsın bir an öfkenin gökgürültüsüyle
beyninin her hücresi bir gerilla gibi
kuşansın pusatlarını ve sokağa çıksın
ve bir hançer gibi saplansın
puştlukların ihanetlerin bağrına
Bak o zaman nasıl bitecek yanlışlar
ve cehennemleşen yalnızlığın
Sevdalar duman olmayacak o zaman
Hüznün isyan olmuştur çünkü
1998'de katıldığı bir söyleşide* şiirlerinin şarkı sözü olarak kullanılmasına sıcak bakmadığını belirten güzel şair. peki bu aynı zamanda şiirlerinizin daha geniş kitlelerce bilinir olmasını sağlamıyor mu sorusuna olsun ben sevmiyorum demiştir.*
sesimden arındım ve ufku
bir harmani gibi giyindim
kahraman bir korkaktım
kavmimin kadim tarihinde
ki onlar için umutsuzluk
kendim için haramiydim
böyle bilindiydi bu hikaye
yarından bugüne kaldıydı
tersine akan bir ırmaktım
sözün şaşkın serinliğinde
kendi deltasında boğulandım
ve sizi sevmiyorum ey kavmim
yakın beni rüzgarın ıslığa
ıslığın hükme döndüğü yerde
derim ki ey kavmim zulmünüz
payidar, yurdunuz çığlığımdı
ki hükmümü kendim veriyorum
yakın beni sesim sorulara dönmeden
küllerimin altında kalacak
mutluluk sandığınız ne varsa
böyle yaşandıydı bir ömür ve söz
giyotindi sözün belleğinde
demiş büyük üstaddır. daha neler neler demiş de ciğerlerimizde tütmüştür sigara niyetine...
aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da ...
Uzun bir hastalık gibi...
Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi....
Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi Bitti.
Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da.....
Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi
Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır ihmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemelıyım .. saclarımı kestırmelıyım belkı de..
Eger becerebılırsem , benden gıttıgın gun senı unutacagım.
hakkında iki kelime yazmadan gidersem içimde kalır dediğim iki insandan birisir kendisi. diğeri için (bkz: muzaffer oruçoğlu). hüzünlendirirdi bizi ama bu hüzün kuru bir hüzün olmadı hiç bir mevsim. sıyrılıp gelen seherin, doğayı ve hayatı sarsacağını öğretti bize. umutla onu beklememizi ve soluk soluğa yaşayıp hatıralarımızı yazmamayı öğütledi. en çıkılmaz anda belki yine gelirim demeyi. giden sevgiliye gidersen yıkılır bu kent dedirtti bu zatı muhteren, güzel insan.
VURUŞKAN BiR ŞAHANDIR UMUT
Tuzağa düşmüş bir ceylanın
bakışındaki hüzün değildir umut
Kınalı keklik gibi ürkek
bir kuş da değildir
Ne yalvar yakar olmuştur
zulmün pençesinde
ne de düşürmüştür
kırların ve türkülerin
onurunu yere
Baharda bir tomurcuk
gibi patlayan öfkedir umut
barajını yıkan bir ırmaktır
açılır serpilir
ve büyür kıyısında sevda
Emzirir aşkı
emzirir ve büyütür gül nakışlı sabırlardan
ferhat'ın direncini
bin yılların sabır taşını çatlatırlar
açar bin yılların kapısını
Düşman dönük
bir mavzer gibidir umut
yaratır tetik ve parmak
en gürbüz çocuğunu tarihin