ahmet oktay

entry59 galeri0
    34.
  1. bir ahmet oktay şiiri.

    Çünkü gök sıkıntıyla ağar
    rüzgar buruşur, bir yaprak düşer
    ve kaçıyordur solgun mavilikte
    maviler ve al geyikler.
    işte altın ve kara akıntılar:
    analar, yitirilmiş resimlik
    yoksulluk, o korkunç kadın.
    Susun, tümünün anıldığı gündür
    kara yağmur ve ebem kuşağı
    usulca bütün erkekler ölür.

    Kıpırdamasın insandan gelen sesler
    kamyonlar devrilir dağ yolunda.
    Rehincide kalan bir gümüş saat
    emanetçide unutulan bavul
    geçip giden gök taşlarıdır
    havadan ve selüloit mavilikten.
    Ey mermeri bozuk yalnızlık
    sanki kutsal bir avdır suskuda
    ve bir yakut parıltısıdır artık.

    Çünkü gök kanla ağıyordur
    soluk soluğa atan bir damar
    kalbinde hırçın denizin
    ve toprağın nabzında
    unutulmak gibi bir şahdamar.
    Ürperir aynı rüzgarla
    darağacı, çarmıh ve çiçek
    sussun yatakların fısıltısı
    avuçlarda parıldayan kehribar:
    ekmekli, zincirli ve başları eğik
    kadınların erkekleri geçiyordur.
    Ve üzgün deltası kısacık ömürlerin
    bir albüm, bir şarkı, bir çocuk.

    Hangi doldurulmuş hüznün yakutu
    çocukluk defterlerince soluk
    ki savaş alanlarında parıldar
    bütün koruluklardır ay ışığı
    ey ulaşılmayan dayanak aşklar
    elleri kanatan kesici ağıt.
    Hep unutuştur akılda kalan
    sıçrayan, yenilen ve ölen geyikler
    derdin eksilmediği kalem ve kağıt.
    Kısa ve kesin bir sözdür erkekler
    ispanya'da "Non Pasaran"
    kızaran kilise çanları
    katedrallere çöken gölgelik
    italya'da "Mamma Mia"
    işte avuçların dünyayı duyduğu kayalar
    sarkık bir bıyık Meksika'da, "Viva"
    Nehirler kurur, susar aşk
    ve en katı sözdür erkekler
    kıraç ve yoksul Anadolu'da.

    Büyük ve yeniktir erkekler
    söz dinlemez serüvenci çocuk
    su şırıltısında sayıklayan hasta
    ve deli bir sevgilidir sabaha kadar
    bulgulu, korkunç ve utançla.
    Yararsız bütün leylak ağaçları
    hiç bilmiyor erkekler
    doğan ve ölen çocukların hüznünü
    çünkü daha önceden ölürler.

    Çünkü gök ağıyordur kanla
    hep yenik yıldızlar vardır
    anı defteri, kum saati, savaş alanı
    bir yüz
    işte o kandır.

    Ey ışığını dağıtan kristal
    ölümsüzlük, ele geçirilmeyen gömü
    ayışığı denizle kendini sürdürür
    işte her şey geçip gitmede
    usulca bütün erkekler ölür.
    0 ...
  2. 33.
  3. bir ahmet oktay şiiri.

    Çok az şey saklamışım yaşamımda;
    ne bir fotoğraf var ilk aşklardan
    ne bir mektup,
    dostlardan beş on tane;
    şunları yazmış Stockholm'den
    Demir Özlü 1983'te :
    "rahmetli Çiğiltepe'nin oğlunu gördüm
    geçenlerde Helsinki'de,
    sürüyorum geçmişin izlerini"
    Hangi izlerin peşinden gittim ben
    içimde bir mahşer beklentisi ?

    Çok az şey biriktirmişim yaşamımda ;
    hiçbir andaç yok babamdan,
    verdigi mineli çakmağı
    unutmuşum bir Amerikan Bar'da ;
    ah umursamaz gençlik!
    Sımsıkı tutsaydım şimdi
    avucum ısınır mıydı acaba ?

    Yığınla not var ama masamın gözlerinde :
    şöyle "Üç Kör" başlıklısı: -Homeros,
    Milton, Borges-. içgörü üzerine bir şiir
    yazacaktım belki de. işte bir başkası :
    "Yolculuk" : -Odysseia, Moby Dick,
    Karanlığın Yüreği-
    Belli : Çıkış ve Varis ya da
    Baslangıç ve Son takılmış kafama.
    Demek ki yetişemiyor insan
    ne yapsa kendi tasarısına.

    Kitaplardaki kenar notlarında kalacak
    benim ardımda bıraktığım iz,
    anonim bir kimlik olacağım ;
    bir sahaf dükkânında yıllar sonra
    satılmış kitaplarımı karıştıran okur
    bilemeyecek
    satırların altını benim çizdiğimi,
    geçmişe ve geleceğe karışa karışa.

    ithaf sayfalarını da yırtmalıyım yavaş yavaş;
    yığınla düş kırıklığı, yanılış;
    yüzünü görmediklerim var,
    yazdıklarını sevmediklerim.
    Küskün ölenler oldu bana,
    kimlere küskün öleceğim
    ben acaba?
    0 ...
  4. 32.
  5. bir ahmet oktay şiiri.

    Bir çığlığın içinde yakalıyorum seni
    Kaç kez istanbulsu,
    Parıldayan, ısıtan, yakan bir alev gibi.
    Üstünde uzun, pis, yalnız sokakların yağmuru..
    Odaların, merhabaların, gülücüklerin sıkıntısı
    Tramvayların, vapurların sıkıntısı
    Yitmiş aşkların, yitecek aşkların
    Aynı vazoların, aynı öğütlerin, aynı yasakların sıkıntısı.
    Yakalıyorum, öpüyorum, avutuyorum.
    Karanlık etini kemiriyor,
    Vaktimiz kısa,
    Düşlerimizi kolluyorlar durmadan
    Durmadan kovuşturuyorlar
    Mendilimi ıslatıp alnına koyduğum
    Suyundan içtiğimiz hayat çeşmesi,
    Yalnız-geceler boyu uzanan kadını bakırlarda
    Durmadan horluyorlar.
    Geyiğim, saklım benim
    Bakma arkana, ne olur, aldırma
    Onulmazlığımızdan büyük yapılar kurduk
    Horlandıkça aşkımız, derya.
    Vaktimiz kısa,
    Karıncalara, rüzgarlara, sulara dokunmak
    Uyanan toprakları bilmek gerekiyor.
    Ormanlar görmüş dolunayın tılsımını
    Ağlamayı unutmadan
    Dövüşmeyi bilmek
    Tırnaklarınla tutunmayı bilmek gerekiyor
    Sağılandığımızı, kollandığımızı bilmek gerekiyor

    Kapa tunç, kapılarını gece
    Soğuktan, kırgın, parasız milyon kişi.
    Geyiğim, saklım benim,
    Ölüm dayanmadan kapıya
    Sev, öp, yitir beni..
    0 ...
  6. 31.
  7. bir ahmet oktay şiiri.

    Yorgundu. Düş görürken
    -ölmüş müydü ölüyor muydu?
    fidana dokunduğu an açıvermişti gonca-
    elinden düştü kitap
    kalem de

    şuydu altını çizdiği cümle:
    Kierkegaard'tan,
    'Üzüntüm, kal'amdır benim'
    0 ...
  8. 30.
  9. bir ahmet oktay şiiri.

    Siyahın gezginiyim: Her gün daha derine
    Yanar akşamla caddede vebalı lambalar,
    Bezgin, sıkıntıyla bakar herkes benzerine;
    Redingotlarıyla mumya gibi otururlar
    iş yerlerinde, kahvelerde. Ve akar zaman.
    -Birden söner uzak bir yıldız gibi yaşaman-
    Demek isterim, alımlı kadının birine.

    Çünkü kanar "bir mezarda bırakılan aşklar":
    Adrianne! Jenny! Yıllardır bakir bir dulum ben,
    Avuntu bilmez. Nafileydi tüm yolculuklar
    O arayış: Kara güneş içimdeydi zaten.
    Gittim harfin ve sayının bilinmez ucuna:
    Ölü yüzüm çekilmişti gecenin burcuna,
    Korkmadım sokağa hapsediyorken kapılar.

    Adoniram! Hançerle sınandı ustalığın
    Ve açıldı gül gibi Toht Kitabı'ndaki giz:
    Herkes iki'dir. Ben kimin öteki adıyım?
    Söyle: Bulmak mıydı amacın ey yitik ikiz.
    "içimizde bir oyuncu, bir seyirci yaşar"
    Ve "akıl ürünleri delilikten de çıkar"
    Kazıyınca pıhtısını o yıkık zamanın.

    Melek gülümsemiyor artık Öteki Anam,
    Çekil! Çünkü "siyah ve beyaz olacak gece."
    Ulaşır mı yaralı hayvan gibi bağırsam
    Sesim bencil, sevgisiz, muhkem ev içlerine?
    Onulmazım. Çağcıl kentin yabanıl yitiği.
    Tek giysim vebalı ışıklarla melankoli,
    Bir redse kurtulmak bile istemem yazgımdan.

    iki'yim: Yakalandım sokakta çırılçıplak
    Ve giydirildim başkalarının sözleriyle.
    Ah! Karanlığa giren görür beyazı ancak,
    Hangisiyim? Biliyorum kimin gözleriyle?
    Ne yapsak silinmiyor ruhtan geçmişin izi
    Yaşamak kadar ölüm de çağırıyor bizi,
    Geçiyorum sokağı fenerle konuşarak

    Hem yaşamın imidir hem ölümün her fener ...
    0 ...
  10. 29.
  11. bir ahmet oktay şiiri.

    işte bir ses geçiyor sıkıntıdan
    baksam pencerede yağmur da var,
    hani saçlarını ya da göğsünü
    çok ince bir hüzünle bezeyen.
    Oyuncaklar da var yalnızlıktan
    bir parkta ölümü güzel kılar,
    hani sarmaşıkça uzandığın yatakta
    durmadan aşıladığım sana.

    Hayır yaşamıyor suda o balık,
    bir yanıltı daha çiçek aldığım.
    Herkesin bebeği var odalarda
    ölüme ve daha sıkılmak için.
    Uzayan sakalım sabaha kadar
    uçup giden bir kuş koynundan,
    belki yanında bile olmadım.

    Eğildiğin sular da yalan
    salınıp duran gemilerle aldanma.
    Demiyorum hiç mi olmasın kokun, o yatak.
    Ben umutsuzluğun domino taşı
    şimdi açım, suskunum bak.
    Hele bir çağırsın kanın türküsü
    hele bir kıpırdasın kumsalda
    ağları ve renkli balıklarıyla halk,
    silâh tutarım dağlarda.

    Bu oda emanet, hadi uzan,
    şimdi ellerim de çok nazlı
    bir karanfille kanar.
    Sunduğum bu yalnız, çocuk ülke,
    bak, gece de göğsümde çok ağır,
    şaşkın değilim ama silahımı yitirdim.
    Gelsin leylâkların açma zamanı
    mümkün silâhımı halkımla bulmak.

    Hadi uzan özlemim kadar,
    bulutlar gidiyor, şimdi işim
    çoğaltıp gölgeleri kullanmak.
    0 ...
  12. 28.
  13. bir ahmet oktay şiiri.

    Ey kalp!
    gece olsun,
    vehmi ve cinneti emziren -Avcundadır
    çocuğun ve delinin,
    Allahın eli-
    layemut gece -Gezginin saatidir ki
    titreyen kandilin nurunda
    arar kendi yazısız taşını
    her mezarlıkta

    Derunumda
    ağır ağır kurudu kırmızı zakkum,
    karardı sebilin mermeri
    ve gizlendi bu belleksiz zamandan
    sönen bir yangın gibi
    kûfi.

    Ezelden beri mi göçüyorum ben?
    Her hayal
    kalbe döner
    ve vurur bir eski
    saatin sesiyle:
    -Bana gel.
    Kimdir ki o ben,
    mevsim
    bir yaprak ırmağı gibi
    akıp gider içinden

    Ey gözüne tuzla sürme çeken Şıblî !
    Başka dudaklar da var
    zikrla tara olan.
    iblis
    ve iğva beni uyutmayan

    Ürktüm bu yüzlerden -Bu kadın yüzleri
    ki güzellik
    saptırır imanı
    -örtünmelidir-
    Mangalın korunu avcuna koy da
    hatırla:
    nasıl unutmuştu 20 yıl Kur'an'ı
    ibnü'l Cella

    Yine de
    tene yöneldim. Püsküren
    bir yanardağ gibi
    lav akıttım her yanımdan
    öleyim diye isteğimden önce

    Seyret beni Adem,
    Seyret beni Doktor!

    Her göz başka bir hayatın vampiri

    Yaşım 27 -insan
    kökü çürümüş çınar gibi
    apansız ihtiyarlar-
    Azaltmıyor, azaltmıyor
    müezzinin sesi
    göğsümdeki kederi

    Veronal ve lüminal. Naylon
    ve plastik
    kent ve çöl

    Dün geceydi yandım
    "yaşayan sağlam delile
    dayanarak yaşasın"
    diyen ayetle

    Ey Rab
    çürük benim delilim

    Nereye ait ki
    bu hicranlı suret?
    Bu gözler
    çoktan kesti dünyayla o karanlık
    sohbetini.
    Satranç ve dil
    yeniktir ezelden

    Bakıyorum pencereden
    sırtımda patiska bir gömlek
    ve avcumda
    Allahın eli,
    yerin en dibine

    "Yalnız hüznü vardır
    kalbi olanın"
    0 ...
  14. 27.
  15. bir ahmet oktay şiiri.

    Gecesel bir yer altı sesiydi
    kehanet fısıldaşmasındaydı kökler, kemikler;
    açıkta lüfercilerin parıldayan
    lüks'leri. Av vakti, o tedirgin
    kaşılıklı bekleyiş; gövdemdi sanki
    oltadan ışığın yalımına kapılan.

    Yanılsamalar ve aldanışlar.
    Beklediğim inmedi trenden
    bir söylen olacaktı dönüşü;
    kara büyülere çarpılmaya hazırdım
    dönsündü yeter ki.
    Oysa kıpırtısızdı istasyon;
    öyleyse kırmızı bir mendille
    kimdi el sallayan geçen akşam?

    insanın gurbetleri içinde;
    sürgün yeri bu yüzden tanıdık
    ayrıldığı günkü gibi dönüyor kişi.
    Gide gide, yata yata bitmeyen
    yol değil, zindan değil;
    bedenin ve kırılgan sözlerin
    bahçıvanın budadığı dalın
    suladığı fidanın içinden geçen
    o karanlık menzil.

    Ezberimde tüm zulümler
    belleği öyle beslemez
    çünkü aşklar.

    Sevgililer! Bazılarınızı unuttum
    burnumda tütüyor bazınızın kokusu.
    Terk edilmenin acısı dinliyor, aldatılış
    gülümsetiyor: parmakların arasında
    buruşturduğum hercai menekşenin
    o tuhaf hışırtısı.

    Vahşet vahşetle açıklanmalı.
    Tazeyken yanık et kokusu
    kılınabilir mi beş vakit namaz?
    Hangi kösnü, hangi düş, hangi dua
    unutturabilir toplu mezarları?

    Kardeşler! Çoktan verdim
    vereceğim filizi. Gittim gideceğim
    yerlere; döneceğim yerlerden
    döndüm. Yol alırken değiştirdi
    görüntüleri, biçimleri, çelik
    keskisi zamanın ve güzergâhın.

    Kazınıyor anılar, bir gül
    sesiyle birbirinin üstüne;
    son eskinin, artık unutulmuşun
    bir yorumu en yakın katmandaki
    yara gibi taze anı.

    Anımsadıkça bilecek insan
    neyi unutmaması gerektiğini.
    0 ...
  16. 26.
  17. bir ahmet oktay şiiri.

    Pavese, Malcolm Lowry. ikizlerim.
    Gece de sonsuz değil,
    kötülük de. Ben de denedim.
    Lav fokurdarken, gidip geldim
    delilikleri. Bin vampir besledim
    şuramdaki inde. Sövdüm
    ve şehvetle öptüm her Meleği;
    ah! Bilemedim.
    Kaç kişiyiz kendimizde
    Karabasanlar yaşattım
    beni sevenlere,
    bir hataydım, besbelli.
    içimdeki ölümden
    içimdeki ölümden
    içimdeki ölümden ürettim her şeyi.
    1 ...
  18. 25.
  19. bir ahmet oktay şiiri.

    Yarım bir aşk, yarım bir dudaksın
    sıkıntılı ikindi yağmurlarında
    her yeni erkekten sonra daha erkeksin
    tuzlu inciler dolu
    kuş uçmaz mavisi gözlerinin.

    Işıklara çarpıyorsun sokağa çıksan
    şehrin korkusu büyüyor pencerelerde.
    Avuntusu yok erkekli yatakların
    ne olur gitme
    daha kaybolacaksın.

    Bir yanın şarkılar
    kan tutmaları öbür yanın.
    Gülerken iki kadeh arasında
    nasıl ağladığın anlatılmıyor.
    Ne olur
    bu kadar kendine saklanma.

    Sen kapalı, mahzun odalarda
    kırık oyuncaklara karşı bir çocuk.
    Ürperiyorsun denizin çığlıklarını duydukça
    dudakların kaskatı öpüldükçe neden?
    Kaç ölüm tasarlıyorsun çıkmazında
    belli, yoruldun kendini denemekten.
    0 ...
  20. 24.
  21. bir ahmet oktay şiiri.

    Sonbahardan sonra ağaçlar
    Hep duman açar Ankara'da
    Saksılarda yeşil bir yalnızlık
    Uzayıp gider ev tutsaklığında
    Kış boyu rüzgârsız ve çiçeksiz
    Ne gün kalır güneşin yüreğinde
    Ne şafak ne sabah
    Kar altında dilsiz ve sessiz
    Bir tohum gibi bekler baharı
    Taş üstünde topraksız çaresiz

    Sonbahardan sonra Ankara'ya dair
    Hep aynı sözler söylenir
    Ama yağmur
    Yine utanır yağarken
    Kar yine yağmadan kirlenir

    Sonbaharda sonra Ankara'da
    Yalnızca kuşların isyanı vardır
    Bakarsınız bir akşamüstü
    Bütün ağaçlar kuş açmıştır
    Ve gökyüzü meydanında
    Kuş dilinde bir miting başlamıştır

    Bir çığlıktır artık yaşanan
    Sözcükler yetmez anlatmaya
    Notalar fırçalar susar
    Çünkü mitingden sonra kuşlar
    Kırıp kanatlarını
    Ankara'ya ölüm bırakırlar.
    0 ...
  22. 23.
  23. bir ahmet oktay şiiri.

    Çalışma masamın üstünde günlerdir:
    Eski bir madenci lâmbası. Yerdeydi
    nerdeyse üç yıldır. Neden göz önüne
    getirdim bu tuhaf gereci? Bir simge mi
    aranıyordum, bir göçüğün önsezisi mi
    yeşermişti içimde? Zonguldaklı şair
    Lütfi Fikri, -Fikri Lütfi miydi yoksa ?-
    armağan getirmişti. Adlar! -Kişi, kent, kitap
    fark etmez- ; turnusol kağıdıdır belleğin,
    onlar da ihtiyarlıyor ve bunuyoruz.

    Sürgün kitabımdaki üç dize için
    tepilmişti onca mesafe: "Madencinin lâmbası
    ve kandili Ozan'ın
    aydınlatsın yolu".
    Ben de bir şaire ulaşmak üzre
    binmedim mi gece otobüslerine?
    Çalmadım mı Şişli'de bir bodrum
    katının kapısını? Göğsümde
    inanılmaz bir panik.

    Aydınlattı mı yolu lâmba ve kandil?
    Aydınlatabilir miydi? Yarınlarda
    yanıt, benim bilemeyeceğim.
    Yine de tutuk dilimde
    söküldükçe açan alevsi bir çiçek var:
    herkesin düşlerinden devşirilmiş,
    ve karabasanlarından.
    Yaslıyım bir ölü evi kadar ve dudaklarımda,
    bir gelinin gülümseyişi.

    Bir madenci lâmbası işte. Sayılar ve tuhaf
    harfler üzerinde: 19 ve C 249 D. Bir alt
    satırda 24 yazıyor. Gizemli aidiyetler: Kuyu,
    ekip, madenci ve lâmba. Kişinin silindiği
    yerler .Kuyudan kuyuya dolaşıyorum
    en olmaz vakitlerde. Vuruyorum korkuyla
    damarlara kazmayı ve kalıyorum
    geçmişin göçüklerinin de altında.

    Bir lâmba. Nedir onu Keats'in
    "Yunan Vazosu"ndan ayıran? Sır
    nerde, ölümsüzlük nerde? "Güzellik
    gerçek, gerçek de güzelliktir" demişti Keats.
    Günlerdir dinliyorum, dokunuyorum
    metalin soğuk gövdesine ve konuşsun diye
    bekliyorum benimle
    yoksulluğun kalbi.

    Bilmem sordu mu bunları kendine
    boğazı düğümlenmiş ve alnı siyah
    Zonguldaklı kardeşim;
    bekledi mi gerçeğin ve güzelin yanıtını
    taşların ve köklerin içinden?
    1 ...
  24. 22.
  25. bir ahmet oktay şiiri.

    Hocan Bedri Rahmi
    -renkli güneşler
    bir iki kalın sözlük
    nakışlı veremler
    ve doğurgan aşklar yerdi bir oturuşta-
    çok kalabalık bir halk yüzüyle öldü;
    haftada üç gün
    gezdirirdi sizleri Tophane'de.
    Kazıbilim'de çanak-çömlek değil
    bayat ekmek ve zeytin
    yamalı bir gençlik
    sahtiyan bir yalnızlık
    bulun diye.
    Ne yazık, esrarı
    ve trahomlu bir gözün
    düşman bakışını ilk tanıdığın yer
    Karabaş'ın mahallesinden
    tek desen yok defterinde.
    1 ...
  26. 21.
  27. bir ahmet oktay şiiri.

    Kaçıp sana saklanıyorum akşam oldu mu
    Sana dokununca mı denizleniyor masa
    Senin avcıların mı çok hayvanları kovalayan
    Sıkıntımın ormanında?

    Üç beş günümüz var şuracığında
    Nice oyuncağımızı kırdılar
    Biz de güzel çocuklardık bahçelerde
    Sularda alabalık

    Azla avunmaya alıştık
    Ne yapalım paramız yoksa
    Şarabımız bitince yağmura çıkarız
    Kim güzelleşmiyor öpüşünce.
    4 ...
  28. 20.
  29. bir ahmet oktay şiiri.

    Uzat saçlarını gecenin balkonundan
    isteğimin çok tüylü suyuna.
    Bir orman gecesinde
    bir kar gündüzünde,
    gördüm nasıl süzüldüğünü
    yırtıcı ölüm kuşlarının.
    Hadi uçsun memelerindeki güvercinler
    hadi cennet ülkeni sun.
    Kardeşliğin şarabını istemiyorlar
    söyle kaç sofra kaldı kurulu?

    Baktıkça içleniyorum fotoğraflarına
    yüzlerini öpmüş anneleri ayrılığa benzer
    çilekeş kadınlar rüzgârlarına vurgun,
    onlar silâhları ve şarkılarıyla
    hani şuracığından geçerlerdi
    korkularınla kaldığın zaman.

    Ölümü en güzel kullandı onlar
    bir karanfil dişleri arasından
    aşk içinde ulaştırdıkları sana,
    cepheden, sürgünden, mapustan.

    Sıra bizim, hadi günler bitiyor.
    hadi uzat mavi saçlarını
    yenik gövdemin üstünden.
    1 ...
  30. 19.
  31. bir ahmet oktay şiiri.

    "Ne yazıyorsun?" diye soruyor
    geçen günkü çocuk: usulca
    açmış bir haşhaş çiçeği
    çitin yanında. Öğle sonunun
    dinginliğinde yankılanıyor
    soru. Yaşam böyle apansız
    kuşatıyor Sözü: daha yolunu
    sorarken yele, kerteriz ararken
    geri dönmek için. Çünkü bir yurt
    gereksinir söz de: unutulmak
    ve yeniden bulunmak üzre. Yazgı bu!
    Kovulmuş ve yargılanmış adına
    konuşana ne mutlu. Dönecek olan
    odur çiçekler içinde; tutuşmuş
    ardında yabanıl gece.
    Ey kokuya işleyen yazı! Gölgeye
    açtığın remilde görünce kendi
    suretini, vaktindir bil:
    konuşulacaktır zamana karşı.
    Sevgili çocuk! Gün
    geldiyse şükürler olsun; kaç
    ton kalay eritildi; göğsünden
    bir düğme açtırmak için
    kilitler ermişinin. Bir kitap
    bu: belki de senin yazacağın: içinde
    titreyip dururken binlerce kandil.
    Ey kokuya işleyen yazı! Gölgeye
    işleyen yazı! Reddedildin
    ve kabul edildin: Korktu Davud Tai
    gecenin açıkladığından ve günün
    sakladığından; el yazmalarını
    suya attı. Su soldu
    ve kum çatladı. Ama Gazalî ey çocuk
    öldü çölü soluyarak ve göğsünde
    Buharî'nin kor kesilmiş kitabı.
    2 ...
  32. 18.
  33. bir ahmet oktay şiiri.

    Karlı dağı tarttım ve söğütlerin
    gölgelediği dereyi. Eşittiler
    yeşim taşının oluştuğu ve
    bebeğin memeden kesildiği
    vakitlerde. Göreli nicelikler
    ama kim emin niteliklerden?

    Geçti geçen: Anımsamıyorum artık
    kimdi ilk seviştiğim kadın? Belirsiz
    sarıldığım gövde. Kemikli miydi sırtı
    var mıydı öpüşünde yeni sulanmış
    bir bahçenin serinliği?

    Yitirdim anlamları çoktan;
    duyumsuyorum ama çürüyen kökü
    aşınan bazaltı, yırtılan
    damarını elmasın.
    Siliniyorum mevsimlerden
    sayfalardan, oyluklardan;
    uçucu bir kokuyum sanki.

    Dönen de benim ama gecenin
    hazinelerine. Giz dolu izbeler, yatak odaları
    açık unutulmuş musluklar: Yabanıl
    evren kapılarıdır hepsi. Dinlerken
    ve düşlerken, geçerim ormanların
    ve toprakların karanlığından. Büyütürüm
    beslerim hayvanımı. Ten
    orda yırtılır ve kıpkızıl kesilir gül.

    "Dur gitme! Çok güzelsin" diyeceğimiz
    an yok hâlâ. Kara duygulu zamanın
    tohumu içimizde yeşeren. Kendisi için
    bile havada dağılan bir şarkı
    herkesin yaşaması.

    Biliyor, yine de ölemiyoruz.
    Sararan yaprağında dalın
    akmayan çeşmenin kararmış taşında
    bir ses tınlıyor masmavi.

    Bilici! Sına beni alevinle
    ve söyle: iğva mı bu
    Baht mı?
    0 ...
  34. 17.
  35. ahmet oktay şiiri.

    Dolaşıyorum ne zamandır
    kalbimde bir gül kesiği;

    ıslak bir tülbent koy göğsüme
    emsin büyüyen o siyah lekeyi;

    çoktan döndüm gittiğim gurbetlerden
    yine de
    içimde kanayan bir sılanın sesi.
    1 ...
  36. 16.
  37. bir ahmet oktay şiiri.

    Saat beş. Yoğurt vuruyor analar,
    akşam
    kaçak tütün gibi koyu, yumuşak,
    alev almış göçebe bir kurt sesi
    kalaysız bakraca, buzlayan ovaya yansıyan,
    yok tipiye gem vuran
    ve narayı hançer gibi kullanan atlılar,
    toprak suskun
    anaların güz bahçesi kesilmiş gözleri
    zehrini içine akıtıyor çıkrıklar.

    Saat beş. Zonkluyor belleğimde
    Aksaray yolunda gördüğüm
    gülgillerden bir bitki
    Şemdinli'de ırmak gibi akıp geçen
    yemyeşil sıbyan ölümleri,
    alınları dövmeli kadınların
    uçurumlardan daha yabanıl
    söylediği ağıt mıydı, ninni mi?

    Bir pişmanlık mıdır yaşananlar?
    Elini bir an suda unutup gitmesi,
    bakarken ardından ağbani hırkaların.
    insanınkine benzer kederi
    yalnız kalan tahta köprülerin.
    Gün kaydını düşer çıplak çocuklarla
    bellek körelir düşürülmüş bir elmas gibi
    kurumuş bir dere yatağında.
    Yaralı tavşan ne bırakır ki
    ardında kan izinden başka?
    Isparta'da koku yapılır gülden
    Aksaray'da bıçak gibi yalnızlık
    Hakkari'de efsane.
    Balkıyan bulutu görür başak
    mavilik gülümseyiş gibi titrediğinde,
    ben erken ölümü gördüm
    Ulukışla'da saat beşte
    Yalınayak suya basıyordu bir çocuk.
    0 ...
  38. 15.
  39. bir ahmet oktay şiiridir.

    Beş metre ötemdeki yapıya bakıyorum;
    Kaç TNT'lik imgelemi vardı acaba
    şirket mimarlarının, Berhava edildi
    kokular, renkler. Koruluğun
    kaçışan hayalleri. Yüzlerce fısıltı:
    yani sır veriş ve yalvarış
    gülümseyiş ve öpüş. Öfkeler de
    vardı elbet. Aldatıldık, terk edildik
    unutulduk da şöyle ya da böyle.
    Anımsandık ve kutsandık

    Yıllar önceydi. Denize inerken
    çamların ve çınarların sesini
    dinleye dinleye. Duvarın dibinden
    fısıldadı berduşun biri
    elinde bir şişe kırmızı Marmara:
    "Kuşlar kalmayacak ve tanklar geçecek
    ben öleceğim üç bahara kalmadan
    bu ağaçların kökünde ve kurtulacağım
    selam durmaktan."
    1 ...
  40. 14.
  41. sırada

    uzat saçlarını gecenin balkonundan
    isteğimin çok tüylü suyuna.
    bir orman gecesinde
    bir kar gündüzünde,
    gördüm nasıl süzüldüğünü
    yırtıcı ölüm kuşlarının.
    hadi uçsun memelerindeki güvercinler
    hadi cennet ülkeni sun.
    kardeşliğin şarabını istemiyorlar
    söyle kaç sofra kaldı kurulu?

    baktıkça içleniyorum fotoğraflarına
    yüzlerini öpmüş anneleri ayrılığa benzer
    çilekeş kadınlar rüzgârlarına vurgun,
    onlar silâhları ve şarkılarıyla
    hani şuracığından geçerlerdi
    korkularınla kaldığın zaman.

    ölümü en güzel kullandı onlar
    bir karanfil dişleri arasından
    aşk içinde ulaştırdıkları sana,
    cepheden, sürgünden, mapustan.

    sıra bizim, hadi günler bitiyor.
    hadi uzat mavi saçlarını
    yenik gövdemin üstünden.
    1 ...
  42. 13.
  43. 12.
  44. şairliğinin yanı sıra popüler kültür ve ideoloji gibi alanlarda önemli kitaplara imza atmış yazar.

    (bkz: türkiye de popüler kültür)
    1 ...
  45. 11.
  46. ÖDÜLLERi
    1964 Yeditepe Şiir Armağanı, Her Yüz Bir Öykü Yazar ile
    1987 Behçet Necatigil Şiir Ödülü, Yol Üstündeki Semender ile
    1991 Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Şairi Ödülü, Ağıtlar ve Övgüler ile...
    1 ...
  47. 10.
  48. GöLGELERi KULLANMAK

    işte bir ses geçiyor sıkıntıdan
    baksam pencerede yağmur da var,
    hani saçlarını ya da göğsünü
    çok ince bir hüzünle bezeyen.
    Oyuncaklar da var yalnızlıktan
    bir parkta ölümü güzel kılar,
    hani sarmaşıkça uzandığın yatakta
    durmadan aşıladığım sana.

    Hayır yaşamıyor suda o balık,
    bir yanıltı daha çiçek aldığım.
    Herkesin bebeği var odalarda
    ölüme ve daha sıkılmak için.
    Uzayan sakalım sabaha kadar
    uçup giden bir kuş koynundan,
    belki yanında bile olmadım.

    Eğildiğin sular da yalan
    salınıp duran gemilerle aldanma.
    Demiyorum hiç mi olmasın kokun, o yatak.
    Ben umutsuzluğun domino taşı
    şimdi açım, suskunum bak.
    Hele bir çağırsın kanın türküsü
    hele bir kıpırdasın kumsalda
    ağları ve renkli balıklarıyla halk,
    silâh tutarım dağlarda.

    Bu oda emanet, hadi uzan,
    şimdi ellerim de çok nazlı
    bir karanfille kanar.
    Sunduğum bu yalnız, çocuk ülke,
    bak, gece de göğsümde çok ağır,
    şaşkın değilim ama silahımı yitirdim.
    Gelsin leylâkların açma zamanı
    mümkün silâhımı halkımla bulmak.

    Hadi uzan özlemim kadar,
    bulutlar gidiyor, şimdi işim
    çoğaltıp gölgeleri kullanmak.
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük