ahmet oktay

entry59 galeri0
    1.
  1. edebiyat dünyasına ilk kez ortaokul sıralarında yazdığı şiirlerle adım atmış olan şair-yazar-gazeteci kişidir.
    2 ...
  2. 2.
  3. tevellüd: ankara, 1933

    ikinci yeni'ye selamı çakıp sonrasında viraj almış ağır abi. şairliğindense eleştirmenliğinden daha çok söz edilir. gazete yazılarını derlediği medya ve hedonizm kitabı da kıymetle anılmaya değer. ama daha çok türkiye'de popüler kültür kitabıyla bilinir. buna toplumcu gerçekçiliğin kaynakları, zamanı sorgulamak gibi yapıtlarını da eklemek gerek.
    1 ...
  4. 3.
  5. 4.
  6. "leninist örgüt modeli, teorik ve pratik düzlemde çekiciliğini ve inandırıcılığını yitirdi. gelgelelim, tüm bu olumsuz saptamalara ve olgulara rağmen, sosyalizmin yine de bir geleceği bulunuyor. toplumsal ütopyayı her şeye rağmen yine sol temsil ediyor (...)

    kesin olan şudur: sol, daha çoğulcu, daha demokratik, daha özgürlükçü olmak zorundadır. zor ve şiddet üzerine daha dikkatli düşünmek zorunda herkes. slogancı düşünce biçimlerinden kaçınmak bir öngereklilik. radikal islam'ın ve milliyetçi hareketin emekçi ve yoksul kesimler arasında kazandığı mevzilerin yeniden ele geçirilebilmesi ve bu kesimlerin ikna edilebilmesi çok yönlü düşünebilmeyi gerektiriyor."

    biçim cümleleri kurmuş şair, eleştirmen, düşünür kişi.
    2 ...
  7. 5.
  8. 21 Ocak 1933'te Ankara'da doğdu. Öğrenimini lisede yarım bırakarak çalışmaya başladı. Ankara'da istatistik Genel Müdürlüğü'nde (bugünkü DiE) görev yaptı. 1961'de Yeni istanbul gazetesinin Ankara bürosunda "parlamento muhabiri" olarak profesyonel gazeteciliğe başladı. Ankara Ekspres, iktisat ve Piyasa, Vatan gibi gazetelerde muhabir olarak çalıştı. 1975'te istanbul Radyosu'na geçti. Siyasal iktidar değişince TRT'den istifa ederek önce Akajans, ardından da Dünya gazetesi haber müdürlüğü görevlerini yürüttü. 1978'de yeniden TRT'ye döndü. 1982'de emekliye ayrıldı. Daha sonra Milliyet gazetesine geçti. 1993'te yazıişleri müdürlerinden biri olduğu Milliyet'ten de ayrıldı. Yazmaya ortaokul sıralarında başladı. ilk şiirleri, 1949-1950 arasında "Gerçek" dergisinde yayınlandı. ilk yazısı 1950'de "Güney" dergisinde çıktı. "Dişi Kurt" adlı oyunu 1974'te Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahnelendi. 1950'lerde yazdığı şiirlerde Ahmed Arif'ten etkilendiği gözlenirken, 1960'lardan sonra toplumsal gerçekçi bir yaklaşımla ikinci Yeni'ye yöneldi. Zengin sözcük dağarcığını destansı bir söyleyişle ustaca değerlendirdi. Şiirinin olgunluk döneminde biçim gösterilerine kaçmadan yalın bir teknikle yazdı.
    0 ...
  9. 6.
  10. 7.
  11. 8.
  12. Yağmur çiseliyor! Akıp gitsin üstümdeki küf! Yakam bağrım fora. Üç duble votkanın beklentisindeyim; dört şiddetinde bir deprem! 'Mal ve can kaybı: dokuz gökdelen çökmesi ve üç kalp krizi'.
    Gündelik nefretin maliyetini kurtarmasa da fena değil.

    Yine de güneşlik bir yer istiyorum. Yeşillik bir yer. Herkes Kır'a sığındı. Kent'i bana, benim gibilere bıraktılar: Pisliğim, Çukurum! Hayalin ve Güzelliğin rahmi!
    Dört yanına yayıldım.
    Yatıyorum bütün mezarlarında.

    Benim gezinti alanım iki küçük saksı. Yetiyor bu gümrah arazi: Balkon, bahçe ve kabir:
    üst kattaki dul her sabah ve akşamüstü sularken çiçeklerini beni de suluyor çünkü.
    0 ...
  13. 9.
  14. beş kuruşa aşk şarkıları

    Bir yalnızlık büyütürdüm saksıda
    kalandı çok eski günlerden
    bir bana yetsin, hıncımı arttırsın
    aşkımı pekiştirsin diye sevince.
    Günüydü, gelip durdu hüznümün önünde
    gidilmemiş bir saklı deniz sandım.

    Kıpırdamazdı yapraklar geceyle
    tüketirdi çiçeği, kuşu sevdiremeyen konyak
    bana neydi gülmeler, şarkılar
    otobüs durakları, alandaki kalabalık
    geldi durdu, alana merhaba dedim.

    Bir göz bozgundur yerine göre
    vururdu pencereme rüzgâr,
    ben hep öyle bir gözdüm
    çığlığını kendine saklayan.
    Düş kurmazdım, beklemezdim şurda burda,
    çiçek demetleri, bisikletler geçmezdi
    apansız geliverdi sokağıma.

    Hıncım bana kalsın gayrı
    sen yalnızlığımı götür.
    Bana çay demlemeyi öğret
    elimi yüzümü yıkamayı,
    ağzıma rakı koydurma.
    Hıncım bana kalsın diyorum
    çünki ben bu kenti kendimde büyüttüm
    bir barbarın vahşi ateşiyle,
    çünki yapılarının taşında onulmazlığım
    çünki şarkılar kanımın bedeli.

    En sevdiğim kelimeler gibisin
    örneğin öfke gibi
    hani bir zamanlar
    dağda ve sokakta açan.
    Örneğin umut gibi
    günde, gecede yitip durduğumuz
    zeytin dalını dal eden.
    Örneğin aşk gibi
    denizlerin üzerinde yürüten.
    Örneğin kavga gibi
    yüreğimi sıkı, saçlarımı kara tutan
    kayaları yumuşatan kavga gibi.

    Denizler benim kadar kıpırdayamaz
    bak şimdi parklardayım
    bir çocuğun menevişli gözlerinde.
    Hüzünleri bırakmanın günü
    günü çığlığı olmak dünyanın,
    hüznümü iki kat ediyor ama
    gecede alnıma dayalı alnın.
    6 ...
  15. 10.
  16. GöLGELERi KULLANMAK

    işte bir ses geçiyor sıkıntıdan
    baksam pencerede yağmur da var,
    hani saçlarını ya da göğsünü
    çok ince bir hüzünle bezeyen.
    Oyuncaklar da var yalnızlıktan
    bir parkta ölümü güzel kılar,
    hani sarmaşıkça uzandığın yatakta
    durmadan aşıladığım sana.

    Hayır yaşamıyor suda o balık,
    bir yanıltı daha çiçek aldığım.
    Herkesin bebeği var odalarda
    ölüme ve daha sıkılmak için.
    Uzayan sakalım sabaha kadar
    uçup giden bir kuş koynundan,
    belki yanında bile olmadım.

    Eğildiğin sular da yalan
    salınıp duran gemilerle aldanma.
    Demiyorum hiç mi olmasın kokun, o yatak.
    Ben umutsuzluğun domino taşı
    şimdi açım, suskunum bak.
    Hele bir çağırsın kanın türküsü
    hele bir kıpırdasın kumsalda
    ağları ve renkli balıklarıyla halk,
    silâh tutarım dağlarda.

    Bu oda emanet, hadi uzan,
    şimdi ellerim de çok nazlı
    bir karanfille kanar.
    Sunduğum bu yalnız, çocuk ülke,
    bak, gece de göğsümde çok ağır,
    şaşkın değilim ama silahımı yitirdim.
    Gelsin leylâkların açma zamanı
    mümkün silâhımı halkımla bulmak.

    Hadi uzan özlemim kadar,
    bulutlar gidiyor, şimdi işim
    çoğaltıp gölgeleri kullanmak.
    2 ...
  17. 11.
  18. ÖDÜLLERi
    1964 Yeditepe Şiir Armağanı, Her Yüz Bir Öykü Yazar ile
    1987 Behçet Necatigil Şiir Ödülü, Yol Üstündeki Semender ile
    1991 Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Şairi Ödülü, Ağıtlar ve Övgüler ile...
    1 ...
  19. 12.
  20. şairliğinin yanı sıra popüler kültür ve ideoloji gibi alanlarda önemli kitaplara imza atmış yazar.

    (bkz: türkiye de popüler kültür)
    1 ...
  21. 13.
  22. 14.
  23. sırada

    uzat saçlarını gecenin balkonundan
    isteğimin çok tüylü suyuna.
    bir orman gecesinde
    bir kar gündüzünde,
    gördüm nasıl süzüldüğünü
    yırtıcı ölüm kuşlarının.
    hadi uçsun memelerindeki güvercinler
    hadi cennet ülkeni sun.
    kardeşliğin şarabını istemiyorlar
    söyle kaç sofra kaldı kurulu?

    baktıkça içleniyorum fotoğraflarına
    yüzlerini öpmüş anneleri ayrılığa benzer
    çilekeş kadınlar rüzgârlarına vurgun,
    onlar silâhları ve şarkılarıyla
    hani şuracığından geçerlerdi
    korkularınla kaldığın zaman.

    ölümü en güzel kullandı onlar
    bir karanfil dişleri arasından
    aşk içinde ulaştırdıkları sana,
    cepheden, sürgünden, mapustan.

    sıra bizim, hadi günler bitiyor.
    hadi uzat mavi saçlarını
    yenik gövdemin üstünden.
    1 ...
  24. 15.
  25. bir ahmet oktay şiiridir.

    Beş metre ötemdeki yapıya bakıyorum;
    Kaç TNT'lik imgelemi vardı acaba
    şirket mimarlarının, Berhava edildi
    kokular, renkler. Koruluğun
    kaçışan hayalleri. Yüzlerce fısıltı:
    yani sır veriş ve yalvarış
    gülümseyiş ve öpüş. Öfkeler de
    vardı elbet. Aldatıldık, terk edildik
    unutulduk da şöyle ya da böyle.
    Anımsandık ve kutsandık

    Yıllar önceydi. Denize inerken
    çamların ve çınarların sesini
    dinleye dinleye. Duvarın dibinden
    fısıldadı berduşun biri
    elinde bir şişe kırmızı Marmara:
    "Kuşlar kalmayacak ve tanklar geçecek
    ben öleceğim üç bahara kalmadan
    bu ağaçların kökünde ve kurtulacağım
    selam durmaktan."
    1 ...
  26. 16.
  27. bir ahmet oktay şiiri.

    Saat beş. Yoğurt vuruyor analar,
    akşam
    kaçak tütün gibi koyu, yumuşak,
    alev almış göçebe bir kurt sesi
    kalaysız bakraca, buzlayan ovaya yansıyan,
    yok tipiye gem vuran
    ve narayı hançer gibi kullanan atlılar,
    toprak suskun
    anaların güz bahçesi kesilmiş gözleri
    zehrini içine akıtıyor çıkrıklar.

    Saat beş. Zonkluyor belleğimde
    Aksaray yolunda gördüğüm
    gülgillerden bir bitki
    Şemdinli'de ırmak gibi akıp geçen
    yemyeşil sıbyan ölümleri,
    alınları dövmeli kadınların
    uçurumlardan daha yabanıl
    söylediği ağıt mıydı, ninni mi?

    Bir pişmanlık mıdır yaşananlar?
    Elini bir an suda unutup gitmesi,
    bakarken ardından ağbani hırkaların.
    insanınkine benzer kederi
    yalnız kalan tahta köprülerin.
    Gün kaydını düşer çıplak çocuklarla
    bellek körelir düşürülmüş bir elmas gibi
    kurumuş bir dere yatağında.
    Yaralı tavşan ne bırakır ki
    ardında kan izinden başka?
    Isparta'da koku yapılır gülden
    Aksaray'da bıçak gibi yalnızlık
    Hakkari'de efsane.
    Balkıyan bulutu görür başak
    mavilik gülümseyiş gibi titrediğinde,
    ben erken ölümü gördüm
    Ulukışla'da saat beşte
    Yalınayak suya basıyordu bir çocuk.
    0 ...
  28. 17.
  29. ahmet oktay şiiri.

    Dolaşıyorum ne zamandır
    kalbimde bir gül kesiği;

    ıslak bir tülbent koy göğsüme
    emsin büyüyen o siyah lekeyi;

    çoktan döndüm gittiğim gurbetlerden
    yine de
    içimde kanayan bir sılanın sesi.
    1 ...
  30. 18.
  31. bir ahmet oktay şiiri.

    Karlı dağı tarttım ve söğütlerin
    gölgelediği dereyi. Eşittiler
    yeşim taşının oluştuğu ve
    bebeğin memeden kesildiği
    vakitlerde. Göreli nicelikler
    ama kim emin niteliklerden?

    Geçti geçen: Anımsamıyorum artık
    kimdi ilk seviştiğim kadın? Belirsiz
    sarıldığım gövde. Kemikli miydi sırtı
    var mıydı öpüşünde yeni sulanmış
    bir bahçenin serinliği?

    Yitirdim anlamları çoktan;
    duyumsuyorum ama çürüyen kökü
    aşınan bazaltı, yırtılan
    damarını elmasın.
    Siliniyorum mevsimlerden
    sayfalardan, oyluklardan;
    uçucu bir kokuyum sanki.

    Dönen de benim ama gecenin
    hazinelerine. Giz dolu izbeler, yatak odaları
    açık unutulmuş musluklar: Yabanıl
    evren kapılarıdır hepsi. Dinlerken
    ve düşlerken, geçerim ormanların
    ve toprakların karanlığından. Büyütürüm
    beslerim hayvanımı. Ten
    orda yırtılır ve kıpkızıl kesilir gül.

    "Dur gitme! Çok güzelsin" diyeceğimiz
    an yok hâlâ. Kara duygulu zamanın
    tohumu içimizde yeşeren. Kendisi için
    bile havada dağılan bir şarkı
    herkesin yaşaması.

    Biliyor, yine de ölemiyoruz.
    Sararan yaprağında dalın
    akmayan çeşmenin kararmış taşında
    bir ses tınlıyor masmavi.

    Bilici! Sına beni alevinle
    ve söyle: iğva mı bu
    Baht mı?
    0 ...
  32. 19.
  33. bir ahmet oktay şiiri.

    "Ne yazıyorsun?" diye soruyor
    geçen günkü çocuk: usulca
    açmış bir haşhaş çiçeği
    çitin yanında. Öğle sonunun
    dinginliğinde yankılanıyor
    soru. Yaşam böyle apansız
    kuşatıyor Sözü: daha yolunu
    sorarken yele, kerteriz ararken
    geri dönmek için. Çünkü bir yurt
    gereksinir söz de: unutulmak
    ve yeniden bulunmak üzre. Yazgı bu!
    Kovulmuş ve yargılanmış adına
    konuşana ne mutlu. Dönecek olan
    odur çiçekler içinde; tutuşmuş
    ardında yabanıl gece.
    Ey kokuya işleyen yazı! Gölgeye
    açtığın remilde görünce kendi
    suretini, vaktindir bil:
    konuşulacaktır zamana karşı.
    Sevgili çocuk! Gün
    geldiyse şükürler olsun; kaç
    ton kalay eritildi; göğsünden
    bir düğme açtırmak için
    kilitler ermişinin. Bir kitap
    bu: belki de senin yazacağın: içinde
    titreyip dururken binlerce kandil.
    Ey kokuya işleyen yazı! Gölgeye
    işleyen yazı! Reddedildin
    ve kabul edildin: Korktu Davud Tai
    gecenin açıkladığından ve günün
    sakladığından; el yazmalarını
    suya attı. Su soldu
    ve kum çatladı. Ama Gazalî ey çocuk
    öldü çölü soluyarak ve göğsünde
    Buharî'nin kor kesilmiş kitabı.
    2 ...
  34. 20.
  35. bir ahmet oktay şiiri.

    Uzat saçlarını gecenin balkonundan
    isteğimin çok tüylü suyuna.
    Bir orman gecesinde
    bir kar gündüzünde,
    gördüm nasıl süzüldüğünü
    yırtıcı ölüm kuşlarının.
    Hadi uçsun memelerindeki güvercinler
    hadi cennet ülkeni sun.
    Kardeşliğin şarabını istemiyorlar
    söyle kaç sofra kaldı kurulu?

    Baktıkça içleniyorum fotoğraflarına
    yüzlerini öpmüş anneleri ayrılığa benzer
    çilekeş kadınlar rüzgârlarına vurgun,
    onlar silâhları ve şarkılarıyla
    hani şuracığından geçerlerdi
    korkularınla kaldığın zaman.

    Ölümü en güzel kullandı onlar
    bir karanfil dişleri arasından
    aşk içinde ulaştırdıkları sana,
    cepheden, sürgünden, mapustan.

    Sıra bizim, hadi günler bitiyor.
    hadi uzat mavi saçlarını
    yenik gövdemin üstünden.
    1 ...
  36. 21.
  37. bir ahmet oktay şiiri.

    Kaçıp sana saklanıyorum akşam oldu mu
    Sana dokununca mı denizleniyor masa
    Senin avcıların mı çok hayvanları kovalayan
    Sıkıntımın ormanında?

    Üç beş günümüz var şuracığında
    Nice oyuncağımızı kırdılar
    Biz de güzel çocuklardık bahçelerde
    Sularda alabalık

    Azla avunmaya alıştık
    Ne yapalım paramız yoksa
    Şarabımız bitince yağmura çıkarız
    Kim güzelleşmiyor öpüşünce.
    4 ...
  38. 22.
  39. bir ahmet oktay şiiri.

    Hocan Bedri Rahmi
    -renkli güneşler
    bir iki kalın sözlük
    nakışlı veremler
    ve doğurgan aşklar yerdi bir oturuşta-
    çok kalabalık bir halk yüzüyle öldü;
    haftada üç gün
    gezdirirdi sizleri Tophane'de.
    Kazıbilim'de çanak-çömlek değil
    bayat ekmek ve zeytin
    yamalı bir gençlik
    sahtiyan bir yalnızlık
    bulun diye.
    Ne yazık, esrarı
    ve trahomlu bir gözün
    düşman bakışını ilk tanıdığın yer
    Karabaş'ın mahallesinden
    tek desen yok defterinde.
    1 ...
  40. 23.
  41. bir ahmet oktay şiiri.

    Çalışma masamın üstünde günlerdir:
    Eski bir madenci lâmbası. Yerdeydi
    nerdeyse üç yıldır. Neden göz önüne
    getirdim bu tuhaf gereci? Bir simge mi
    aranıyordum, bir göçüğün önsezisi mi
    yeşermişti içimde? Zonguldaklı şair
    Lütfi Fikri, -Fikri Lütfi miydi yoksa ?-
    armağan getirmişti. Adlar! -Kişi, kent, kitap
    fark etmez- ; turnusol kağıdıdır belleğin,
    onlar da ihtiyarlıyor ve bunuyoruz.

    Sürgün kitabımdaki üç dize için
    tepilmişti onca mesafe: "Madencinin lâmbası
    ve kandili Ozan'ın
    aydınlatsın yolu".
    Ben de bir şaire ulaşmak üzre
    binmedim mi gece otobüslerine?
    Çalmadım mı Şişli'de bir bodrum
    katının kapısını? Göğsümde
    inanılmaz bir panik.

    Aydınlattı mı yolu lâmba ve kandil?
    Aydınlatabilir miydi? Yarınlarda
    yanıt, benim bilemeyeceğim.
    Yine de tutuk dilimde
    söküldükçe açan alevsi bir çiçek var:
    herkesin düşlerinden devşirilmiş,
    ve karabasanlarından.
    Yaslıyım bir ölü evi kadar ve dudaklarımda,
    bir gelinin gülümseyişi.

    Bir madenci lâmbası işte. Sayılar ve tuhaf
    harfler üzerinde: 19 ve C 249 D. Bir alt
    satırda 24 yazıyor. Gizemli aidiyetler: Kuyu,
    ekip, madenci ve lâmba. Kişinin silindiği
    yerler .Kuyudan kuyuya dolaşıyorum
    en olmaz vakitlerde. Vuruyorum korkuyla
    damarlara kazmayı ve kalıyorum
    geçmişin göçüklerinin de altında.

    Bir lâmba. Nedir onu Keats'in
    "Yunan Vazosu"ndan ayıran? Sır
    nerde, ölümsüzlük nerde? "Güzellik
    gerçek, gerçek de güzelliktir" demişti Keats.
    Günlerdir dinliyorum, dokunuyorum
    metalin soğuk gövdesine ve konuşsun diye
    bekliyorum benimle
    yoksulluğun kalbi.

    Bilmem sordu mu bunları kendine
    boğazı düğümlenmiş ve alnı siyah
    Zonguldaklı kardeşim;
    bekledi mi gerçeğin ve güzelin yanıtını
    taşların ve köklerin içinden?
    1 ...
  42. 24.
  43. bir ahmet oktay şiiri.

    Sonbahardan sonra ağaçlar
    Hep duman açar Ankara'da
    Saksılarda yeşil bir yalnızlık
    Uzayıp gider ev tutsaklığında
    Kış boyu rüzgârsız ve çiçeksiz
    Ne gün kalır güneşin yüreğinde
    Ne şafak ne sabah
    Kar altında dilsiz ve sessiz
    Bir tohum gibi bekler baharı
    Taş üstünde topraksız çaresiz

    Sonbahardan sonra Ankara'ya dair
    Hep aynı sözler söylenir
    Ama yağmur
    Yine utanır yağarken
    Kar yine yağmadan kirlenir

    Sonbaharda sonra Ankara'da
    Yalnızca kuşların isyanı vardır
    Bakarsınız bir akşamüstü
    Bütün ağaçlar kuş açmıştır
    Ve gökyüzü meydanında
    Kuş dilinde bir miting başlamıştır

    Bir çığlıktır artık yaşanan
    Sözcükler yetmez anlatmaya
    Notalar fırçalar susar
    Çünkü mitingden sonra kuşlar
    Kırıp kanatlarını
    Ankara'ya ölüm bırakırlar.
    0 ...
  44. 25.
  45. bir ahmet oktay şiiri.

    Yarım bir aşk, yarım bir dudaksın
    sıkıntılı ikindi yağmurlarında
    her yeni erkekten sonra daha erkeksin
    tuzlu inciler dolu
    kuş uçmaz mavisi gözlerinin.

    Işıklara çarpıyorsun sokağa çıksan
    şehrin korkusu büyüyor pencerelerde.
    Avuntusu yok erkekli yatakların
    ne olur gitme
    daha kaybolacaksın.

    Bir yanın şarkılar
    kan tutmaları öbür yanın.
    Gülerken iki kadeh arasında
    nasıl ağladığın anlatılmıyor.
    Ne olur
    bu kadar kendine saklanma.

    Sen kapalı, mahzun odalarda
    kırık oyuncaklara karşı bir çocuk.
    Ürperiyorsun denizin çığlıklarını duydukça
    dudakların kaskatı öpüldükçe neden?
    Kaç ölüm tasarlıyorsun çıkmazında
    belli, yoruldun kendini denemekten.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük