derin bir bilgi birikimine sahip,sözünü sakınmayan,hayattaki en önemsiz görünen şeylerin önemini ve en önemli dediğimiz şeylerin önemsizliğini farkettirebilen,çok yönlü düşünme konusunda aşmış,ülkemizin önemli profesörlerinden biridir.hayvan dergisinde prof. cengiz güleç ile sohbetlerinin olduğu şen profesörler adında oldukça geyik bir köşesi vardır.bunun dışında 14 adet yayımlanmış kitabı ve birçok makalesi bulunmaktadır.mühendislik geçmişi nedeniyle seçmeli derslerinde mühendislik öğrencilerine daha çok not verdiği yönünde bir efsane vardır ki yalandır bu.*
Feci şekilde kokuşmuş bir şeyler var.
Şimdi tabi bu lafı 1500 sene önce Platon da söylüyormuş, 500 sene önce
Hamlet de söylüyordu, otuz yıldır da ben söylüyorum. Hayatımız
kokuşuyor, güzel bir söz değil ama böyle.
insanların seyrettiği televizyon dizileri kötü, okuduğu kitaplar kötü,
ama benim şikayetim bunlarin kötü olduğunu söyleyen insanlardan.
Sürekli şikayet edene entel diyoruz.
Ne kadar çok şikayet ederseniz o kadar entelektüel oluyorsunuz.
Oysa Entelektüel mutlu bir adamdır, burada mutlu demek memnun
anlamında değil. Mutludur, yaşanan çirkinlikleri görür fakat bunları
kabul etmez. Çirkinlikleri nasıl düzeltebileceğini düşünür, yolunu
yordamını bulur.
Kokuşmuşluk, önce kendimizle olan ilişkimizde başlıyor.
Kendimizi çok fazla değerli gördüğümüzü sanmıyorum.
işin beteri kendimizi adam yerine de koymuyoruz.
Yemek yemiyor artik çağımız insanı.
Tıkınıyor.
Yemeğin tıkınmaya döndüğü, sevişmenin düzüşmeye döndüğü bir çağda yaşıyoruz.
Bütün bunlar yozlaşmış bir hayatı gösteriyor, cünkü ortada zevk yok.
Zevkin hançerlendiği bir yaşam var.
- Kendimizi nasıl kurtarırız bu hançerden ?
Hazların peşinden koşarak değil tabi.
O da hayatımızı sürdürmek için, sabah sekiz aksam beş çalıştığımız
işler kadar kokuşma belirtisi.
Eğlenmek için yaptığımız şeyler de otomatikleşiyor.
Cünkü "şu film seyredilecek" deniliyor, herkes o filmi seyrediyor,
"şu yazar okunacak" diye emir geliyor, herkes o yazara çullanıyor.
Fakat herkes o yazardan ne anlıyor ?
Madem ki farklıyız, herkes o farkı yaşamalı.
Ama fark da bize giydirilen bir şeye dönüşüyor.
Beymen'den giyinince farklı oluyorsun.
Kendimizden kaynaklanmıyor.
Yani diplomalar, nasıl yaşayacağımız, her şey bize dışarıdan giydiriliyor.
Ama kim giydiriyor derseniz, kimse giydirmiyor aslinda, birbirimize
giydiriyoruz. Böyle olunca yaşama sevinci kayboluyor, bu çok büyük bir
tehlike.
- Öğrencilerinizin yarisinin anti-depresan kullandığı doğru mu ?
Doğrudur.
Bizim ODTU civarinda hayat bir beladır diye algılanıyor herhalde.
Surekli şişiriliyor gençler, sen akıllısın diye.
Ailelerin de beklentisi büyüyor.
Ama küçük bir basarısızlıkla karşılaştıklarında hemen bunalıma
giriyorlar. O kadar el bebek gül bebek yaşamaya alıştırılmışlar ki,
acılara tahammülü olmayan insanlar yetişmeye başlıyor.
Yaralar almaya başlayınca, bir çıkış noktası bulamayınca ya ilaçlarla
tahammül etmeye çalışılıyor ya da savunma mekanizmaları aşırı
gelişiyor.
- Bu durum başarıya koşullanmaktan mı kaynaklanıyor ?
Başarılı olsan, başarının hiçbir ölçütü olmadığı için, nerede
duracağını bilemiyorsun ve başarı dangalağı oluyorsun.
Sürekli önüne havuç konmuş eşek gibi koş Allah koş.
işkolik oluyorsun.
Başarısız olsan geride durmaya tahammül edemiyorsun.
O yüzden başarı ve başarısızlığın dışında bir hayatı seçmiş
olabilirsin, yani serseri olmak çok daha iyidir bence.
Başarısızlık ve büyük beklentiler bir aradaysa o zaman
anti-depresancı oluyorsunuz.
Bunların dışında üçüncü bir yaşamın peşindeyseniz yaratıcı
olmak zorundasınız. Yani Dünya'ya posta atmış, egemen değerlerin
dışında bir insan olmak gerekir.
Dünya'ya posta atabilmeniz için de once kendi değerlerinizin olması gerekir.
- Mutsuzluk bulaşıcı mi ?
Pısırık, güvensiz insanlarin bu kokuşmuşluktan çıkma şansı yok.
Mutsuz ve sinirliysen bol bol sigara içersin ve kısa bir süre sonra
ölürsün. Mutsuzluk uzun sürmez.
Trafikte kavga edersin, bir araba sopa yersin.
Sevgilinle sevişemezsin, iktidarsiz olursun.
Onun için rahat olmak lazım.
On derste rahat olma kitapları şimdi çok satıyor.
Orada yazanların tam tersini yaparsan belki biraz rahatlarsın.
- Hayvan dergisine verdiğiniz beyanatta:
"Bilge dediğin fırlama olur", demişsiniz.
Bu görüşünüzde israrlı mısınız ?
Gayet ısrarlıyım, hatta bu görüşümü daha da ileri götürdüm,
bilge dediğin hem fırlama olur, hem de puşt olur diyorum.
Bilge, hayatın bütün hazlarının ardından koşar ama o hazların
hiçbirinin dangalağı olmaz.
Serserilerle konuşur, berduşlarla arkadaşlık eder, bir sürü
dedikodunun farkındadır, magazinleri izler ama bulaşmaz.
Günde on beş dakika televizyon izler ama sonra genellikle evleri
iki katlı olduğundan yukarı çıkar, Mevlana'yı Farsçasından okur,
yatmadan önce iki bardak şarap içer.
Bilge adamda hem sokakta süren hayatı yaşayabilme yeteneği
ve gücü vardir hem de o hayatın dışına çıkabilme cesareti.
Yani bilge insan, hayatın içindedir.
Leman'i, Penguen'i okuduğu zaman esprileri anlar, mel mel bakmaz.
Yani ben bilgeyim, bu adamlar ne biçim espri yapıyor, cok ayıp
demez.
Son çıkan küfürleri bilir.
Yeni küfürler üretir.
Yasamdan tat almayı bilir ama bunu hicbir zaman ayağa düşürmez.
Ayağıyla yaşadığı yaşamı, yukarı çeker.
O küfür ettiği zaman, küfür onda besmele gibi bir şey olur.
Bizde bilge, yerinden kalkmaz, ak sakallı, yemek yemez, çişi gelmez
biri olarak bilinir.
Oysa bilge dediğin doğal gaz kuyruğuna girer, sırasını kapan
olursa kavga eder, gerekirse karakolluk olur. Bu tanıma göre
bilgelik, akademisyenlikle pek örtüşmüyor.
Akademisyenlik kötü bir iş.
Bilgeliğe aykırı, otuz yıldır millete not veriyorum, kusturucu bir
sey, bıktım anasını satayım, hepinize sıfır diyeceğim bir gün.
Ya da hepinize yüz, ne fark eder.
Bilgelikle akademisyenlik arasında bir ilişki olabilir,
o da yaşı 18-20 olanlarla sürekli bir arada olmaktan kaynaklanan bir
şey. Bu avantajı kullanırsanız, yeni kalabilirsiniz.
- Biraz da aşktan konuşalım mı ?
Aşkta benim teorim şu; aşk doğuştan hormonlarla ilgilidir ama
aynı zamanda kazanılması, edinilmesi gereken de bir şeydir.
Emek ister.
Hormonu iyi salgılayan aşık oldugunu sanabilir, çıldırabilir, azabilir
ama aşk ayrı bir şey.
Bir sanat, bir güzellik yaratmaktır aşk.
Hıyarların, hamhalat heriflerin işi değildir.
Diyelim ki kızın birini görüyorum, içime bir ateş düşüyor ve aşık
oluyorum. Yok öyle yağma, böyle beleş bir şey olabilir mi ?
Ateş düştükten sonra ne halt yediğine bağlı olarak aşk olur ya da olmaz.
Ateş düştükten sonra o ateşi düşüren kişiye gidip onu söndüreyim
hemen diyorsan, orada aşk yoktur. Ama aşk düştüğünde;
kendimizi, hayatı, yaşadığımız kültürü anlamaya ve dönüştürmeye
çalışıyorsak, iste aşk odur.
Bize insan olduğumuzu hatırlatır ve büyük bir sorumluluk yükler.
Aşık olduğum zaman aklıma şu gelmeli, aşığım, demek ki yapacak
cok iş var. Yani sevgilimle pastanede buluşacağım veya bir
arkadaşın evine gidip yiyişeceğiz...
Bu da yapılmalı tabi de yalnız bunu yapıyorsanız aşk falan yoktur.
Yani burada, arkadaşın evine gittik, yiyiştik.
Aşka giriş bile yok burada yiyiş var.
Yani aşk, o yemekten aldığımız enerjiyle bir yere bir ağaç
dikebiliyorsak, bir insana yardım edebiliyorsak, farklı kitaplar
okuyabiliyorsak, gereğini yerine getirdiğimiz şeydir.
Aşk eşittir sevgili değil, iki kişilik de değil çok kişiliktir aşk.
Bütün Dünya'yı düşman belleyip Leyla'yi sevmek değildir.
Leyla'da bütün insanlığı sevmektir.
- Bir entelektüel olarak mutlu musunuz ?
Yalnız kaldığım zaman, genellikle gece ikiyle dört arasında mutlu olurum.
Televizyonu açarım ama seyretmem.
Sesini dinlerim, duvarlara bakıp öyle düşünürüm, belki yazasım gelir
bir şeyler karalarım.
Uykum gelince, bu Dünya düzelmez arkadaş deyip yatarım.
Bugün de kurtaramadık Dünya'yi ne yapalım derim.
Hesabi duruş, mutluluğu öldüren şeydir.
Örneğin Nietzsche, adam hayatı boyunca bunu anlatti.
Ama Nietzsche'yi okuyup karamsar olan adamlar var, onlara sopayla
girişmek istiyorum bazen.
Adam demiş ki, ben bir enerji kaynağıyım.
Benim insan gibi insan olabilmem, icimdekilerin olabildigince
bastırılmadan ortaya çıkabilmesidir.
Oysa yaşam buna izin vermiyor, birbirimizi maskelemek zorunda kalıyoruz.
Gerçi Freud medeniyetin temelinin bu olduğunu söylemiş.
Biz de içimizdeki hayvanlığı bastıracağız diye, içimizdeki insanlığı
da bastırmışız. Hala içimizdeki erotik enerjiyle ilişkimizde sakatlık
var. Erotik yanımız ortaya çıktıktan sonra ayıp bir şey yaptığımızı
düşünüyoruz. Onun için vatan millet sakarya, ilim aşkı, sanki hiç eros
yokmuş gibi davranıyoruz, dava adamı kalıbına sığınıyoruz.
Bütün bu kalıplarım dışında felsefe; çözüm arayanların değil,
soru soranların yeridir, şeytanla muhabbettir.
Ne zaman ki şeytan sizi alt eder, o zaman insan olduğunuzu anlarsınız...
odtü felsefe bölümünün başkanı, aslen odtü elektrik mühendisliği bölümünden mezun olmuş profesör. bir an önce bölümüme * geçip tanışmak için can attığım insan.
" felsefe çözüm arayanların değil, soru soranların yeridir, şeytanla muhabbettir. ne zaman ki şeytan sizi alt eder, o zaman insan olduğunuzu anlarsınız. " demiş, her gün kendine daha fazla hayran bırakan, büyük üstad.
kanımca olması gereken profesör tipidir lakin bu işin ciddiyetini savunanlarca şaklabanlıkla suçlanmaktadır. felsefeyi halka indirgeme çabası elitist kesimce burun kıvrılarak izlenmekte, takip ettiği yol çokça tenkit edilmektedir. bu sırça köşk sakinlerine yaranmak zaten mümkün olmadığından ahmet hocam bildiği yolda pek şahane ilerlemeye devam etmekte, bizleri güler yüzüyle aydınlatmaktadır.
...felsefe; çözüm arayanların değil, soru soranların yeridir, şeytanla muhabbettir. Ne zaman ki şeytan sizi alt eder, o zaman insan olduğunuzu anlarsınız.
türkiyede fikir üretebilen ve harbi bir duruşu-tavrı olan felsefecimizdir.
bu sene yaz okulunda, odtü felsefe bölümünde philosophy of love ve philosophy of emotions derslerini verecek olan profesör. aşkın felsefesini kendisinden dinlemek için sabırsızlanmaktayız.
"Anarşi alışıla gelen ve bir çok kendi içinde olumsuzluklar taşıyan düzenin gözden geçirilmesi eleştirilmesi için olumlu bir sözdür Anarşi bir takım balonları söndürüyor, insanların çok fazla üzerinde düşünmediği, düşünmediği için çok fazla abarttığı balonları söndürüyor.. put kırıyor. Bizi dogmatizme sürüklenmeyi engelleyen, kendimizi gözden geçirmemize, eleştirmemize yardım eden tarafı var. Onun için her düzene ANARŞiSTLER GEREKiYOR. Düzenin sağlığı ve gelmişmesi için yaşasın anarşizm mi demek lazım ve içimizdeki anarşist arkadaşa kulak vermek lazım.
Son zamanlarda sık sık kendime söylediğim bir söz: "Mutsuzluk ahlâksızlıktır." ahlâk yaşamının hedefi mutluluktur; mutluluk ahlâkına göre yaşamalıyız anlamında söylemiyorum bu sözü. "Mutluluk", "mutsuzluk" kavramlarından, çağımız insanının çoğunlukla anladığını anlamıyorum. Bu kavramların farklı yorumlarına gerek duyduğumuzu düşünüyorum.
Akıllı mutsuz, salak mutlu mu olur ?
Alışılagelmiş bakışla, düşünen, araştıran, soruşturan, eleştiren insanın mutsuz olması gerektiğine inanılır. Dünyadaki gidişe "aklı eren" insan, oradaki akıldışı akışı, haksızlığı, sömürüyü, acıyı, iletişimsizliği, kısacası dünyadaki cehennemi görür ve mutsuz olur. Aydın mutsuzdur; gördüğü karşısında; gördüğünü düzeltmeye çabalamasındaki yetersizliği karşısında. Düşününce mutsuz olur insan; bir anlamda nasıl düştüğünü görmüştür, kendinin ve insanlığın. Düşünüyorum: O halde mutsuzum der. Mutsuzluk dünyayı değiştirmenin bir gerekçesi olur; yalnız gerekçesi değil, itici gücü, enerjisi. Mutsuzlar, dünyaya isyan edip, dünyayı değiştirmeye, dönüştürmeye çabalayacaklardır. Mutsuzluk, uyumamanın, uyanıklığın, isyanın, eleştirinin bir itici gücüdür. Mutsuz, bilinçlidir, bilgilidir, asidir.
Oysa, mutlu, tam bir salaktır. Düşünme gücünden yoksun, bilgisiz olduğu için mutludur. Aydın mutlu olamaz; o denli çok kaygısı; içinden bir türlü çıkamadığı kendisine, düzene, düzenin değiştirilmesine ait sıkıntıları vardır ki, mutlu olması olanaksızdır. Boş kafalı, yaşamayı yüzeyden alan, sorumsuz, bencil insanlar mutluyum diye dolaşırlar. Ne kadar kapsamlı, ne kadar derin düşünürseniz o kadar mutsuz olursunuz.
işte yukarıda mutluluk ve mutsuzlukla ilgili saptamalara karşı çıkıyorum. "Akıllı mutsuz, salak mutlu" savının yaşama beceriksizliklerinin bir avuntusu olabileceğini düşünüyorum. Mutsuzluk görüntüsünün, saplantısının ya da avuntusunun "gerçekle" yüzleşmekten bir kaçış olduğunu düşünüyorum.
Mutluluk bilinç ve yürek işidir.
Dünyada bir zulüm, haksızlık, sömürü düzeni olduğu bana açık geliyor. Mutsuz olmamız, kahır çekmemiz için ne çok sebebimiz var! Olup bitenin, acı verici durumu karşısında mutsuz olmak daha insana yakışan bir şey değil midir? Değildir! Mutlu olmak, insan olma sorumluluğu taşıyan herkesin bir sorumluluğudur. Burada, "şişe yarıya kadar dolu" demiş mi oluyoruz, "yarıya kadar boş olan şişe"ye? Mutlu olma bir çeşit aldanma sonucu mu elde edilecektir? Avunma, aldanma, görmezlikten gelme, sorunlardan kaçma yoluyla "mutluluk oyunu" oynamaktan söz etmiyorum.
Aldanma sonucu "mutluluk" sözde mutluluktur. Mutluluk bir bilgi işidir: fark etme, ayırt etme, yargılama; düşünebilme işidir! Dürüstlükle başarılır.
insanın ardında olduğunu söylediği mutluluğun, sorunlardan, acılardan, kaygılardan azade bir ruh haliyle yaşanması gerekmez. Gerçekle yüz yüze, onun sorunlarıyla içice olduğunuz halde mutlu olabilirsiniz.
Önce şu soru: Neden ardındayız mutluluğun?
Gerçekçi olduğumuz, gerçeği anlamaya, yorumlamaya, sorunlarıyla baş etmeye çabalamak için. Araştırmak için. Mutsuzdan araştırmacı olmaz. Mutsuzdan devrimci olmaz. Mutsuzdan başkaldırı, umut, düş bekleyemezsiniz!
Karşı çıkışları duyuyorum: Mutsuz bilenmiştir, ödün vermez, kavgaya, savaşa, mücadeleye, zulüm görmeye hazırdır. Kelle koltuğunda yürür mutsuz. Mutlu, yitirmek istemediği mutluluğu için korkaktır, ödünler verir; dünyadan hoşnuttur, merak etmez, öğrenmez, kendini aşmak istemez.
işte tam da bu noktada karşı çıkışlara karşı çıkıyorum! Böyle salak, böyle eblek, böyle sorumsuzdan mutlu insan çıkmaz! Mutluluk bir bilinç işidir, yalnız bilinçli olmakla kazanılmaz mutluluk, yürek işidir aynı zamanda. Mutluluk, uyuşukluk, tembellik, atâlet değildir. Hamarat ruhların işidir. Acı çeken, acı çekmiş, duyarlı insanların. Mutluluk bir haz hali değildir. Acı yokluğu hiç değil!
Mutsuzluk yaşama beceriksizliğidir
Mutluluk iç ve dış özgürlüğe kavuşabilmede bir dönüm noktasıdır. iç dünyamızın, düşünce ve duygu dünyamızın bağımsızlığı, insanlarla kurduğumuz ikili ilişkilerin, toplumsal ilişkilerin özgürleşebilmesinde katkısı olan bir güçtür. Kendimizi ve dünyayı değiştirebilme gücü. Telos'umuza, hedefimize, amaçlarımıza, düşlerimize, ütopyamıza bizi ulaştırabilme gücü. Bu gücü anlayamamak, bu güce bigâne kalmak elbette sorumsuzluktur. Güzel, hakça bir dünya için çalışmamak demektir. Elbette ahlâksızlıktır.
Mutsuzluk kendimizle yüzleşebilme cesareti için gereklidir. Gerçekle, dışımızdaki ve içimizdeki gerçekle, tarihle, kültürle karşılaşabilmek için. Yılgınlığı, tembelliği, kolaycılığı yenebilmek için. Mutlu insan, iç dünyasında gezebilen, içinde kolayca dolaşabilen; kendini tanımaktan ürkmeyen özerk bir insandır. Mutlu, gerçekliğin karşısına çıkardığı sorunlarla karşılaşabilme gücü taşır.
Mutlu, kendini, gerçekliği yaşamaya hazırdır: Elbette öteki insanlarla birlikte. Mutlu, birlikte yaşamaya, paylaşmaya açar kendini. Mutluluk, yaşamaya hazır olmadır: Geçmişi üstlenip, eleştirip, eleyip, yorumlayıp, geleceğe doğru yürüyebilme durumudur. Tek başına mutlu olunmaz; birlikte olunur. Paylaşmayla olunur. Ortalık güllük, gülistanlık olduğu için değil; savaşta, kavgada, kuşkuda, zulüm görmede de mutlu olunur.
Mutlu, duygularını, aklını, bedenini bir bütün halinde yaşar. Duygu ve aklıyla iletişime geçer; onları tanır. Bedeninden gelen enerjiye haberlere, uyarılara açıktır.
Mutlu, dinlemeye, anlamaya, söyleşmeye hazırdır: Kendiyle ve öteki insanlarla. Taktik uygulayan; insanları sınıflandırıp, damgalayan, denetleyip, elinin altından bırakmayan, mutlu olamaz. Mutluluk umut; mutluluk, içimdeki "daha var" diyen sestir.
Mutlu, kendini "aşmak", öğrenmek, üretmek ister. Mutluluk, olanaklarını gerçekleştirmeye çalışmada yatar. Mutsuz, olanaklarını keşfetse de, gerçekleştiremeyendir. Mutsuzluk, insanın yaşama beceriksizliğidir. Kendini gerçekleştiremeyen, düş kuramayan, görüşlerini açık açık dile getiremeyenden mutlu olmaz.
Mutlu insan dünyayı değiştirecek insandır
Mutluluk, edilgenlik demek değildir. Tembellik hiç değil. Mutluluğun, dünyanın sonu olduğunu söyleyen masallarla kültürümüze geçtiğini görüyoruz. Mutluluk, öykülerin, romanların, filmlerin sonunda yer alabiliyor. Sonlara tıkılmış bir yaşam biçimi değildir oysa; somut yaşam alanında ortaya çıkıyor. Mutlu insan dünyayı değiştirecek insandır:Yaşamaya, kavgaya, düşünmeye, üretmeye hazır bir insandır.
Mutluluk bir haz hali değildir. Bir karakterdir. Mutlu insan bu ahlâki karakteriyle, başına gelmiş ve gelecek olanları yaşar. Mutlu insan, zulüm çekmiş, işkence görmüş biri de olabilir. Mutlu insan yerinde duramaz, etkindir; sorumludur: Mutlu insanlardan söz ediyorum. Dünyaya bir bakış biçimi, bir yaşam biçimi oluveren mutluluk, ağır bir sorumluluk taşır. Çünkü, mutluluk "hazır olma" durumudur; mutlu insan, gerçekleştireceği tasarılarının altında ezilmez.
Gelip geçici bir hâl değil de bir karakter oluveren mutluluk, bize yaşam boyu destek oluverecek bir güçtür.
Yanılır mıyız mutluluk konusunda? Zaman zaman. Neyin mutluluk, neyin mutsuzluk olduğunu anlamak, hangilerinin mutluluk karakterine (ahlâk karakteridir!) uygun olduğunu önceden söyleyebilmenin zorlukları var. Bize mutluluk gibi görünen, öteki insanların mutsuzluğu olabilir. Oysa, dünyadaki sorunları ele almanın, tavır koymanın, gerçekliğe yönelmenin, kimi eylemlerin çekirdeğini taşıyan bizim karakterimizdir. Karakterimiz mutluluk karakteri ise gelip geçici mutsuzluklarımızı görmezden geliriz, onları simyacı gibi mutluluğa dönüştürmeye çalışırız.
Siz kendinizi "mutlu", "karakterli" biri olarak görüyorsanız; kendinizle barışık, geleceğe ilişkin tasarımlar taşıyan bu karakterinizle dünyanın zorluklarıyla baş etmeyi biliyorsunuz demektir.
Bu yazıyı elbette kendini sorgulayan bir mutsuz, bir ahlâksız yazdı.