Gözlerin ipekyoludur ömrümün
Akasya yüklü kervanlar geçer
Çan sesleri arasında bir fener
Yanar söner yanar söner yanar söner
Gözlerin ipekyoludur ömrümün
Kentin en kalabalık yerlerinde
Dört nala koşan bir at gibi
Çılgınlığa akan yalnızlığa ölüme
Yazılmış şiirleri yeniden yazmak bütün
Hayatı teğellemek yepyeni bir güne
Ve sonra sökmek uzun uzun
Gözlerin ipekyoludur ömrümün
Yalnızlıktan gelir yalnızlıklara gider
Düşülür her şeyin altına bir tarih
Soluksuzum günlerdir geceler uzar
Yaşamak dünyayı ödüllendirmektir artık
Kendimi öldürdüğüm yerlerde beni kan tutar
Başıma gelecekleri bile bile yürürüm
Hilton Oteli'nde hu çekerim huu...
işte hırkam ben de bir dervişim
Asamı vestiyerde bırakmak zorunda kalırım
Nescafeyi konyakla kardığım günler gecelerdir
Bakarım gözlerine eğnim silkelenir
Döktüğüm acılar yıllar kederlerdir
Alnıma bir avuç tuz atılır düşünemem
Konuşamam ağlayamam bağıramam
Neden gece her gecenin ardından gelir
Gözlerin ipekyoludur ömrümün
Gözlerin tarihçesi yaşayıp öldüğümün
Ihlamur ağaçları altında bir Saraybosna hatırası
Sen ben ve Deniz bir de rüzgarın örttüğü gençliğimiz
Sen ben ve Deniz. Sen ben ve Deniz...
Yirmi dokuz çeşit ölüm buldum, bir de sen düşün
Artık yağmur altında mı olur
Nasılsa gözyaşları yosun tutmaz
Bellek denen o orospu,
ardından koşturur da kimseyle yatmaz
Bir gün gidenler de unutulur
Kaç şiir yazdım ki ölümden söz eder
Kimi görsem "daha ölmedin mi",
der gibi yüzüme bakar oldu
Arapçaları, italyancaları, Türkçeleri ayıramasam da
Sıfat, fiil, ad, zamir
Ölümün sözlüğüne çalıştım, yıllar boyu
Ey fiilden türeyen ad
dudaklarıma yakışsan da,
bedenime bir türlü yakışamadın gitti
kulağa bunca hoş gelen bir sözcük olmasaydın şu Türkçede
Başka bir şair olurdum belki
Belki değil, kesin
Ölüm
ölüm
ölüm
Yirmi dokuz çeşit ölüm buldum, bir de sen düşün
Aklın kesiyorsa eceliyle ölmek gibi
Ben yer veremedim bir türlü
Yakıştıramadım bunu Türkiye'deki ölümün doğasına
T.D.K. da kapatıldı işin kötüsü...
Ölüm bile geç kaldıktan sonra
Bütün ilkleri sona bırakmanın belki de tam zamanı
Ben her şey bir ırmaktır sanırdım
Bunun için günlükler tutmaya kalktım
Ve tarihleri karıştırdım nasıl da
Aldım şapkamı gidiyorum şimdi
iniyorum kentin çekirdeğine
kendime yeni dalgınlıklar buldum son günlerde
Dev yapılar ufuk çizgisinin önünde birer parmaklık gibi
Kırmaya kalksam çocuklar uyanacak
Ben odama döneyim en iyisi
Öyleyse nice yağmur
Niye bir kız saçı gibi sokaklarda
Aynaya baksam kalbim görünür
Aklımda gitgide büyüyen yara
Bir ağacın en uzak dalı gibi sessizce çürür
Ölüm, evet ölüm bile geç kaldıktan sonra ...
Yaşamak, yeni bir emre kadar yasaklanmıştır.
Bundan böyle kimse soru sormayacak.
Şairlerden ve peygamberlerden
çekmediğimiz kalmadı bunca yıl,
başımıza gelmedik bela...
Tarih konuşuyor, dinleyin!
Kapılar sürgülenecek ve özellikle geceleri
kimse sokağa çıkmayacak.
Gelecekten ve güzel günlerden söz etmek serbesttir;
ancak, simge olarak "güneş" kullanılmayacak.
Herkes kimlik kartına,
kullanıldığı maske sayısını da eklesin.
Çünkü her biri için tarafımızdan vergi iadesi uygulanacak.
Şair konuşuyor:
- Ölmek, yeni bir emre kadar yasaklanmıştır!
Duvarlardaki kurşun deliklerini
Çiçeklerle kapla artık
Eve erken dönersen iyi olur
Öyle çok düşünme geceleri
Yurdumuz, kimsesizlik, yoksulluk...
Birahaneler sigara dumanı,
Parklar, çimlere basmayınız
Yollar daha kalabalık
Bir şey eksik, bir şey eksik
Diye düşünmesen iyi olur
Bu şarkı kırık dökük
Nasılsa sensiz de bir son bulur.
Ama şimdi biliyor musun
Mezarlıklara yürü artık
Ne kadar genç ölü varsa
Ölüm tarihlerine bu günü yaz
Sonra ağlasan iyi olur
Sustuk, kendi içimize gömüldük
Anlıyor musun biraz...
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Yalnızlık, ölümün üvey kardeşi
Eve hep geç saatlerde gelen babaların
ayak izlerinden yükselen buğu
Bir toprağın, dalına dokunamadığı yerde büyüyen boşluk
Ayışığında kaldırımları süpüren bir kadının
ikide bir durup, burnunu önlüğünün koluna silmesi
Gibi boğuk, gibi çıldırtıcı, gibi silik
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Nereye gideceğini yitirmiş
yol, uçurum, dağ, bayır, çöl
Bir kuşun kanadından çıkan kav
Bir kibritin ömrünün, bir tek sigarayla sınırlı olması
- Alkol, kendileri seni seviyor
Her el titremesinin bir fotoğrafını çekmeli
yanık masa örtülerinin, kırık bardakların
Günışığında herşeyin, herşeyin görünmesi
Gibi iğrenç, gibi gerçek, gibi anlamsız
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Tökezlemiş söz, suskun türkü, rendelenmiş umut kırıntısı
Şiir... alkolik bir babadan artakalmış sarışın güz boğuntusu
Çıkılmaz buradan artık diyor bir ses,
hiç değilse kapıları iyice örtün
Soğuk, yalnızlığa özenip girmesin içeri
Gibi sinsi, gibi alaycı, gibi bungun
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Kötümserlik, kusmukların çiçek kalıplarına dökülmüş hali
Herşeyin göreceli olduğu bir dünyada iş mi bu şimdi
Değişimlerin bir türlü dönüşüme varamadığı yerlerde
Aklımı teğelliyor bir çocuk durup dururken
Gibi çılgınlığa, gibi serseriliğe, gibi ölüme
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Parmak damgasının mülkiyete yettiği bir çağda
Yüreğini kağıtlara basmanın bedeli
Damarlara dolan toprak kokusunun hep ölümü çağrıştırdığı
Yaşamın, konuşulan en eski lehçesi
Gibi okunmayan, gibi tozlu, gibi gülünç
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Diklendikçe, kendi rüzgarından başı dönen gurur
Yürüdükçe, yollardan pencerelere yükselen buhur
Çok şey görmüş geçirmişsin biliyorlar
Gibi ölüm, gibi aşk, gibi şiir
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Akdeniz 1958.1.72, 60 kg.,
evli, karısı hamile, iki paket sigara.
sabah dokuz akşam yedi. - sahi ne vardı başka?
Evet, diyorlar ve ekliyorlar:
Önüne geleni öpme isteğiyle dolu bir insancıllık
Sonunda götürse götürse, çiçek götürür kendi mezarına
Gibi deli, gibi meczup, gibi seyda
Ve keçe uçlu bir kalemle yazıyorlar:
Doğacak çocuğuna ad düşünen nihilizm
Sabahın alacakaranlığında, bir uçurum önünde
bekleyen dirim
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar.
Mutluluğum 39 derece ateşle yatar
Dünyanın 42 derece enlem 26 derece boylamında
Öğretirler Edremit'le Van arası kaç saat tutar
Kanadı kırık kuş hesabıyla
Hayatın dulu, ölümün ilk aşkıdırlar
Bu ülkede bir çift kulak ve göz olanlar
Ölüm tarihleri yazar nüfus kağıtlarında
Sarhoşluğum 80 dereceye çıkar
Meyhane taşradan musalla görünür amma...
Oturdum kalbimin nüfus sayımını yaptım
Bir iki dost, çuvalla düşman
Ben ki iki lafı biraraya getirmeyi bilmem
Haklıdırlar her şeyde dostlarım ve düşmanlarım da
Ve mutluluğumuz 39 derece ateşle yatar
Öyle ya da böyle Türkiye mezbahasında...
Grevciler, şairler ve seracılar
Don olayı bekleniyor, son uyarı
Sinop'la Anamur arası bir kuş uçar
Kanadı kırık ama göğsü kınalı ...
Bu kez biraz uzun sürdü bu keder
içime ağır bir taş gibi takılıp kaldı
Acı, takunyalar giyerek yürürdü yüreğimde
Sevincinse tüyden ayakları vardı.
Ve sorularım ne çoktu benim
Ellerim her taşın altını kuşkuyla aralardı
inanmaz olurdum kimi, göğün mavi, yaprağın yeşil olduğuna
Gözlerim her renkte saklı bir karayı arardı.
Bu kez biraz uzun sürdü bu keder
Kollarımı iki yana açıp, dansetmek istiyorum
Mutlu olmak istiyorum, ey kuşlar, ey çiçekler!
Alkol ve tütün
Ben ölümü bunlarla yendim
Ağaran bir tanın küf kokusunda
Sabah savaşlarında
Uçarı bir neferdim
Herkes işe giderken ben sızardım
Garip bir kitaba, tuhaf bir kitaba
Gün ışığından sözcükleri sağardım
Sığardım kendi dünyama
Omurgasız bir acı
Bedenimde uluyor
Tenha otobüslerin kız kokan yalnızlığında
Elim elimle buluşuyor
Kulağımın arkasına takıyorum ömrümü
Gecenin en olmadık
Saatlerine taşınıyorum
Bir şairin
kendi halinde
Bıyığını ve şiirini fazlalık sayan...
Gitgide kendime
Yakışıyorum
Ortayaş göbeğimi aynalardan sakınaraktan...
Bir alçak sakladı
Ve unuttu beni zulasında
Sanki
Bir ölüm başka bir ölüme
Miras bıraktı
Seninle aynı lojmanda, bana bir ev verseler
istifa ederdim şerefsizim, gerçeklerimden
Sabah geç, akşam erken
Giderim, gelirim
Haberim bile olmazdı saatlerden
Sen bir kompartıman dolusu insansın
Havva'nın 20. yüzyıla aktarılmış renkli fotokopisi
Sen ey bir zamansızlıksın ki... ne zaman geleceksin
Her yerlere erken gelmekten rötarlı
Alnımda 1 sivilce büyüdü yokluğunda
3 kasa bira, 18 paket Camel, 23 damla gözyaşı
Simyadan kimyaya iltica etmiş rönesans yüzüm
Her geçen gün biraz daha kazıdı aynaları
Altından ne mi çıktı?. 24 ayar hüzün
Ben bu geceyi bitiririm de, aydınlık nerde
Bu da güya aşk şiiri, realizme seyrediyor
iş, ekmek, hürriyetle doldurdum seyir defterimi
Baktım ki iş ekmeğe, ekmek hürriyete yabancı
Bu alçak ironiyle yatmasam, ben intihar ederdim
Benzemezdi bu alacakaranlıktaki Ülke'nin en eski baskısına
Ederdim sonra Cumhuriyet'in uzak bir köşesinden sizi
seyrederdim
Bir gün için votkanıza limon oldum iyi ki...
Boğuk boğuk bir siren sesi
Güz yağmurlarının geri çekildiği aklımda
Aklımda geceler boyu
Çınlayan yalnızlık
Cam kırıkları yağan kar üstüne vuran ayışığı
Odam soğuk
Sevgilim yok
Bir yılbaşı ağacının bütün lambalarının söndüğü aklımda
Anı bile değil artık
Her gün bir arkadaşın öldüğü
Aklımda, tütün kokan ağzım üstüne maydanoz
yediğim ama yine de anneme yakalandığım
Denizden yükselen buğu
Güneş vuruca
Portakal bahçelerinden dağılan koku
Solgun şafak. Kırağı yeli
Odam soğuk
Sevgilim yok...
Aklım, kırılmayı bekleyen bir lades kemiği.
Gökteki bulutlar yüreğime yağıyor
Bende iki dünya çarpışıyor artık
Biri umutlu, devingen, gözüpekçe yaşıyor
Öbürü masallarda sarhoş ve ezik.
Toprağı avuçlarımda eliyorum usulca
Bir kum saati gibi akıyor ömrüm
Tükenecek bir gün o kumlar da, ey doğa
Tekrar doldurmak için kalacak mı
Güneş, daldan dala sıçrayarak yürüyor
Bir neden var mı mutlu olmamam için?
Daha ne kadar yaşadım ki şunun şurasında
Adını biliyor muyum bütün çiçeklerin?
Konuşturmayın beni, dilim sürçüyor
Alışkın değilim söz etmeye sevinçten, mutluluktan
Gideyim artık, kül atında kor gibi
Dursun onlar, dönüp üflerim bazen...
Adını büyük harflerle başlattığım Hayat
Gitgide dayanılmaz oluyor
Buzdolabında çocuk ölüleri
Sokak korkusu, anason yalazı
- Beni niye kimseler sevmiyor?
Ki ben Hiçlik'e adanmış bir asansör kuğusu
Üçüncü kattan sonrasını hatırlamıyorum
Boynumu büküp kıvrılıyorum
-Ama niye beni hiç kimseler sevmiyor?
Ağlar asılmış
evlerinin önüne
yakalamak için yıldızları.
Akşam olunca
yanan gaz lambalarını
yem olarak kullanıyor
bura insanları.
Yıldızlar
bir gece olsun
kanmıyor bu yemlere.
Ne bu düş gidiyor oysa
ne de
yoksullukları.
Kovulduğum bütün kapılara geri dönüyorum
Yurdum için, alnımda yaralarla
Ellerinde taşlarla herkes beni
Benimse aklım yitip giden dostlarda
Onca insan niye öldü - sormuyorum artık
Ölüm bile kılık değiştirmişken şimdi
Hala yaşıyor olmanın şaşkınlığı var üstümde
Sanki her doğan gün bir bağış gibi
Geçtim herkesin geçtiği yollardan
Ne yerineceğim bir şey var, ne övüncüm
Öyle yalın çıksın istiyorum ki sözcükler ağzımdan
Acısı acı olarak adlandırılsın bu ömrün
Kardeşler, size yine şiirler getirdim
Unuttuğumuz kimi duygulara ilişkin
Kırık dökük bir takım anımsamalar...
Hiç değilse şunu düşünün, nasıl geldi bu adam,
bu günlere kadar?
Evlerde, güneşin kapadığı evlerde
Bir çocuğun güzel günler düşündüğü
Molotof kokteyl yaptığı
Bir ölçü cin, votka, nane likörü, soda
Ve sonra birbirine bir güzel karıştırdığı
Bir ölçü ölüm, hayat, acı, mutluluk
Go home amerika! Go home amerika!
-Altıncı filo büyük bir törenle karşılandı
On-onbeş kişilik bir topluluk
Sol yumruğunu gökyüzüne doğru kaldırdı
Dostlarımız gücenmedi bile
Babam o günlerden beri bir gül tutar elinde
Büyütür de sular kendisi sanatoryumda yatsa da
Go home amerika! Go home amerika!
Heybeliada'ya her gidişimde dünyaya ne oldu diye sorar
Mersin'de gün geç doğar, erken batar
O çocuğun gözleri yedinci filodur akdeniz'de
Cemal Abdül-Nasır'a selam götürür
en olur olmadık yerde gökyüzüne bakan çocuk
Güneş, ay, bulut, merih, uranüs, satürn
Artık ne bulursan hepsini karıştırıp
Bir kokteyl yapabilir misin?
Yedinci filo gün ışığında yola çıkar
Ve uğrar bütün limanlara...
Octavio Paz ölmüş
Tarihsiz bir gazetede okudum.
Yalnızlığın labirenti...Benim şu an içinde yaşadığım evin bir çeşit tanımlaması bu.Bazen o labirenti bir tabuta çeviriyorum o kadar.
Octavio Paz dün ölmüş.
Aradım demin evin altını üstüne getirdim sanki.Yok.Bende son zamanlarda eve her gelen konuğun bir kitap götürdüğü gibi paranoyalar oluştu. Ama biliyorum ki, o kitap burada evde bir yerlerde...
Octavio Paz.Şiirler.Güneş taşı.Çeviren Sait Maden.Tünel kazmak pahasına o kitabı bu gece bulacağım.Evime tabut yakıştırmasını yaptığım için kendimi tekzip edeceğim.Yalnızlık zaten bir labirenttir.Ama bir güneş taşı her yerde bulunmaz.
2
Ne kadar aptalmışım.O zamanlar-ne zamanlar-
Bir Her Yerde Bulunmayan Kitaplar Sözlüğü hazırlamaya kalkışmıştım.Yarasanın ‘sahaf Pozisyonuna her ne kadar denk düşüyor gibi görünse de...
3
Düz yazı şiirin tökezlemesidir.
Ama hiçbir yara izi yok dizlerimde.
4
Bir kuşluk vakti telefon çalar.Ben
Şu der kadındır.Hatıralarda güzeldir. Ama üstüste okunmuş şiirler gibidir.Hatıralarda güzel midir? Belki de yalnızca kuşluk vakitlerinde güzeldi.
Görüşürsün ve ellerini -nedense- hep ceplerine saklayasın gelir.
5
Octavio Paz sahiden ölmüş.
Bütün kitaplığı devirdim.Sarhoş ceketlerimin ceplerine bile baktım: Güneş Taşı yok!
Ey kendini bilmez kişi, ya o kitabı getir ya da kendin gel!
6
Mehmet Sönmez bile ölmüş.
Ölüm fotokopi makinesini çalıştırmaya görsün.
Kalbimde sardunyalar.
7
Mehmet Sönmez de sahiden ölmüş
Ama bütün fotoğraflarında gülüyor.
8
Sevgilimin Bodrum'dan gönderdiği kartpostal
Can Yücel'in !bir Siyasinin kapağı.
Mehmet Sönmez.
Anlatıp duruyorlar: 1968.Asker mehmet.Bodrum.
Ölüme en güzel uyak:
En yakın dostumu yitirdim.
9
(Kalbim ıssız bir makamda
Hatırasız şarkılar dinler
Ne kaldı geriyeler...Sus.
Bir yerden sonra kendini bekler
Ölüm renginde bir kır çiçeği kopardım demin
Suya tutsam olmazdı...kopardım
Bir insan nasıl intihar eder
Hayat dersinde herşeyi sanki çözdüm de
Bir bunu anlamadım)
10
Telefonumun nasıl çaldığını duymak için kendimi dışardan aradım az önce.
Boğuk ve yalnız bir telefondu.
Kendi hatırımı sordum:
iyiydim.Çok iyiydim.
11
Bütün memelilerden nefret ediyorum.
12
Sarhoşluğum en ayık halimdir.
13
Sayın abonemiz telefonunuz borcundan dolayı görüşmeye kapatılmıştır.Lütfen telefonunuzu açtırınız
Telefonum yalnızca çalıyor artık.
14
Türkçe Sözlük bile ayaklanıp gitmiş yada benim boyum yetmiyor.
15
Telefonum artık çalmıyor bile.
16
Yarasa değil, Kırkayak!
Yalnızca yürümek istiyorum.
17
Bir çocuk örtüldü üstüme sanki.
18
Ellerim günlerdir portakal kokuyor.
Hayırdır...
19
Az önce elektrikler kesildi.
Bir bu eksikti deki eksik olmayan bu gibi.
Yazının minesi soldu.
20
(Ama hizaya sokulmaz ki hüznüm benim
En sarsak çocuğuyum solgun bir devrimin.)
22
Şimdi şu odaya sazlı sözlü bir güneş doğsa
Yalnızlığın son piçi gibi
Kalakaldım karanlıkta.
23
Uçkurlarını çözüverse ampul...
Ne olur...
24
Kırk yaş...Kadınların menopoz dönemi gibi bir şey sanırdım; ya da öyle derlerdi.
Sanki ben hep kırk yaşındaydım.
25
Adımı kime söylesem mahçup bir duraksama.
Ölüm bile hatırlamıyor artık beni.
26
Herkes ayılınca unutuyor. Bense unutmak istediklerimi bile hatırlıyorum.
27
Sen idam mahkumuna sorulan o sorusun.
28
En büyük devrimci hareket yürümektir!
29
Her insan kahvaltı ederken gazete okur ben yazı yazıyorum.
30
Aynada en hamarat kadınların bile silmeyi unuttuğu o lekeyim ben.
31
Uzun gezmelere hasret bir otopark bekçisi gibi kaldım burada.Ya da bir benzin istasyonu...nasıl yürümek isterse artık.
32
(Ahmet Erhan yürüyüşe çıkıyor
Ve bağırsakları akasya kokuyor Ankara'nın
Kalbim henüz yarı yoldasın
Ellerim üşüyor, parmaklarım
Şehirde özürlü bir kırkayağım.)
33
Takriben yaşıyorum.
34
Bu dünyada ne kadar kolay bir şey olmak ve ne kadar zor bir şey olmak...
35
Bütün kadınlarım, ancak kendilerini aldattığımdan kuşkulandıkları zamanlarda yazdıklarımı okuma gereğini duydular.
36
Gece.Karanlık güzel.Güzel karanlık...
37
Ey hayat, bana ölümü çok görme!
38
Ayaklarının otuzdokuzunu yitirmiş bir kırkayak gibi kaldım şu dünyada.
39
Her sabah dokuzdur saatler
Ve her gün pazartesidir.
40
Yetimlerin bile tüyü bitti.
Hakkınızı helal edin.
Benim helal edeceğim bir şeyim bile yok..
Ne çabuk unuttum
Dağları ırmaklarla ördüğüm geceyi
Ne çabuk unuttum
Nankör ve asi
ipsiz sapsız bir çocuk muydum
Kanımı dellendiren akşam güneşi
Alkol ve tütün
O kadar mıydım
Tek kişilik bir ayak izi
Şehrin sokaklarında dikiş diker gibi
Ve ayyaşa çıktı adım
Ne çabuk unuttum
Gözlerinden boncuklar fırlatan sevgilimi
Şimdi şehrin öteberisiyim sanki
Dolanır dururum
Masalara kazıya kazıya
Adımı unuttum
Karaya vurdum teknemi
Unuttum ki unutuldum..
1
Ben bütün yenilgileri yaşadım
Kalmadı sana hiçbir şey
Oğlum, biricik muradım
Bir su damlasıdır kapıyı gözler
Tükürür gibi bakıyor yüzüme dünya
Kırılmış ağacımın o tek sürgüsünü
Oğlum, biricik muradım
Benden ötelere döndür yüzünü
2
Uzun bir sözcükse ömrüm
Oğlum, son iki hecesin sen
Günüm geceye ilikli
Yanımda yok bir kimsem
O küçücük odada soluğun
Mavi resimler çizer havaya
Avludaki kiraz içini çeker
Elma, armut, akasya
Artık evin erkeğisin sen
Erkencisin bu konuda
Seninle büyüyecek bil ki
Uzaktaki şu baba
3
Geçip gidiyor günler
Boğuk bir sis altında
Elimin ucunda defter
Köpürüp duruyor boyuna
Ne yazdımsa oğlum
Bugüne kadar böyle
Sanki bir yaz günü
Savruldu akşam esintisinde
Geçip gidiyor günler
Evim uzak, yol yakın
Ölüme kedere, acıya
Cennet, cehennem, intihar
4
Gecenin son otobüsü
Hoşçakal oğlum
Alnımda bir seğirme
Yüreğimde hüzün
Gecenin son otobüsü
Şimdi soluk bir ışık
Gençliğimin kenti
Dönüş yok artık
Gecenin son otobüsü..
Götür beni uzaklara
Gecenin son otobüsü
Oğlum gelir nasılsa
5
Yağmurun diliyle konuştum
Uzandım taşların eliyle
Oğlum seni düşündüm
Galata'da eski bir evde
Denizin dikeninde uyudum
Uyandım ter içinde
Oğlum seni düşündüm
Geçmiş zaman kipinde
Yolların arklarından baktım
Gözyaşların merceğiyle
Oğlum seni düşündüm
Hasretlerin ikliminde
Deniz...ölümde bile
6
Oğlum unutma adını
Sana boşuna konulmadı o
Oğlum unutma adını
Göğe çizilen resimleri hatırla
Oğlum unutma adını
Dağları teğelleyen suları
Oğlum unutma adını
Kardeşliği, cesareti ve yanılgıyı
Oğlum unutma adını
Tarihe karşı yürüyen bedenleri hatırla
Oğlum unutma adını
Ve tarih olan sonra
Oğlum unutma adını
Hep ipte olacak boynun
Oğlum unutma adını
Yaralı, acılı bir yurdun
Oğlum unutma adını
Kanı, çiçeği olarak...