Aşk'ı mürekkep yapıp, acı fırçasıyla yazmıştır üstad. iyi ki yazmış, iyi ki okumuşuz kızgınlıklarını.
Koca koca, yoğun yazmıştır, yoğunlaştırmıştır.
Posra gazetesinin okur köşesi şairleriyle kıyaslamayınız. O'nun yazdığı cümleler şairdir, inim inim inlerler peşi sıra dizili kelimeler.
Ne mutlu ve de ne yazık seni seven kadınlara..
Ve biz, milyarlarca, aşkın, yalanın, alçaklığın, kahramanlığın; kapıları, kapakları, kuş uçurmaz uzaklıkları ve ayrılıklarıyla, kahrolası yasaklarıyla, bu acayip kaos karanlığında, biz ikimiz! iki müthiş hasret, iki parça can...
sus, kimseler duymasın. duymasın ölürüm ha. aydım yarı gecede yeşil bir yağmur sonra... yağıyor yeşil.
en uzak, o adsız ve kimselersiz, o yitik yıldızda duyuyor musun? bir stradivarius inler kendi kendine, yayı, reçinesi, köprüsü yeşil. önce bendim diyor ve sonra benim... ölümsüz, güzel ve çetin. ezgisidir dolaşan bütün evreni, bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları. canımı, tüylerimi sarmada şimdi kendi rüzgarıyla vurgun... sarıyor yeşil.
rüya, bütün çektigimiz. rüya kahrım, rüya zindan. nasıl da yılları buldu, bir mısra boyu maceram... bilmezler nasıl aradık birbirimizi, bilmezler nasıl sevdik, iki yitik hasret, iki parça can. çatladı yüreği çakmaktaşının, ağıyor gök kuşaklarının serinliğinde çağlardır boğulmuş bir su... ağıyor yeşil.
yivlerinde yeşil güller fışkırmış, susmuş bütün namlular... susmuş dağ, susmuş deniz. dünya mışıl-mışıl, uykular derin, yılan su getirir yavru serçeye, kısır kadin, maviş bir kız doğurmuş, memeleri bereketli ve serin... sağıyor yeşil.
aydım yarı gecede, neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat, ve sezarsa, bir ad, yıkıntılarda. ama hançer taşı sanki koca kartaca! hani, kibrit suyu vermişlerdi üstüne bak nasıl alıyor, yigit, binlerce yıl da sonra alıyor yesil.
vurur dağın doruğundan atmacamın çalkara, yalın gölgesi. kuş vurmaz, tavşan almaz, ama aç, azgın köpek balıklarıydı parçaladığı bak, tiber saygılı, suskun. bak nilüfer dizisi zinciri. bunlar bukağısı, kolbağlarıdır, cihanın ilk umudu, ilk sevgilisi, ve ilk gerillası spartakus'un. susuyor yeşil.
sus, kimseler duymasın, duymasın, ölürüm ha. aymışam yarı gece, seni bulmuşam sonra. seni, kaburgamın altın parçası. seni, dişlerinde elma kokusu. bir daha hangi ana doğurur bizi?
ruhum... mısra çekiyorum, haberin olsun. çarşılarin en küçük meyhanesi bu, saçları yüzümde kardeş, çocuksu. derimizin altında o olüm namussuzu... ve ahmedin işi ilk rasgidiyor. ilktir dost elinin hançersizliği... ağlıyor yeşil.
-sevdayı,özlemi,inadı direnci,kavgayı ve ihaneti ülke topraklarının en yalın haliyle ama en derin tonla içimize işlettiği ve ki bir çoğumuzu tanıştırdığı üstad...-
üşüyorum kapama gözlerini, dersin sadece üşümeğe çare şopar pazarından palto, kapamaya korku , gözlere yaş* . hepsiyle çarpışırız yeri gelir acıtmaz da gelir devirirsin sözcükleri , acıtır şu dünyanın yüzü, bir kadın çığlığı, bir diz yarası, tırnak kokan leylim dizeleri.
neden yapmıştır bilmem, ama babam almıştır kitabını , koymuştur masama ben daha mahpusa neden sokarlar içinden insan çıkanları bilmezken , titreyip battaniye altına girmeyi karanfil kokmasını ağzın, kaç leylim bahar geçmesini mektup mektup, onu öğrendim senden gri duvarlar arasında.
''...
yiğitlik, sen cehennem olsan bile
fedayı kabul etmektir,
cennet yapabilmek için seni,
yoksul ve namuslu halka.
budur, ol hikayet
ol kara sevda.
...''
Vay Kurban şiirinden...
evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
ve zehir - zıkkım cigaram.
gene bir cehennem var yastığımda.
Der ve gecmise goturur. Keske goturmese.
m. niyazi akıncıoğlu, enver gökçe, ahmed arif bugünkü kuşağa epey uzak şairlerdir.
üçü de komünisttir.
üçü de şiiri, toplumsal gerçekçilik ekseninde ele alıp, ezileni anlatmaya ağırlık vermişlerdir.
üçünün de en önemli özellikleri, şiiri düz yazıdan( yani nesirden) tümüyle ayrıştırmalarıdır.
ne demek, şiiri düz yazıdan ayrıştırmak?..
düz yazı, uzun uzadıya, tanımlayıp örnekleyip anlatmaya cevaz verir; oysa, şiir, öylesine bir sözcük yoğunlaşmasıdır ki, koca bir mevsimi üç beş sözcükle anlatabilir.
anlatmaya çabaladığım şairler, bunu başarmışlardır şiirlerinde.
akıncıoğlu'nun "selamın geçiyor besbelli/ yeşillendi telgraf direkleri/ seneler sonra/ ormanından ayrı." dizeleri, baharın gelişine görkemli bir selam çakmaktan başka nedir ki?
ya da enver gökçe'nin "saçlarına kan gülleri takayım.." dizesi..
tek dize... neler anlatır, nasıl anlatır. ve nasıl bu kadar güzel anlatır, sorusunu insana defalarca sordurur.
saydığım üç şair, şiiri şiir yapanlardır.
beyinlerine yüreklerine ömürlerine sağlık diyemiyorum, üçü de öldü.
işin kötüsü, türk dilini, türk şiirini bu denli zenginleştiren bu üçlü, fikir hayatımızda da öldürüldüler.
bize bu denli güzellikler sunan bu insanların şiir kitapları bile yok ortalıkta.
üzülüyor muyum?
artık bilemiyorum.
Çocuklarım her gün birbirini öldürüyorlar, ne kadar üzülüyorum; onu bile bilemez hale geldim.
O şairler, toplumsal hafızadan silinerek öldürülmüşler, ona mı üzüleceğiz? Değil mi?
"Bir eyyam da sana Lalikom diye seslenicem. “Benim dilsizciğim” diye anlam verilebilir. Ama bu bir ünlemdir daha çok. Sevili, yangın bir ünlem. Ne Türkçe, Ne Kürtçe ne de Zazacadır. Bu üç dilin bileşiminden doğan bir ünlem bu. Lal, Türkçedir. Lalik ya da Lalo Kürtçe. Om eki Zazacaya kaçar. Ya işte böyle Lalikom! Ses et, konuş, payla bir hal et ama. Küçük dilin yerindedir inşallah. Kurban olur, çoban dururum dillerine senin."
1927 yılında, diyarbakır doğumlu ve tek kitabıyla (hasretinden prangalar eskittim) saflığı, temizliği, içtenliği, sevdayı anlatan şairdir. (bkz: ay karanlık) şiiri ile yari çağırır, (bkz: hani kurşun sıksan geçmez geceden) şiiri ile derdinin demini anlatır, (bkz: akşam erken iner mahpushaneye) şiiri ile umudu anlatır, (bkz: suskun) şiiri ile sessizliklere saklamasını anlatır duygularını ve kitaba da adını veren (bkz: hasretinden prangalar eskittim) şiiri ile yari ifade etmeye çabalar şair.
En sevdigim, askina asik oldugum sairdir. Leyla erbili oyle guzel sevmis ki ahmed arife hayran olmamak imkansizdir. Evlenmis olmasina ragmen ona "suskun" siirini ona dugun hediyesi etmistir.
Gel beraber alalim nefesimizi sevdigim
Sensiz bogazimdan gecmiyor. Demis daha ne desin.
Beyin fırtınası yaratan isim.
Hasretinden prangalar eskittim isimli şiir kitabını anımsarım. Bu kitapsa bana mazlum çimen' in söylediği "feryadı isyanım" türküsünü anımsatır.
Türküyü anlamak içinse bir aşkı anlamak gerekir.
Sözlerinin bir kısmı şöyle ki;
ahmed arif hasretinden prangalar eskitmiş
beni böyle eskitense prangalı hasretim.
(...)
Ruhumdaki fırtınalar merih'i usandırdı
nuh'a haber eyleyin de, gelsin de tufan görsün.
(...)
40'lı ve 50'li yıllar "sol" frekanslı şairler içinde en özel ve en güçlü dile sahip şairidir. Genelde bu iki kuşak Nazım Hikmet'i örnek almışır. Ben kendisini hep, Nazım'ın sokakta ki insanı olarak tanımlarım. Bir de unutmamak gerekir ki özellikle 40'lı kuşağın üzerinden geçilmiştir. Anormal işkence ve insanlık dışı uygulamalara maruz bırakılmıştır.
Ahmed Arif, 21 Nisan 1927'de Diyarbakır'ın Hançepek semtindeki Yağcı sokak 7 no'lu evde dünyaya geldi. Diyarbakır Lisesi'nden mezun oldu. Ankara ÜniversitesiDil ve Tarih-Coğrafya FakültesiFelsefe Bölümünde okudu. 1940-1955 yılları arasında değişik dergilerde yayınladığı şiirlerinde kullandığı kendine has lirizmi ve hayal gücüyle Türk edebiyatındaki yerini aldı.
toplumcu gerçekçi şiirimizin ustalarındandır. yaşadığı coğrafyanın duyarlılığı ve halk kaynağındaki sesini hiç yitirmeden, lirik, epik ve koçaklama tarzını kusursuz bir kurguyla kullanarak, özgün, tutkulu, müthiş ezgili çağdaş şiirler yazdı.
ilk ürünlerini, türk şiirine "garip" akımının egemen olmaya başladığı dönemde veren ahmed arif bu akımın dışında kalmaya özen gösterek nazım hikmet etkisinde gelişen "toplumcu gerçekçi" şiir anlayışı içinde kaldı. daha sonra "40 kuşağı" olarak adlandırılacak olan bu topluluğun h. i. dinamo, rifat ılgaz, ömer faruk toprak, şükran kurdakul,arif damarve enver gökçe gibi şairlerin arasında, "şiire doğu motifleri taşıyan; meydanlarda okunacak yüksek sesli bir şiir"in şairi olarak öne çıktı. sert ve acımasız bir doğanın, yöre insanının hayatına taşıdığı zorluk ve sıkıntıları, bölgenin "geri kalmış - geri bıraktırılmış" gerçekliğiyle birleştirerek öfkeli bir muhalefet, giderek de "isyan"ı dile getiren şiirler yazdı. bu şiirlerinde, yaşadığı yöreyi bilinmeyen bir coğrafya olarak şiire taşırken konularında olduğu kadar söyleyişinde de yörenin efsane, destan, masal, türkü ve ağıt gibi folklorik özelliklerinden yararlandı. toplumcu dünya görüşünün bire bir yansıdığı şiirlerinde işçi ve emekçilerin egemen güçler karşısındaki mücadele ve direnişinin yanı sıra sevdayı, umudu, insan sevgisi ve insanlığa olan inancı işledi. şiirlerinin yüklü içeriğine uygun olarak ses öğesini öne çıkaran bir dil, yapı ve dize düzeni; yinelemelerle sağlanan bir ritm geliştirdi.
gençliğinde karşılaştığı yasak, baskı ve hapislik gibi yaşantıların etkisinden, sonraki yıllarda da kurtulamayan ahmed arfi, kendini bir tür sessizliğe yargılayarak uzun yıllar sanat ve edebiyat çevrelerinden uzak, "kendi köşesinde" bir ömür sürdü. ancak bu sessizliğe rağmen, tek kitabı olarak kalan "hasretinden prangalar eskittim", yazıldığı dönemde kendi kuşağından şairleri etkilediği kadar, özellikle 1960 - 80 arasında "toplumcu gerçekçi" anlayış doğrultusunda yazan bir dizi başka şairi de etkileyerek, kitapla birlikte ahmed arif adının da efsaneleşmesine yol açtı. mehmet fuat, ahmed arif şiirini bu etki bağlamında değerlendirirken şu saptamayı yapar : "halkın sözlü gelenekte yaşayan şiir birikimini ilerici bir anlayışla değerlendiren bu çoşkulu, öfkeli, çarpıcı şiirler, derin bir insan sevgisiyle yoğrulmuş olduklarından okurlarda köklü etkiler yaratır." cemal süreya' ya göre ise ahmed arif, "özellikle imge konusunda yaptığı sıçrama"yla "bugünkü şiiri hazırlayanlardan biri olmuştur."
Halkı ve sevdasından gayrısını övgüye layık görmeyen Ahmed Arif “Ben soyumla değil, ancak halkımla övünebilirim. Halkımdan gayrısını da övgüye layık görmem. Bir de sevgiliyi elbette… ille de sevgiliyi…” diyor ve ona alçakça yöneltilen ayrımcı yaklaşımı en sert şekilde cezalandırıyordu.
"Aklıma gelmişken burada Afyon Lisesi’nde başımdan geçen bir olayı anlatayım. Lisede bir oğlan var. Bulgar göçmeni… Bizim sınıfın en yaşlısı taş çatlasa 20 yaşındadır; bu 30 yaşında… Bir gün sınıfın kapısındayız. Ya yatakhaneye gideceğiz, ya yemekhaneye ineceğiz. Kitaplarımızı, çantalarımızı topluyoruz. Dönüp de bana “Eşek Kürt” demez mi? Ben sobanın yanındayım. Sobanın pik kapağını kaptığım gibi suratına indirdim. Alnının ortasından, göz kapağından yanağına kadar indi kapak. Satır gibi… Ve oğlan düştü oraya. Hemen hastaneye götürdüler. Adı da Bulgar Hasan… Başmuavin Cemal Hoca, Cemal Tunaç beni çağırdı. “Nedi oğlum?” diye sordu. Dedim “ Bunun ne hakkı var bana hakaret olsun diye böyle şeyler söylüyor.” “Ben,” dedim, “ailemle, memleketimle onur duyarım.”
--spoiler--
“ahmed arif, yanağında şark çıbanı olan, esmerce biri. belki de durmadan sigara yaktığı için olacak, elleri dikkatimi çekiyor hemen: ince kemikli, upuzun parmaklar; işaret ve orta parmakları nikotinden kahverengileşmiş. giyimi tertemiz. bendeki temizlik hatta ‘şık’ giyinme merakı da galiba ondan edinilme. çünkü sonraları şu öğüdü veriyor: ‘bir gömleğin olsun, ama her zaman yıkanmış ve ütülü olsun.’ kahvenin, arnavutkaldırımlı sokağı gören ön masalardan birindeyiz: bir iki sırt hamalı, gazi lisesi öğrencileri ahmak ıslatandan kaçışıyor. beni son derece etkileyen bir vurgulamayla okuyor ahmed arif: “temsil bir akşamüstüdür şarabi/ bahçeler ve dağlar üzre hükümran/ tam dünyayı dolaşmak saatindesin/ ay ışığı su içer birazdan/ kızarmış kalçalarını çanlar/ alabildiğine vurur/ sen çocuk tulumunda matbaa mürekkebi/ rüsva olmuş ellerinin emeği/ manşetlerde kilometre kilometre yalan/ sallanır durur/ bir akşamüstüdür katil muhteşem…” “ama içimde ukdedir: yazmadan edemeyeceğim. 1969’da yayımlanan hasretinden prangalar eskittim adlı kitabını ‘taşaklı kardeşim oktay’a diye imzalayan ahmed arif, bana dargın öldü. ahmed arif’in şiirini çözümlemeye çalıştığım karanfil ve pranga diye bir kitap yayımladım 1990’da. ama ahmed arif, âdeta bir mit haline geldiği yıllarda yönelttiğim bu eleştiriyi çok duygusal bir biçimde kendisine karşı düşmanca bir saldırıymış gibi algıladı ve adımı bir daha anmadı." (ahmet oktay)
--spoiler--
--spoiler--
"orhan kemal'in önce ekmek öykü kitabını basan yeditepe, türk dil kurumu öykü dalında yarışmaya katılmış ve orhan kemal kazanmıştı.
orhan kemal, ahmed arif, nevzat üstün keyifle gittik ödül verme töreninin yapılacağı türk dil kurumu'na.
(...)
orhan kemal, kürsüde(...)konuşuyor.sesş titrek ve neredeyse düşüp bayılacak. heycanlı, hasta...
kazasız belasız iniyor kürsüden.
kutlamalar, kutlamalar...
zamanın içişleri bakanı, orhan kemal'in elini sıkıp kıvançla kutluyor... ve bizlerin de elini sıkıyor ki, eli bir an havada kalıyor. ahmed arif öfkeli öfkeli bakıyor adama:
-ben katillerin elini sıkmam!
ve arkasını dönüyor.
birkaç gün önce öldürülen taylan özgür'ün katilini, katillerini bulamıyordu polis.
(...)
karanlıkta çıkıyoruz.kızılay'a yürüyoruz.orhan alışık değil böyle şeylere.
-yahu ahmet...iyi has...haklısın, ama tam sırasını buldun.hem de benim yanımda...yahu şu ankaralılar bi tuhafsınız.birisi inönü* ile, yakup kadri ile sille tokat diğeri bakana katillerin elini sıkmam diyor.onlar da alışık zaar.
-orhan ağa... emmim dirdi ki sen sen ol parana mukayyet ol. şaar adami bir cindir, çarpar.. para zarfı cebinde duruyor mu ki gardaş, amanı biliyon a... eyi sahap çık, bi yokla hele, zarf yerinde mi ki? malum a kafaları çekmeye gidiyok, mustafa kemal'in kesesinden... bi bakale gardaş, zarf murf cibinde mi?
(arkadaşım orhan kemal ve mektupları, fikret otyam)
--spoiler--
''canım,
astın bizi! iyice. hep düşünürdüm bu başıma gelecekleri. inanamazdım. gene de inanamıyorum. senin için,sana yakıştıramayacağım hiçbir şeye,iki milyar insan juri olup yargıya varsa gene inanmam. vetomu kullanırım! ne güzel şey,sana inanmak! bunu bir anlatabilsem. kızıp çatmayacağını bilsem "sadece sana inanmak" diyecem. ama paparanı yemekten korkuyorum. korkunçsun be...az kaldı ama,sonbahara oradayım sanırım. gitgide iyi günlere girer gibiyiz.
al sana havadis: n.... nişan takmış. fransız uyruklu arap-italyan melezi bir hanımla. allah bir yastıkta kocatsın! i.... ile v.... yüz liradan o işteytmişler. beni ilgilendirmez elbet. hem ben ancak on liralığına çıkabiliyorum -afedersin- o da param olunca tabii. bence yüz lira da pek pahalı değil. canım su kabağının kilosu dört lirayken,aşkın iki saati yahut gecesi yüz lira olursa buna pahalılık denmez...ha, nevzat,haydar ve güner'le arayı iyice bozmuş -tuhaf ama- "o kabil insanlarla hiç ilgisi yokmuş." ne beni de ne de seni ilgilendirmez ama ne de olsa tanıdığımız,vaktiyle dostluk ettiğimiz kimseler. gene de affını rica ederim. senin için kaleme aldığım mektuplarda senden ayrı bir tek kelime bile bulunmamalı. yad kaçıyor di mi?
çok öskedim seni. öskedim,bizim doğu dialektinde özledim demektir. neyini,nereni,hangi halini desem ki? sesini öskedim örneğin. yüzünü,şeytan çocuk gülüşünü,öfkeni,yeryüzünü ve kaskatı canımı ısıtan varlığını. şükür varsın. oturup "nasılsın" diye açabilir insan. sevinebilir,övünebilir,ağlayabilir insan. ne tuzsuz şeydi şu dünya be. geldin, buldun, şenlendirdin, insan ettin beni. yemeyip-içmeyip,yatırmayıp-uyumayıp,seni anlatmalı bu yürek. senden bir ricada bulunacam ama en iyisi şimdilik susmak. madem sen sözünde durmadın ben de süpriz yapıcam! şaşırtıcam seni! hem böylesi şeyler gevezeliğe gelmez,tadı kaçar sonra...gene de ödeyemem. böylesi daha güzel. sana mahkum kalmak güzel. gözlerinden öperim. n'olur yaz. ''
26 temmuz 1955.
"leylim leylim" kitabından (sayfa; 86-87)
Bir ufka vardık ki artık
Yalnız degilsin sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık,
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.