“sabah gözlerimi sana açarım. akşam, uykularımı senden alırım. nereye, ne yana dönsem karşımda mutluluğun o harikulade başdönmesini bulurum. böyleyken gene de şükretmem halime, hergelelik, açgözlülük eder, seni üzerim. aklıma gelmez ki, seni usandırır, sana gına getiririm. sana dert, sana ağırlık, sana sıkıntı olurum. nemsin be? sevgili, dost, yar, arkadaş... hepsi. en çok da en ilk de leyla’sın bana. bir umudum, dünya gözüm, dikili ağacımsın. uçan kuşum, akan suyumsun. seni anlatabilmek seni. ben cehennem çarklarından kurtuldum. üşüyorum kapama gözlerini...”
Hep seni hayalliyorum.
Korkunç...
Nasıl yanımdasın bilemezsin.
Dicle'ye inerim sen, komşuya giderim sen, tabağı tuttuğumda, buzu kırdığımda, uzak yakın güzel bir hanım gördüğümde sen.
En çok da mısrâ çekerken...
Ne güzel yaşıyorduk be!
Nasıl da yaşatırsın.
Kaç bin kere söyleyeyim, öyle yaşatan, öyle sevdirensin ki...
Seni tanımak, seni bir kerecik bile görmek, milyarla yıl yaşamaktan daha dolu, daha hazlı ve daha değerlidir.
Ama kime bu sözler, anlayana tabii.
Daha daha nasılsın şaheser dost?
Hatırlıyor musun, yüzünü aklımda tutamıycam diye korktuğumu söylemiştim bir kere.
Halbuki nasıl yanılmışım!
Hasta hafızama çakılmışsın adeta.
Elbette ki önce sen!
Nem var ki başka!
Ha, neyini mi merak ederim?
Serçe parmağındaki tüyden, kulak memendeki tatarcık ısırığına, düşlerine, esnemene, şıpıdık terlikle mutfaktan çıkışına kadar nen varsa!
Gözlerini öperim.
Ama gene yarımım.
Bilirsin, ölüm benim için çok önemsiz bir şey değilse de bu hususta sabıkalıyım da!
Ölürüm ha!
Ne güzel yaşıyorduk be!
Nasıl da yaşatırsın.
Kaç bin kere söyleyeyim, öyle yaşatan öyle sevdirensin ki.
Bak nerelere aldın götürdün.
Utanmalı, küfretmeli, kendimi öldürmeliyim;
bu uzak, manasız ve korkunç düşleri sana nasıl yanaştırabildim diye.
Sen ki bir yaşama anıtı olabilirsin.
Affet bu anıt lafı soğuk, yakışık almadı.
Dur bakalım, bir kelime bulmalıyım.
Rüya!
Ne güzel.
hem de kalemden akan bu sızı kadar gerçek.