başını alsınlar dirilmiyorum amkum. hadi zorla dirilttiler hadi zorla onu bunu yaptırdılar ama içimde hep isyan edicem. beni satın alamazsınız ruhumu satmam orospu çocukları.
Müslümanların "hiç olmaktan korkmak" ile itham edildiği konu.
Kimse hiç olmaktan korkmaz. Hatta ben keşke bu dünyaya hiç gelmeseydim derim... Ben diye bir şey hiç olmasaydı. Ben neden varım ki? Neden hiçbir şey yerine bir şeyler var?
Edit: ayrıca üzülerek okudum ki, bazı arkadaşlar mutluluğu içki içmek ve seks yapmakta görüyor. Evet çok zevkli olabilir hepsi fakat mutlu olmanın 100 yolundan sadece 2 tanesi. Ahiret yoksa bu mutluluklardan mahrum kalarak ölmüş olacakmışım. Ah be seks yapıp şişeleri devirmeden öleceğim ne hüzün.
Ahiret gününe iman farzdır. Ahiret günü haşirden, bütün ölenlerin diriltilmesinden başlayan sonsuz bir gündür. Kıyametin kopması, surun üfürülmesi, ölülerin diriltilmesi, kitapların verilmesi, mizanın kurulması, kulların sorguya çekilmesi, havz-ı kevser, şefaat, sırat, Cennet ve Cehennem, ahiret gününün müştemilatından olduğundan bunlara inanmak farzolduğu gibi ahiret gününden önceki kabir ahvali, berzah alemi ve kıyamet alametleri dahi sahih naslarla sabit olduğundan cümlesine inanmak farzdır. Hasılı Kur'an-ı Kerim'in haber verdiği her şeyi Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in Sahih hadisleriyle sabit olan her beyanı tasdik etmek lazımdır. Bu babta fazla malumat için kelam kitaplarına müracaat edilmelidir.
Bak hadd ü hesaba gelmeyen şu sergilerde olan misilsiz mücevherat, şu sofralarda olan emsalsiz mat'umat gösteriyorlar ki: Bu yerlerin padişahının hadsiz bir sehaveti, hesabsız dolu hazineleri vardır.
Halbuki böyle bir sehavet ve tükenmez hazineler, daimî ve istenilen her şey içinde bulunur bir dâr-ı ziyafet ister.
Hem ister ki, o ziyafetten telezzüz edenler orada devam etsinler. Tâ zeval ve firak ile elem çekmesinler. Çünki zeval-i elem, lezzet olduğu gibi, zeval-i lezzet dahi elemdir.
Bu sergilere bak! Ve şu ilânlara dikkat et! Ve bu dellâllara kulak ver ki, mu'ciznüma bir padişahın antika san'atlarını teşkil ve teşhir ediyorlar. Kemalâtını gösteriyorlar. Misilsiz cemal-i manevîsini beyan ediyorlar. Hüsn-ü mahfîsinin letaifinden bahsediyorlar.
Demek onun pek mühim, hayret verici kemalât ve cemal-i manevîsi vardır. Gizli, kusursuz kemal ise; takdir edici, istihsan edici, mâşâallah deyip müşahede edicilerin başlarında teşhir ister.
Mahfî, nazirsiz cemal ise; görünmek ve görmek ister. Yani, kendi cemalini iki vecihle görmek: Biri, muhtelif âyinelerde bizzât müşahede etmek. Diğeri, müştak seyirci ve mütehayyir istihsan edicilerin müşahedesi ile müşahede etmek ister.
Hem görmek, hem görünmek, hem daimî müşahede, hem ebedî işhad ister. Hem o daimî cemal, müştak seyirci ve istihsan edicilerin devam-ı vücudlarını ister.
Çünki daimî bir cemal, zâil müştaka razı olamaz. Zira dönmemek üzere zevale mahkûm olan bir seyirci, zevalin tasavvuruyla muhabbeti adavete döner, hayret ve hürmeti tahkire meyleder.
Çünki insan, bilmediği ve yetişmediği şeye düşmandır. Halbuki şu misafirhanelerden herkes çabuk gidip, kayboluyor. O kemal ve o cemalin bir ışığını belki zayıf bir gölgesini, bir anda bakıp doymadan gidiyor.