Sadece bir gölgeyim, bir izim, belki o bile değilim. Söz yitimine uğramış bir fısıltı, dağılmış bir koku, düşmüş bir ateş, kabuğu çoktan kopmuş bir sıyrık. Çimenlerin altındaki toprak gibiyim veya daha da derinde, toprağın altındaki, görünmeyen, gömülmüş, toprak gibi; ardında bir ceset bırakmadığı için matemi tutulmamış bir ölü, etleri dökülen bir hayalet ve sonradan gelenler için, uydurma olup olmadığını bilemeyecekleri bir isim sadece. Ovalanarak, kazınarak iyice temizlenen, yok olup gitmeye beyhude direnen bir lekenin çeperi olacağım; ya da silinmesi pek zahmetli, ama sonunda yok olup kaybolan, böylece izi de, kanın döküldüğü de unutulan bir kan lekesi. Omuzların üstüne yağan kar gibi kaygan ve yumuşağım; kar daima diner. O kadar. Aslında bir şey daha var: izin ver hiçliğe dönüşsün, bırak olmuş olan olmamış olsun. Buna dönüşeceğim, olmamış olmama izin verilecek. Yani zaman olacağım, asla görülmemiş olan ve kimsenin asla göremeyeceği zaman. evet ta kendisiyim.
bir izmirlinin şehrin tam ortasındaki inanılmaz tarihi yapı olarak gelen bu yer 2009 yılı alejandro amenábar yapımı bin filmde kullanılınca ve 2000 yıl önce insanların başına gelenler bugün gelmeye devam ettiğinden iki farklı anlam içermeye başlıyor. öyle ki din olgusunun aslında insanı kontrol altına alan değil, aslında serbest bırakan olduğunu anlatıyor. dizginleri bırakılmış ama içindeki kini ve öfkeyi kanun tanımadan yapmasına olanak kılan bir olgu. muhteşem bir kılıf. inanılmaz bir yönlendirme aracı. hiç katil olmamış birini katil yapmanıza olanak veren ve bunun kutsallığı ile övünmesi beklenen bir görev. kast sistemini ortadan kaldırmak adına atılmış parlak bir fikrin aslında insan yönetmeye başladığını fark etmesiyle çığrından çıkan vahim durumun hüzünlü hikayesi. dinler çağına yani gerçek karanlık çağa giren dünyanın hazin öyküsü.
özlediğim gözümde tüten yazar.karşımda otursa bana lineer cebir anlatsa yada soyuttan bu sefer çaktım deyip sonra geçtim diye boynuma sarılsa.sonra gülsek gene ,ağlasak ama öyle böyle değil.konuşmalarımızdan bütün kat rahatsız olsa sonra.o sus dese ben gene susmasam kızsa sonra o bana ama sonra dayanamayıp gelse yanıma.sarılsam ona ağlasam omzunda.sabahları kapıyı çarpsam offlayıp puflasa kavga etsek sonra dayanamasa bana.sonra gelsem evime gitse evine özlesem ben onu uykularımın tadı olmasa o masasında ders çalışmadan. ne bilim işte değeri fazla çok fazla olan verilmesi gerekenden fazlasını hak eden .
Helenistik Cag'da pazar yerlerine verilen isimdir. Roma zamanında "Forum" deniliyordu.
Agoralar sadece alışveriş yapılan yer değil, ticaret işlerinin yanı sıra sosyal hayatın aktığı mekanlardı.
Bir şehirde ihtiyaç durumunda Efes'teki gibi birden fazla agora olabilirdi.
Roma'da yaşayan insanlar öğle vakitleri Akdeniz ülkelerinde yaygın olduğu üzere siesta yaparlardı. Zengin Romalılar siesta vakti en az bir kölesi eşliğinde agoralarda toplanır. Ve işte bu yüzden agoraların ticari yönü olduğu kadar sosyal yönü de vardı. Agoralarda genellikle orta sınıf tüccarların dükkânları bulunmaktaydı. Daha zengin tüccarların şehir merkezlerinde dükkânları vardır. Agoradaki bir dükkân ile şehirdeki bir dükkânı karşılaştırmak; Pazar yerindeki bir meyveci ile mahalledeki bir manavı kıyaslamak gibidir.
Romalı insanlar için su çok önemliydi. Bu yüzden şehrin her yerinde olduğu gibi agoralarda da nymphaeumlar * vardı. Bunun yanında dükkânların önünden suyun aktığı arklar ya da bulunurdu.
Son derece işlevsel olan agoralar kare ya da dikdörtgen planlıydı. Orta ölçekli bir agora yaklaşık 50-60 m. ölçülerinde, büyük ölçekli bir agora ise yaklaşık 90-110 m. boyutlarında olabilirdi. Anadolu'nun en büyük agorası "Afrodisias Agorası"dır.
Dükkânlar fazla büyük değildir. Ortasında genelde toloz planlı tapınaklar bulunur. Tapınağın amacı; Tanrılardan bolluk ve bereket dilemekti. Agoraların birden çok girişi olabilir.
Agoralar gece olunca kapanırdı. Ancak tıpkı Hititlerdeki gibi "Tanrı her şeyi görüyor" düşüncesinden dolayı kilitlenmesine gerek kalmazdı. Çünkü diye hırsızlık yapılmazdı.
Dükkânların dış yüzeyi de taştandı ve satılan mala göre üzerinde kabartmalar olurdu. Örneğin kasap dükkânında bir kasap çengeli ya da bıçak, balıkçı da balık kabartması gibi...
son dönemlerde izlediğim kesinlikle en iyi film. cahilliğin, din sömürüsünün(!) bunca zamandır aynı kaldığını gösteren bir film. cahilliğin kelimesinin altını çizerim, zira günümüzde de dini görüşlerle koyun gibi güdülen insanların çokluğu, aslında o zamanlardan beri pek ilerleyemediğimizi göstermekte maalesef.
ayrıca sekizinci nesil bir yazarmış, hoşgelmiş. #11617503 entrysinin yazarıymış daha bir hoş gelmiş.
2009 yapımı olmasına rağmen yeni izlediğim, yüz yıllar evvel bile bir kadının toplum içerisindeki yerini ve sözüne ne kadar değer verildiğini gördüğümde, uygarlık! seviyemizi sorgulamamı sağlayan filmdir.
--spoiler--
synesius'un vali orestes'e yapılan saldırı sonrasında valinin yanına gelip inancını sorguladığı, dinin çarpıtıldığını görebilen orestes'in bile kafasını karıştırarak kendi yoluna çektiği sahnede dinin insanlar üzerindeki etkisinin ne kadar vahim boyutlara varabileceğini görünce pess dedim. felsefe ile, matematik ile, astronomi ile, geometri ile yoğrulmuş, o zamanın en iyi eğitimini almış ve sürekli düşünmeye zorlanmış insanları dahi çok kısa süre içerisinde avuçları içerisine alabiliyorlar.
--spoiler--
özellikle şu dönemde gençlerin mutlaka izlemesi gereken bir film. izledikten sonra filmin tartışması yapılmalı ve film sorgulanmalı.
(bkz: bugün ben bunu yaptım.)
rachel weisz'in başrolde oynadığı tarihte bilinen ilk kadın matematikçi ve filozof hypatia'nın hayatının anlatıldığı aşmış film. dinler ve bilim arasındaki garip ilişkiyi de gözler önüne seriyor. ayrıca film izlendikten sonra akla şu soru takılıyor; 'eğer dinler hiç olmasaydı dünya nasıl bir yer olurdu?'
dinin toplumların gelişmesinde, insanların düşünce sisteminde nasıl olumsuz etkiler yarattığını, din ile insanların nasıl kolayca sömürüldüğünü mükemmel bir şekilde anlatan bir filmdir. finaliyle de insanın içini acıtır.
adamın ağzına sıçan filmlerden biridir dinci yavşakların 1700 yıl öncede bugünden farksız olmadığının kanıtı olan bir kadına bugünün karşılığı ile bir aydına reva görülen korkunç ölümle din denen zırvanın ne kadar tehlikeli olduğuna güzel örnek.
insanın etini kemiklerinden deniz kabuklarıyla kazımak ne demek lan? hele ki bunu bir kadına yapmak...
kesinlikle izlenmeye değer, 2009, ispanyol filmi. vatikan tarafından yasaklanmış, insanlığı ve dinleri sorgulayan, felsefeye, tarihe, bilime ilişkin muhteşem bir film.
--spoiler--
-Synesius, you don't question what you believe, or cannot. I must!
-Synesus, sen neye inandığını sorgulamıyor ya da sorgulayamıyorsun, ben sorgulamak zorundayım!
--spoiler--
--spoiler--
I believe in philosophy.
sadece hristiyanlığın değil, özünde tüm dinlerin bilim ve insanlığın gelişimine engel olduğunu gösteren film. Tabii burada atlanan bir nokta var. bu gelişime engel olan dinler değil, insanlardır. insanların hataları dinlerin üzerine yıkılamaz.
---spoiler---
çok çok uzun zaman öncesinin iskenderiyesindeki yaşamın, dinlerin yıkıcılığının, matematikle ve dünyanın yörüngesiyle ile ilgili çalışmalarıyla ile ünlü olan tarihi kadın ilimci Hypatia üzerinden anlatıldığı etkileyci bir filmdir ama nedense pek gündeme gelmemiştir. herhalde paranormal activity gibi değişik reklam taktikleri uygulamaları gerekiyordu!!
film hristiyanların gün geçtikçe çoğaldığı ve putperestlerin sayısını geçtiği bir dönemi anlatıyor. Hypatia ise bu dönemde babasının yönetici konumunda olduğu iskenderiye'De, kütüphanede ders vermekte. o dönemlerde bu kadar serbest bir kendisi var zaten kadın olarak. böyle bir ortamda putperestler ile hristiyanlar atışmaktadırlar ama bu atışmalar savaşa dönüşür. hypatia'nın gayretlerine rağmen putperestler kalabalık birşekilde hristiyanlara saldırırlar ama daha sonra hristiyanlar çok daha kalabalık bir şekilde putperestlere saldırırlar ve burada olan iskenderiye kütüphanesine olur. hristiyanlar tarafından bu kütüphane (ki zamanında gerçekten de dünyanın her tarafında topanılan yüzbinlerce kitaba evsahipliği edermiş) yakılıp yıkılır. daha sonrasında ise aynı şey yahudiler ve hristiyanlar arasında olur ve dinler için (ya da bazıları dini kullanarak) insanlar öldürülür. daha güçlü olanlar, karşı fikirleri savunanları ve de kendininkinden başka dine mensup olanları öldürür ya da o topraklardan sürer. bu cehaletin ucu hypati'a kadar gider.
yani anlayacağınız tarihin birçok döneminde var olan inançlara körü körüne bağlılık, birilerinin bunları (inanmadan ama inanıyormuş gibi gözükerek) kullanıp kar etme çabası, birilerinin bunlardan zarar görmesi, vandalizm, bilime karşı çıkılması gibi tarhin bir çok döneminde (hatta her zaman) var olan şeyler anlatılıyor filmde. aynı zamanda incil'in nasıl çarpıtıldığı, hypatia'nın ne kadar önemli, tarihi bir şahsiyet olduğu (o zamanlardaki bilimsel çalışmaları, bilime olan aşkı açısından) ve nasıl da hunharca ve vahşice öldürüldüğü de anlatılan şeyler arasında.
filmin merkezinde olan hypatia karakteri (geçmişte yaşamış olan tarihi kişilik hakkında pek de birşey bilmiyorum aslında. sadece filmde anlatılanı söylüyorum) iyi kalpli, bilime aşık, iskenderiyenin ileri gelenlerinin çocuklarına eğitim veren, yine iskenderiyenin ileri gelenlerinden birinin kızı (sanırım bu sebeple de bu kadar özgür olabilmekte bir kadın olarak) olan, bir adet kölesi (davus) olan, bu köleye zaman zaman (dönemin toplumsal yapısı sebebiyle bakarsak anromal değildi) azarlayarak kötü davranan ama genelde onu seven ve koruyan bir kişi olarak canlandırılmış. kölesi olarak oynayan karakter de kendisine aşık olan biri ve filmin ortalarında hypatia tarafından azad ediliyor. filmin bir diğer konusunu da bu aşk hikayesi oluşturuyor.
filmde beni en çok etkileyen iki sahne vardı. birincisi aşık olduğu efendisi (mistress hypatia) tarafından hakarete uğrayan davus'un, diğer putperestler gibi kaçmak yerine, hypatianın tüm ısrarlarına rağmen, eli kılıcında geriden gelen ve kütüphaneye girecek olan binlerce hristiyana doğru yürüdükten (bir nevi intahara gidiyor) sonra (bu arada o beklerken sürekli büyüyen bir uğultu var. binlerce kişiden oluşan azgın kalabalığın uğultusu) bu azgın kalabalığın davusu hiç iplemeden etrafından geçtiği ve kütüphaneyi talan ettiği ve önceden onlara malak gibi bakakalan davusun onlara katılıp putları devirdiği sahneydi. ikincisi ise filmin en sonunda inanılmaz duygu yüklü olan hypatianın öldürülme sahnesiydi. cehaletten ve bağnazlıktan nefret etmenizi sağlayan müthiş sahnelerdi bence. öylesine bir kadının o hale gelmesi, hypatia'nın kendisine aşık olan eski kölesi davus ile bakışmaları ve hiç konuşmadan anlaşmaları ve son olarak da davusun acı çekmesin diye hypati'ı boğarak öldürmesi (ki okuduğuma göre kendisi ölene kadar dövülmüş ve sonrasında vücudu kırık kiremit ve midye kabukları ile parçalanarak iskenderye sokaklarına atılmıştır) ve bağnazların kadını taşlaması insanın boğazına bir düğüm atıyor ve gözlerinin dolmasına yol açıyor.
filmde oyuncukuklar da gayet iyiydi. Rachel Weisz ve davus'un koyu hristiyan olan arkadaşını canlandıran (hani şu ateşte yürüyen) adam gerçekten çok iyi performans göstermişler.
---spoiler---
ispanya gibi hristiyan bir ülke tarafından böyle cesur bir filmin yapılması da takdir edilesi bir durum. sözün özü herkese tavsiye edebileceğim güzel bir tarihi film.
din uğruna insanlığın hiçe sayıldığını gözler önüne seren film. mutlaka izlenmeli belki dünyadaki tek önemli şeyin barış içinde hepberaber yaşayabilmek olduğu kavranır.