bilinemezcilik (agnostisizm) aslında bir inanç değil yöntemdir, altında tek bir ilkenin sıkıca uygulanmasının yattığı bir özdür. bu ilke olumlu yönde ifade edilebilir: idrak meselelerinde diğer düşüncelerin hiç birine itibar etmeden mantığınızı sizi götürdüğü yere kadar izleyin ve olumsuz yönde açıkladığımızda idrak meselerlerinde ispatlanmamış ya da ispatlanamaz sonuçlar kesinmiş gibi davranmayın eğer bir insan bilinemezcilik inancını sağlam ve temiz tutarsa gelecek kendisi için her ne barındırırsa barındırsın evrenle yüzleştiğinde utanmayacaktır diye düşünüyorum.
2-3 sene önce okumuş olduğum, çok da beğendiğim, Adam Fawer'ın empati kitabında değinilmişti. ancak hatırladığım kadarıyla tanımı böyle yapılmıyordu. tabii yanlış da hatırlıyo olabilirim. kitapta dünyayı yöneten tanrının eksik ve kusurlu olduğunu, asıl büyük tanrıya ulaşmanın gerektiğini ve bu eksik hatalı tanrıya karşı gelinmesinden bahsediyordu. ama adına agnostisizm demişti. (bkz: empati)
--spoiler--
agnostik - bilinmezci: oh bilmiyorum de rahat et.
ateist - tanrıtanımaz: oh tanrı yok namaz da yok yan gel yat.
septist - şüpheci: oh her şeye şüphe ile yaklaş etliye sütlüye karışma.
ateizmden farklıdır, ateistler tanrının var olmadığı düşüncesindedirler. agnostikler ise tanrının varlığı için yeterince delil olmadığını, bu yüzden kesin bir hüküm verilmemesi gerektiğini düşünürler.
şüphenin kötü bir şey olduğunu düşünmek, özellikle tanrı konusunda, saçmalıktır. burada allah'ın varlığından şüphe etmeyen insanlar eğer bir adada ilkel bir kabilede dünyaya gelseydi kendisine öğretilen tanrıyı sorgulamayacaklar, bu yüzden o tanrıya bilinçsizce inanmaya devam edeceklerdir. eğer hristiyan bir ailede doğsalardı isa'nın tanrılığından şüphe etmeyecekler, isa'ya bilinçsizce tapınacaklardır.
bunun (varsa) tanrının istediği şey olacağını zannetmiyorum çünkü sen sırf islam'a inana bir ailde doğdun diye müslümansan, kuran'a, allah'a sorgulayan gözle bakmadan müslüman olmuşsan ne anlamı kaldı senin dindarlığının? şüphe etmemek, şüphe etmeyi istememek dar görüşlü kalmayı istemektir.
ben kimse dinlere inanmasın demiyorum, inanıyorsanız imanınızı sağlam temeller üzerine oturtun. din size küçüklükten dayatıln bir şey değil, kendi özgür iradenizle seçtiğiniz bir şey olsun.
edit: üşengeçlik göstergesi değildir. "tanrı var veya yok üzerinde düşünmem bana ne ya" diyenler apateistlerdir.
bilinemzecilik. varlığı kesin olarak bilinemeyecek bir şeyin yokluğunun da kesin olarak bilinemeyeceği sonucuna varmış ve siz neyi tartışıyorsunuz beyler demek suretiyle sıyrılmıştır varoluş sorunsalından.
agnostisizm geleceğin dini değildir. agnostisizm geçmişin dini de değildir. binaenaleyh agnostisizm bir din değildir.
agnostisizm bakıldığında mantıklıdır çünkü hiçbir şeyi asla tamamen bilemeyiz, bu durumda ne tanrı'nın varlığına ne yokluğuna kesin surette karar veremeyiz. biraz şüphecilik iyidir.*
Mutlak bilgiye yani deney alanını aşan şeylerin bilgisine hiçbir zaman ulaşılamayacağını ileri süren öğreti. Buna göre bilinemezcilik, insan zihninin mutlak bilgiye ulaşma yeteneğinde olmadığını ve eşyanın doğası üzerine geçerli bir bilgi ortaya koyamayacağını ileri sürer. Her türlü metafizik bilgiye karşı temel bir eleştirici tutum olarak beliren bu öğreti her şeyden önce deney dünyasının dışında bir başka varlık alanını varsayarken insanın, bu alanın bilgisine hiçbir zaman ulaşamayacağını bildirir. Bu yüzden bilinemezciliği madde dünyasının, duyulur dünyanın, deneyle kavranılabilen dünyanın ötesinde bir başka varlık alanını yok sayan maddeci anlayışla karşılaştırmamak gerekir. Bilinemezciliğin en büyük adı Kanttır. Felsefesini eleştirici bir tutumla temellendiren Kant, her iki varlık alanının kesinlikle birbirinden ayrılması gerektiğini düşünerek deneyine ulaşılabilen alana olgular alanı, deneyine hiçbir biçimde ulaşılamayan alana da kendinde şeylerin alanı (neoumenon) demiştir. Böylece çıkış noktasında Platoncu bir tutum alarak varlığı ikiye ayıran Kant, Platonun tersine düşünülürün alanını bilinemezin alanı olarak belirlemiştir. Kanta göre kendinde şeylerin alanı zihnimizden bağımsız olarak vardır, öyleyse bu alan tam tamına bilinemez olan alandır, usla kavranılabilir ya da varlığı onaylanabilir olmakla birlikte algılanamaz olan alandır. Bu görüşüyle Kant, bilinemezci anlayışı belirgin bir biçimde temellendiren ilk filozof olmuştur. Auguste Comteun olumculuğunu da genel anlamda bilinemezcilik olarak belirlemek doğru olur, çünkü Auguste Comte mutlak bilginin varlığını yoksarken bilinemez gerçekliklerin alanı olarak ayrı bir alan belirlemiştir. Auguste Comte, Mutlak bir kural vardır, buna göre mutlak olan hiçbir şey yoktur diyordu. Bilinemezciliği en genel anlamda ılımlı bir kuşkuculuk olarak değerlendirmek doğru olur. Bu yüzden bu öğreti, metafizik karşısında duyulan genel bir güvensizliğin anlatımı olarak felsefeciden çok bilimci tutumunu belirler. Bilinemezcilik gerçekte i.S. 2. yüzyıla doğru ortaya çıkan kutsal yaşamın da doğanın da tüm gizlerini bilinebilir olarak belirleyen, hatta onların bütünsel bilgilerine sezgiyle ulaşılabileceğini bildiren çok atılgan bir öğretinin, dinci bilinirciliğin bir eleştirisi olarak yerini alırken her türlü mutlak doğruya ulaşmanın yollarını çekinmeden arayan dogmacı tutumlarla da karşıtlaşır. ilk olarak 1869′da Huxleyin belirginleştiği bu kavram, kurgusal düşünceyle deneysel düşünce arasına koyduğu ayrımla bilimi kurgudan ayırmada belirleyici bir anlam taşır. Ne var ki her anlamda olumlu bir bakış açısını yansıtır gibi olan bilinemezcilik gerçekte bir temel çelişkiyi de kendinde taşır ve böylece kuşkugötürür bir kuşkuculuk niteliği kazanır. Çelişki bilinemezciliğin metafizik alanı bilgisine ulaşılamaz bir alan olarak belirlerken ve metafizik düşünceyi kökten mahkûm ederken gösterdiği titizliği, Kantta ve Auguste Comteta apaçık bir biçimde belirdiği üzere ahlâk bilgisini ortaya koyarken gösterememesinde, tam anlamında metafizikçi bir tutumla ahlâk kurallarını temellendirmeye yönelmesinde kendini gösterir. Bu çelişki elbette daha temel bir çelişkiden, somut düşünceye dayanan bilimci kavrayışıyla dincilikten kaynaklanan aşkın dünya kavrayışını birbiriyle uzlaştırmaya çalışma çelişkisinden gelmektedir.
ateizime yakinligi neyse dinlere olan yakinligida aynidir. Bir yaraticinin varligindan suphe ederler eger varsada bizim kendi aklimizla kavriyamayacagimizi iddia eden gorustur hangi curretle orasi bilinemez bilinsede onlar kendi akillariyla kavrayamazlar.