Tam adı agnes caroline thaarup obel olan folk ve müziklerinde birazcıkta caz havası estiren tatlı mı tatlı, güzel mi güzel müzisyen kızımız. Leziz bir sesi olan evrensel müzik canlarından biri.
Philharmonics adındaki ilk albümünde bulunan riverside ve just so adlı parçalarıyla avrupa genelinde pek sevilip ününü başlatmış diyolla.
-Zira riverside'ı şiddetle, baltayla, testereyle tavsiye ederim.-
Duyduğuma göre kendisi piyanoyu genç yaşta öğrenmiş ve müziklerinden anlaşıldığı kadarıyla epey sevmiş. Çıkış albümünde bile enstrüman olarak sadece piyanoyu kullanarak 2 mükemmel parça yapmış ki bunlardan biri falling catching olmakta kanımca.
Her ne kadar güzelim elektro varken zamanla bas gitara heves etmiş ve çalmayı başarmış olmasını onaylamasam da müziği candır, canandır.
Eh tabii tek albümle kalmadı pek sevilmesinin de etkisiyle i tunes live a paris adında 2. albümünü de bu yıl çıkardı. Canım ya, yerim.
iksv'deki konserine gittiğim, benim için anılarla dolu olan bal sesli hatun. Kendisi buraya gelirken denize girebileceği için heyecanlanmış ama bunu erçekleştiremediği için yazın gene gelmeyi planladığını söyledi. Ayaklarına, sesine, ellerine sağlık.
ilk olarak riverside ile tanıdığım, Just so, between the bars ve dorian şarkına da bayıldığım, sesine hayran kaldığım güzel şarkıcı. Şarkılarında öyle bi hava var ki salak saçma şeyle söylese bile dinlenir.
Türkiye'ye geldiğini bilseydim konserine giderdim ancak yeni öğrendim. Yazık oldu, birdahakine artık.
Edit: the curse şarkısını kesinlikle, şiddetle tavsiye ediyorum kaç kere dinledim bilmiyorum, mükemmel bir şarkı.
ilk albümünü 2010 yılında "philharmonics" adıyla çıkarmış, daha sonrasında 2013 ve 2016 yıllarında iki stüdyo albümü daha piyasaya sürmüş; canlı performansları da en az stüdyo albümleri kadar müthiş olan danimarkalı sanatçı, müzik dehası.
Kendisi sesiyle ve çalarken adeta bir kişilik kazandırdığı piyanosuyla ben dahil birçok kişinin gönlünde taht kurmuştur. Türkiye'de henüz çok tanınmasa da dünya çapında albüm satışları hafife alınacak gibi de değildir. Yine de ortalıkta sanatçıyım diye dolaşan sahte müzisyenler bu kadar artmışken agnes obel'in çok çok daha fazlasını hak ettiğini düşünüyor, daha fazla albüm çıkarmasını dört gözle bekliyorum.
mistik bir ses rengine haiz olduğunu düşündüğüm hatun kişi.
er kişi olarak kadın sesine olan düşkünlüğüm aşikar. benim için dingilik ya da huzur gibi kavramların çağrışımıdır kadın sesi. agnes, şu aciz bedenimde enteresan tepkimelere yol açabiliyor. hem sakinleşiyorum, hem heyecanlanıyorum. joy williams ya da hindi zahra da aynı etkiyi yaratıyor. ama agnes, hakikaten şahane bir sese sahip. özellikle "the curse" yorumuna bitiyorum. hakeza, "familiar" yorumuna da.
hani bir geyik var ya "hayatın fon müziği olabilecek şarkılar" diye. genellikle belli bir ruh halinde olmanız gerekir o listedeki şarkıların tanıma uyabilmesi için. ayarından biraz fazla mutlu veya fazla depresif olursanız; fazla hızlı veya yavaş hareket ederseniz tadı kaçar genelde. birkaç dakika için bağlanırsınız o şarkılara; şarkı bitince (bazen bitmesini dahi beklemeden) o büyü kaybolur.
agnes obel'in şarkılarında ise bunun istisnasını bulmak daha zor geliyor bana. kadının her şarkısı çok tuhaf bir etki altına alıyor, şarkı bitene kadar bırakmadığı gibi bittikten sonraki birkaç dakika da leyla gibi baktırıyor etrafa. tek bir faktör de bulamıyorum bu etkiyi bağlayacak; sesi de çok büyüleyici, şarkılarının altyapısı da sözleri de*.
sonra diyorum ki "bu güzelliği bir faktöre bağlasam ne olacak sanki?" o orada olsun, yazsın, söylesin, çalsın yeter. binali yıldırım geliyor aklıma. "çok da şeyetmemek lazım" diyorum "yoksa insan delirir."
not: bir şey yazarken veya çizerken alttan çalan herhangi bir agnes obel şarkısı inanılmaz iyi eşlik ediyor yaptığınız işe. hiç içinizde yokken bile kaldırıp bir şeyler yaptıran bir etkisi var kadının icra ettiği müziğin. gavurların dillere pelesenk ettiği "inspiring" kelimesi kendisi için cuk oturuyor diyebilirim o yüzden. gerçekten "ilham verici" bir insan.