Şûrâ suresi 13. ayet :Allah dinden Nuh'a tavsiye buyurduğu şeyi sizin için de bir kanun yaptı ve (Ey Muhammed!) sana vahyettiğimizi, ibrahim'e, Musa'ya ve isa'ya tavsiye buyurduğumuzu da şeriat kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Fakat senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.
allah(c.c) ayrılığa düşenleri müşrik olarak nitelemiştir . müşrik de şirke koşan veya şirk yapandır. allah hidayet versin.
Bir anlayis sinirinin cercevesinde kadin olmatir.ama bu anlayis ne kadar islami iste bu soru isaretidir.ilgili linkte tecavuzun suc olarak belirtilmedigi soylenmis,ama bir baska islam ulkesi iranda tecavuzcunun olduruldugune sahit olmaktayiz.
buna üzülen, "orada kadınlar eziliyo" falan diyen pıtırcıklar, Türkiye'de türbanlı kadınların hayattan izole edilmelerine üzülmek şöyle dursun, bizzat tuğla koyarlar onları çeviren duvarlara. hatta "kız çocuklarını okutmeyollaa" diye bağırırken "türbanlıysa üniversiteye gidip de napacak" diye ikiyüzlülüğün daniskasını sergilerler. eskiden "mollalar iran'a" falan diye bağırırlardı, ama bir zamanlar beğenmedikleri iran'ın şimdi daşşaklarını yalayacaklar bıraksan...
ha, şu bir gerçek ki bahsi geçen ülkelerde kadınların durumu gerçekten de vahim. ama bunu dert edinmenin bayraktarlığını yapacak biri varsa, onlar da bu ülkede gerçekten ezilen kadınlar (en başta da türbanlı kadınlar) olmalıdır, ikiyüzlü tatlı su pıtırcıkları değil.
"Geçen yıl uygulamaya konulan daha ağır cezalara rağmen, Pakistanda kadınlara yönelik asit saldırıları artarak devam ediyor.
Her yıl 150 kadının çoğunlukla eşleri ya da eşlerinin ailesi tarafından asitli saldırıya uğradığı tahmin ediliyor.
Yüzü de dahil olmak üzere vücudunun yüzde 15i yanmış ve ömür boyu bunun izlerini taşıyacak.Dört çocuk annesi Şama, adının mum anlamına geldiğini ve kocasının da kendisini mum gibi yaktığını söylüyor.
Suçu, güzelliği.
"Kocamla sık sık tartışırdık" diyor Şama hastane yatağında.
"O gün yatmadan önce güzelliğinle çok övünüyorsun dedi ve geceyarısı üstüme asit atıp kaçtı."
Kaçarken telefonunu da yanına almış ki Şama yardım isteyemesin.
Canlı cenaze
Saldırı öncesi halini gösteren bir fotoğrafı uzatıp Ne haldeydim, ne hale geldim" diyerek ağlamaya başlıyor.
"Hayatımın bütün renkleri silindi. Canlı bir cenaze gibiyim, hatta yaşama hakkımın bile olmadığını düşünüyorum" diyor.
Şama, Pakistanın Pencap eyaletinde bakımsız bir hastanede yatıyor.
Fakat buradaki doktorlar asit saldırısına uğramış kadınları tedavide uzman haline gelmişler; her hafta bir-iki yeni kurban geliyor tedaviye.
Doktorlar kremle Şamanın yanık acısını dindirmeye çalışıyor, ama onun umutsuzluğuna derman olamıyorlar.
"Geleceğe yönelik bir şey söyleyemiyorum" diyor Şama, belki de hayatta olmam; eskisi gibi yaşamaya, çocuklarım için bir gelecek kurmaya çalışırım ama başaramazsam diğer bazı kızların yaptığını yaparım ben de intihar."
Kurbanlar dışlanarak sessizliğe itiliyor
Karaçide dansçılık yapan Fakra Yunus, acısını dindirmek için yaşamına son veren o kadınlardan biriydi.
Fakranın iki kez öldüğünü söylüyorlar. 13 yıl önce üzerine asit fırlatıldığında ve geçen ay italyada intihar ettiğinde.
Hayatına son vermeden önce 40 değişik ameliyat geçirmiş.
Fakranın yakınları onun adaletten umudunu kestiğini söylüyor.
Siyasi güce sahip bir aileden gelen eski kocası ceza almadan beraat etmiş.
Bu konuda kampanya yürütenler, kurbanların dışlanarak sessiz kalmaya itildiğini söylüyor.
Pakistan insan Hakları Komisyonu başkanı Zehra Yusuf, olayların ancak yüzde 10unun mahkemeye intikal ettiğini söylüyor.
"Fakranın davası gibi ses getiren davalarda bile tutuklamalar az oluyor. Kurbanlar çoğunlukla polisten olay tutanağı bile alamıyor" diyor Yusuf.
Yeni yasa çıktı ama
Geçen yıl yürürlüğe giren bir yasa, saldırganlar için 14 yıldan başlayan ve ömür boyu hapse kadar uzayan bir ceza öngörüyor.
Yeni yasaya destek veren eski milletvekili Marvi Memon, çoğu saldırganın ceza almadan tahliye olduğunu söylüyor.
Memon, saldırganların yakalansa bile çoğu yerde polise rüşvet vererek serbest kaldığını belirtiyor.
"Bir kadını cezalandırmanın en kolay yolu bu. Asit fırlatarak bir saniyede onun bütün hayatını mahvediyorsunuz."
Yasayı uygulama yönünde siyasi irade eksikliğinden söz eden Memon, "öyle bir zorunluluk hissetmedikleri için polisin kadınlarla işbirliği yapmasını sağlamak çok zor" diye ekliyor.
Hükümet danışmanlarından Şehnaz Vezir Ali, yasayı çıkarmak ilk adımdı; fakat davaları hızlandırmak için polisin, mahkemelerin hatta adaletle uğraşan herkesin hassasiyetini arttırmamız gerekir" diyor.
Gülümsemelerini geri getiremiyoruz
Bu arada hastanaye yeni bir hasta geliyor. Maksud adında bir kadın. Üstünde hala asit yanığı giysiler var.
Şalının altında görünen yüzünün derisi yanmış, sağ gözü kapanmış.
Küçük bir aile tartışması yüzünden damadı gece çatıdan gizlice girip üstüne asit dökmüş.
Daha sonra yakalanan damat gözaltında tutuluyor.
Plastik cerrah Bilal Said yeni hastayı görmek için koşturuyor.
Son yıllarda Maksud gibi yüzlerce kadını tedavi etmiş.
işi yüzünden depresif bir ruh haline girdiğini söylüyor.
"Bu hastalara çok sayıda cerrahi ve plastik operasyon uyguluyoruz; ama ne yaparsak yapalım gülümsemelerini geri getiremiyoruz."
Said, birçoğunun intihar ettiğini, diğerlerinin de toplumsal baskı ya da parasal sorun nedeniyle kendilerine saldırıda bulunan kocalarının ya da onların ailesinin evlerine geri dönmek zorunda kaldığını söylüyor."
bazen onur kelimesini dibine kadar yasamaktir. anne iste her yerde anne... her gun et yiyemeyecek diye sizin cocuguna et vermenizi istemeyen kadindir afgan kadini... ayni zamanda ulkesini isgal ettiniz diye size nefretle bakan kadindir. sizin verdiginiz bir lokma mutluluk onun icini daglar. kocasi, kardesi, babasi amerikan isgali sirasinda sehit dusmustur ve o da o gunden sonra ulkesine gelen her yabanciya katil gozuyle bakar. haklidir da !!! kimseye inanmaz... onurlu yasamina karni asla doymasa bile devam eder.
sen mi? isvicre'deki kopek kadar onurun olmadan, o insani kopekle kiyaslarsin...
not: afganistan'da askerlik yapmanin verdigi en aci hatiradir o kadinlarin nefret dolu bakislari... bu entry de orada taniyamadigim ama iclerinden geceni bildigim afgan annelerini dualarla anmama sebep olsun... unutulmazsiniz.
Dünyada ne kadar şeriatla yönetilen ülke varsa, o kadar çeşit de şeriat modeli var. O ülkenin sosyo-kültürel yapısına, coğrafyasına göre farkılıklar gösterdiği gibi aynı ülkede bile değişen yöneticiler, koşullarla birlikte zaman içinde şeriat modeli uygulamaları da değişiklik gösteriyor, şeriat hükümleri değişmez , hatta yorumlanamaz denilmesine rağmen. Ama Suudi Arabistan, Yemen, iran , Pakistan, Nijeryavb…her modelde özü hiç değişmeyen bir kural var ki; Şeriatın gölgesindeki kadın hep 2.sınıf, hep öteki cins, hep mal hükmünde, hep statüsü şeriatı yorumlayan, iktidarı Allah adına ellerinde tuttuklarını iddia eden erkeklerin iki dudağı arasında…Afganistan'da 1992 de köktendincilerin iktidara gelmesiyle darbe yiyen kadınlar Taliban'la birlikte tarihinin en kötü günlerini yaşamaya başladı.
O zamana kadar, kadınların, çalışma, istediği gibi giyinme, araba kullanma, sokağa çıkma konularında göreli bir özgürlüğü vardı./ Afganistan"da 1992"de iktidara köktendincilerin gelmesiyle,kadınların sahip olduğu sosyal, ekonomik ve kültürel haklar bakımından çok daha geriye gidilen bir dönem başladı. Sonrasında ise 1996-2001 arasında iktidarda kalan aşırı dinci Taliban dönemi kadınlara karşı resmen savaş ya da cihat ilan etti.
Kelime anlamı “islam öğrencileri” olan Taliban, şeriat okullarından yetişen ve mülteci kamplarında toplanan askerlerden oluşuyordu. Ülkeyi şeriatla yönettikleri dönemde, Afganistan özellikle kadınlara uygulanan akıl almaz baskılara sahne oldu. Kız öğrencilerin okula gitmesi ve kadınların çalışması yasaklandı… Hiçbir kadın yanında erkek olmadan evden çıkamıyor, erkek doktora muayene olamıyor, hatta erkek bir doktorun olduğu bir ekip tarafından ameliyat edilemiyordu… Tüm kadınlar, başlarından ayak uçlarına kadar bedenlerini bütünüyle örten burka giymek ve gözlerini de kapamak zorundaydı… Uygun giyinmediklerinde ise ya kitleler tarafından taşlanıyorlar ya dayak yiyorlardı. Mesleği doktorluk ya da öğretmenlik olan kadınlar, artık mesleklerini yapamaz hale geldiklerinden, dilencilikle ya da bedenlerini satarak hayatlarını sürdürmek durumunda kaldı… Evlerin camlarından kadınların görünmemesi için camların karartılması ya da siyaha boyanması şart koşuldu… Sokakta uygunsuz davranan kadınları cezalandırmak için din polisleri görevlendirildi. Sokakta herkesin önünde coplanıp dövüldü ve taşlandı kadınlar…Bir kadın, araba kullanırken yanlışlıkla kolunu gösterdiği için kızgın şeriatçı kitlesi tarafından dövülerek öldürüldü.Bir diğeri, akrabası olmayan bir erkekle ülkeyi terk etmek istediği için taşlanarak öldürüldü.
Kadınlar, yanlarında erkek bir akrabaları olmadan sokağa çıkamadılar… Ev dışında çalışmaları yasaklandı. Profesör, çevirmen,
doktor, avukat, sanatçı ve yazar olan meslek sahibi kadınlar işlerini bırakmaya zorlanıp evlerine tıkıldılar.
Depresyon vakaları endişe uyandıracak düzeye ulaşmıştı. Sosyal çalışma yapanlar, depresyonda olan, uygun ilaç bulamayan ve tedavi göremeyen kadınlar arasında, böyle yaşamaktansa kendisini öldürenlerin oranında çok büyük bir artış görüldü..Kadınlar, doktora dereceleri bile olsa, çalışamadıkları için, erkek akrabaları ve kocaları da yoksa, ya açlıktan ölüyorlar, ya da sokaklarda dilencilik edilmeye zorunlu kalıyorlardı.Bir evde kadın varsa, pencereler, kadının dışarıdan görülmeyeceği biçimde yapılmalıydı. Kadınlar,
dikkati çekmemek için ses çıkarmayan ayakkabı giymeli, en küçük bir hatanın hayatlarına mal olacağını bilerek yaşamalıydılar.Kadınlar için hemen hiçbir tıbbi kurum yoktu. Sosyal hizmet görenler, bunu protesto etmek için, kadınlarda hızla artan depresyonda yararlı olacak ilaçları ve psikologları da alarak ülkeyi terk ettiler. Kadınlara ayrılmış ender hastanelerden birinde, bir gazeteci, ‘burka'larına sarılmış, konuşamayan, yiyemeyen, hiçbir şey yapamayan, yavaş yavaş yok olup giden hareketsiz kadın yığınları gördü yatakların üzerinde. Diğerleri çıldırmıştı, korku içinde sallanıp, ağlayıp duruyorlardı…“diye anlatıyor gördüklerini, yaşadıklarını.
Taliban yönetiminin 2001'in sonlarında Amerikan ve NATO güçleri tarafından iktidardan indirilmesinden sonra, Afgan kadınları için bir umut doğmuştu… 2004'te kabul edilen Afgan anayasası, “Afgan vatandaşlarının -kadın ya da erkek- yasalar önünde eşit hakları ve yükümlülükleri vardır” maddesine yer veriyor. Fakat aynı zamanda,
devletin dininin islam olduğunu ve hiçbir yasanın islam inanç ve pratiklerine karşı olamayacağını da hükme bağlıyor. Doğrudan şeriat hukuku anılmasa da, yasaların yetersiz kaldığı durumlarda mahkemelerin Hanefi fıkhından faydalanmasına izin veriyor… Hanefi fıkhı, islam dininde Sünni mezhebinin takip ettiği dört büyük fıkıh mezhebinden birisi. Sonuç olarak, anayasada sözü edilen “eşitliğin” gerçek anlamda uygulanmadığı ortaya çıkıyor. Çünkü esas olarak, bütün yasaların şeriata uygunluğu aranıyor… Taliban'ın iktidardan indirilmesinden sonra, ülkenin bazı bölgelerinde kadınların bir nebze de olsa nefes aldığı söylense bile, büyük kesiminde hâlâ eski koşullar geçerli. Şu andaki devlet başkanı Karzai'nin çevresine “ılımlı Taliban” denilen birtakım grupları topladığı ve bunların kadınlara bakışının da çok da farklı olmadığı aşağıda basından topladığım haberlerle apaçık ortada.Taliban gitmiş olsa da Afganistan da fazla değişen bir şey yok. insan özellikle de kadın hakları ihlali haberleri bütün sıcaklığı ve ağırlığı ile gündemden düşmüyor.