Yine antik yalnızlıklar düşüyor bahtıma bu kentin, bu geceye yüz tutan saatlerinde...
Yine birazdan koridorlar açılacak içimde, ben oradan ateş ülkesine kapılar açıp, köprüler kuracağım...
Darağaçlarında sallandıracağım göz bebeklerimi...
Kulaklarımı ve dilimi linç ettireceğim kalabalık meydanların münzevi yalnızlığında...
Kendimi aşkın başkentine salacağım, senin kirpiklerinin deltasında saklayacağım,...
Yani yok olacağım...
Yani solacağım,
Yani ateşlerle dolacağım...
Ve yine kimse bilmeyecek benim neden siyahlar giydiğimi, neden soylu bir duruşla sorgusuz ve soysuzca ağladığımı...
Kimse bilmeyecek ağzımdan kızıl kanların neden aktığını...
Kendimin ellerinden tutacağım yine, bana acıyan kentsoylu varsıl bakışlar üzerime üzerime yürüdüğünde...
Yine sen geleceksin dilimin ucuna...adının kurtuluş olduğunu bilsem de kalbimi bilinmezliğe adayacağım yine...
Susacağım...
Adın gibi, adam gibi susacağım...
Kasırgalarla, depremlerle, volkanlarla konuşacağım...
Ve taşlar,
Ve tüfekler,
Ve tanklar yönelecek üzerime...
Pankartlar açılacak, sloganlar atılacak sonra...
Öfkelerin sinesinde, nefretler rüzgar halinde değecek ateşten tenime...
Yanacağım belki...
Belki yakacağım...
Ama ey sevgili, kararmış dudaklarımdan adın değil, aşkın dökülecek...
Ve görecek herkes kızılın en yoğununu, susacaklar..
Ben ölümümle konuşacağım çünkü...
Çünkü benim ölümüm bir yeniden doğuştur.
Ben aşkınla ölüp, adınla yeniden dirileceğim...