başrollerini nurgül yeşilçay ve cem özer in paylaştığı film. filmin yönetmenliğini barış pirhasan yapmıştır. adem'in trenleri filminin en önemli özelliği kültür bakanlığı sinema destek kurulu tarafından 450 bin ytl'lik en yüksek bütçe payını alması. çekimleri 2 ekimde manisa da başlayan film yurtiçi ve yurtdışında birçok festivale katılacakmış.
bu kadar güzel olduğunu bilseydim sinemada izlerdim, ya da ne bileyim bu kadar beklemezdim izlemek için. gayet güzel bir konu, harika oyunculuklar, birbirinden ünlü yüzler...
adem'le fatma'nın el ele gezişleri, fatma'nın 'hoca babası'nın sevgisini kasaturayla kazanmak isteyişi, bekir'in hocanın büyüklüğüne, sabrına, anlayışına dayanamayıp bir kez daha terk edişi, adem'le ilgili her şey...
çocuklar üzerine kurulan babam ve oğlum, ilk aşk gibi filmler gibi büyük küçük herkesi etkiliyor bu film.
gerçekten türk sineması, türk beyninin duygusallığı, zekası, mizaha yatkınlığıyla çok kaliteli bir seyirle yoluna devam ediyor.
"buraya gelen gider, gelen gider, herkes gider."
"her gelen trenle selam yolla bana. nasıl olsa hepsi benim trenim."
harika bir filmdi...
bir sinema sever olan bana neden türk filmlerini tercih ediyorsun diye sorsalar, kendimi/yurdumun insanı görüyorum onlarda derdim. ve ne kadar kaliteli olsa, imdb den bile çok çok yüksek puanlar alsa bile türk filmlerini yabancı filmlere tercih ederim. işte bunun nedenlerinden biri de bu ve bunun gibi filmlerdir.
ademi'in trenlerindeki oyuncu kadrosu tartışılamaz düzeyde türkiye için. bir çoğu tiyatrodan yetişme ve tiyatroda olsun, sinemada olsun izleyiciyi kendine bağlayan bir oyunculuk sergiliyorlar. bu film etrafta olup bitenlerin çocuk gözüyle bir anlatımı. filmdeki karakterlere bakıldığında -herkeste olduğu gibi benim de kabul edemediğim- sadece cem özer'in oyunculuğuna bir şeyler söylenebilir. hocanın baştaki sert ve gaddar görülen tavrı, cem özer'in yüz hatlarıyla uyuşsa da, hoca karakteri tam oturmamış gibi. özellikle aşk sahnesindeki duruşu -biz köyde bunun gibilere odun gibi adam derler- aşkın o andaki hissini veremiyor. cem özer yerine başka bir oyuncu oynasaydı, film nasıl olurdu onu da bilmiyoruz gerçi.
filmin konusu, hamile kalan bir kızı sahiplenerek ahirette bunun sevabından faydalanmak isteyen hocanın bir köye gelişiyle başlıyor. tren istasyonu çalışanları ve ailelerinden oluşan köy ahalisi, üç kişilik bir aileden oluşan bu misafirleri pek sıcak karşılamıyor. köyde yaşayanların hepsi bir aileyi temsil ediyor aslında. öyle yakınlar ki, hayatı paylaşıyorlar. türkiye'de böyle yerler var mı bilmiyorum, lakin filmde izleyiciye yansıtmaya çalışılan köy, tam bir ev havasında. dedikodu da var elbet ama bir süre sonra herkes her şeyi biliyor. bu noktada pek gerçekçi değildi. ama film bu ya, çözüm bulma adına hepsi seferber oluyorlar.
hep mutlu sonlara koşan türk sineması, bir kez daha çıktığı bu yoldan sapmamış. film sonunda herkes mutlu, öpüşmeler, sarılmalar. filmi izlerken selvi boylum al yazmalım filmindeki sonu göreceğimi sanmıştım. bi tarafta hoca, diğer tarafta bekir, ortada hacer küçük kızın elinden tutuyor ve hangisini seçeceğini karar verme aşamasında... hatta gözümde bu görüntüyü canlandırdım, ama yok böyle olmamalı dedim, olmadı. bundan pek farkı olmayan bir sonla karşılaştım yine de. hacer karakterine baktığımızda, yaşadıklarının ezikliğini üzerinden atamayan bir kadının, aynı zamanda annelik yapması pek olağan değil. zaten filmin başında, trenden indiklerinde ve nerdeyse tüm film boyunca çocuğun baş parmağını emmesinden anlaşılıyor annenin karakteri ya da sinmiş karaktersizliği. yoo karaktersizlik burada hakaret değil asla, sadece anlatmaya çalıştığım hacer karakterinin yaşadıklarına göğüs gerecek bir kadın olmadığı, yaşadıklarının etkisiyle olamaması. ve hocayı seçişi. ne ilk ne de son olan hocaya gidişi, asla seçim değildi. ikisinde de hocayla yaşamaya mecbur bir kadındı hacer ve ikincide yüzü gülebildi. kadınlar yaşayacakları hayatı seçemiyor ayakta durmayı başaramazlarsa. çünkü rüzgar narin yapılarından dolayı onları kolayca yıkabiliyor. yıkılmak istemeyen kadın, sırtını güvenebileceği bir erkeğe dayıyor. hep olduğu gibi.
entryi filmde kadının kadınlığının unutuluşunu mizahi olarak anlatan ve türkiye şartlarında bir kadın klasiği ile bitirelim.
--spoiler--
iftar yemeği için ademlerin evinde toplanmıştır ahali. adem'in halası, köyün en yaşlısı olarak masanın başında oturmaktadır. o sırada tren istasyon şefi gelir ve yaşlı kadına "nasılsın" diye sorar. ve kadının verdiği cevap oradaki herkese dumura uğratır. şöyle ki:
-nassı olem, ne mememi sıkan vaar, ne amımı siken.
--spoiler--
cem özer filmin ilk yarısında abartılı bir oyunculuk sergilemiştir.
filmin en dikkat çeken oyuncusu adem rolündeki çocuk oyuncudur.
nurgül yeşilçay ın en pasif durumda olduğu roldür.
güzel bi film, ancak hocayı cem özer oynadığı için, izlerken sürekli hoca çok kötü bi espri yapıcak, bir anda acayip sululaşıcak diye korka korka, sinirlerim bozula bozula izledim. lakin cem özer'in oyunculuğu beni haksız çıkarttı, gerçek kimliğini unutturucak kadar iyi oynayabilmiş.
babası demiryolcu olan yakın arkadaşımın, çocukluğunun geçtiği evde ve istasyonda çekildiği için daha bir dikkatle seyretmeme neden olan film.
--spoiler--
yazılmıştır belki ama yine de yazmak isterim, bana selvi boylum al yazmalım filmini çağrıştırdı. orada filmin sonunda asya'nın bilinçli bir seçimi vardı, gidebilecekken, kalmayı tercih etmişti. gerçi burada da kadın karakter her ne kadar gitmeye karar vermiş olsa da, arasında çok sınırlı bir iletişim olan imam'dan ayrılacağı için üzüldüğünü, belki bir kal demesini beklemesi fazla olurdu ama, duygu belirten bir bakış bekledi yine de.
sonunu sevdim, filmin en etkileyici sahnesi idi, imamın tutkusu ve bunu gösteriş biçimi. o takkenin başından çıkması sanki tüm kasvetini üstünden atan, bastırılan hayatın üzerindeki örtüyü de kaldıran bir semboldü.
--spoiler--