adamca

    .
  1. Şiirin bir yanı bize yaşadığımız dünyayı olduğundan başka türlü göstermek, duyduklarımızın, işittiklerimizin arkasında daha gizemli bir gerçek aramaktır. Şiirin özellikle bu yanı üzerinde duran ozanlar arasında bizde ilkin necip fazıl Kısakürek, ahmet muhip Dranas, fazıl hüsnü Dağlarca ve celal Sılay akla geliyor. Bu şiir görüşü ozanı, dış gerçeği derinleştireyim derken, gerçek ötesine götürebilir. Nitekim, kimi ozanlar gerçek ötesine gitmiş, kimileri de daha yarı yoldadır.

    Celal Sılay gerçek ötesine gitmeden, gerçeğin içinde bir başka gerçek arayan, her gün göre göre görmez olduğumuz, alışa alışa bilincimizden öte kalan nesneleri, yeniden ve ilk görenin hayretiyle göstermek isteyen bir ozan.

    Daha Hayret Şiirleri'nden (1943-1945) başlayan bu yönü, bu kez ozanı son yapıtı olan Adamca'da ulaşılması güç bir dil arılığı, ısıtılmışlığı ile gerçek içinde başka gerçekler aramaya götürmekte. Örneğin, Adam nedir elleri, Adam nedir dilleri, Adam nedir gözleri ile başlayan şiirlerde, eli dili, gözü adamdan ayırıp dokunma duyusunu, sesi, rengi alışılmadık bir deyim, alışılmadık bir biçimde değerlendiriyor.

    Bu şiir görüşü, dilde, örneğin f.h. Dağlarca'da olduğu gibi, sözcükleri alışıldıkları yerden ayırıp (gözü, dili adamdan ayırmak gibi) beklenmedik bir yerde kullanmasına yaramış Celâl Sılay'ın. Bu da, sözcüklere yeni çağrışımlar, yeni anlamlar, hele yeni tatlar kazandırmış:

    Sözcüklerin yerleri değiştirilince, dilde ister istemez bir alacakaranlık, bir yarı anlaşırlık ortaya çıkıyor. Bu alacakaranlıkta şiir, aceminin elinde, bir sözcük oyununa dökülebilir, kolayca bir sözcük cambazlığına düşebilir. Ama Celal Sılay bu oyuna düşmüyor, daha doğrusu bu oyunu tadında bırakmasını biliyor. işte örneği:

    Us bir çizgi üstünde
    ha aştı ha aşacak

    Göz bir sinir ucunda
    ha koptu ha kopacak

    Can bir camlık içinde
    Kırıldı kırılacak

    Zaman zaman, azla çok şey söylemek de Celal Sılay'ın mutlu özellikleri arasına giriyor:

    Elmanın yüzü güneşten
    Adamın yüzü adamdan

    Ağustosun sesi böcekte
    Mayısın rengi menekşede

    Karga özgür
    ötünce
    Kanarya tutsak... gibi.

    Ne var ki, Celal Sılay, azla çok söyleme yoluna gittikten sonra, mutlu "variation"lara geçmekten de yılmamış. Adam nedir elleri ile başlayan şiirinin ardından Adam nedir elleri, Adam nedir gözleri variation'lardan kendini alamamış. Kendini alamadığı da belki iyi olmuş, çünkü, bu tekrarlarda örneğin: Us - ele gelince, us - dile değince, göz - usa girince; Adam dediğin - gündüz adam - ve gece, Adam dediğin - sokakta adam- ve evde gibi halk türkülerinin, tekerlemelerin tadını buluyoruz şiirlerinde.

    Zaten, aslını ararsanız, Celal Sılay'ın Adamca'sı, bütün öbür şiirlerini uzaklarda, gerilerde bırakan katıksız bir şiir tadı getiriyor bize. öyle bir tat ki, bize şiirin anlamını unutturabiliyor pekala. Bu tat da, şiirlerinin aydınlığında olduğu kadar, hatta belki daha çok karanlığında. Bu karanlık, çok yerde "güzel sözün doğru sözü aşan gücü" nden geliyor Celâl Sılay'da. Onun için, Adamca'da, Celal Sılay ne demek istemiş, ozanın dünya görüşü nedir diye aramak bizi, şiirin tadını çıkarmaktan alıkoyabilir. Biz, Adamca'da, olsa olsa, ozanın şiir görüşünü bulabiliriz. Bu görüşe göre, şiirle şiirden başka bir şey söylenemez. Adamca'nın söylemek istediği, şiirin kendisi, özüdür.

    Celal Sılay'ın Adamca'da dili kullanmada gerçek ustalığa vardığı da su götürmez. Kullandığı sözcükler, konuşma dilinde anlamı olan yerlerini, bu şiirlerde sese, ozanın deyimiyle "insanca bir sese" bırakmışlar. Adamca'nın asıl anlamını da bu insanca seste aramak gerek bence.

    (bkz: Vedat GÜNYOL) *
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük