Her ne kadar j. Locke'nin adalet tanımından yola çıkarak, Mülk(üküyet)in temeline bağlanmış gibi gözükerek, içinde bulunduğumuz şu zamanları çok iyi tasvir ediyor gibi görünse de; Bizim adalet saraylarımızın kapılarında koca koca yazan "mülk" sözcüğü arapça'da ve/veya osmanlıca'da devlet anlamına gelmektedir. Ve o söz: adalet devletin temelidir anlamına gelmektedir. Yoksa sınırsız mülk edinme hakkının adalet kavramıyla ve özellikle sosyal adalet kavramıyla uzaktan yakından alakası yoktur.
Çok eski yıllarda ingiltere'de bir gelenek varmış. Sıradan bir vatandaş öldüğünde kilisenin çanı bir kez çalınıp herkese duyurulurmuş. Bir asil öldüğünde iki kez, Kralın bir yakını öldüğünden üç kez ve Kral ölürse de dört kez.. Günün birinde mahkeme bir vatandaşı haksız yere mahkum etmiş ve o gün Kilisenin çanı beş kez çalmış.. Ahali papaza sormuş ey papaz efendi kraldan daha önemli kim var ki çan beş kez çalındı?
Papaz yanıt vermiş:
Kraldan daha önemli bir şey var Adalet öldü!
Hayatta insanların uydurduğu bilimsel olmayan çoğu şeye inanmam, inanmam için gözlerimle görüp şahit olmam gerekiyor. Adalet dediğimiz kavram sadece mahkemelerde altın yaldızlı harflerle girişe yazılmış ''adalet mülkün temelidir'' sözünden ibaret değildir, bir hakimin verdiği karardan da ibaret değildir. Bu dünyanın kendine ait bir adalet sistemi vardır. Bu da ''ne yaparsan yaptığını yaşarsın'' sözüyle çok güzel ifade edilir. insan fark etmese bile yaptığı yanına kalmıyor, dönüyor, dolaşıyor, geziyor, tozuyor yine gelip yaptıkların seni buluyor. Buna inanırım o kadar çok yaşadım ki, dünyanın adeletinden kaçış yok.