Geçenlerde okuyup bitirdiğim roman.
Okudum, okudum ama zevk alarak değil. sonunda belki bir şeye bağlanır diye. Ancak hayır, romanda hiçbir ilerleme yoktu. Boş boş gitti. Gayet sadeydi. Hani o kadar sayfa yazıldığına değmiş mi, hayır. Direk deseydiniz ki "bir kız varmış, babasını omur boylu suçlu sanmış ancak sonunda babasının masum olduğunu öğrenmiş." öyle de olurdu yani.
Okunmasını tavsiye etmem. Sıkıyor.
acıma duygusunu, gözlemleyebildiğim kadar türk insanı çoğu zaman, kınamakla karıştırıyor. yani empati yaparak acırken aslında acımasızca kınıyor.
ne acımalı ne de kınamalı, zira bunların dönüşü çok kötü olabiliyor. en doğrusu empati ve kendini "o" kişinin yerine koymaktır.
ilkokul yıllarımda ailemin zoru ile okuduğum ''suna'nın serçeleri'' adlı bir kitap vardı. kitap hakkında hafızamda fazla birşey kalmasada suna'yı diğer insanlardan ayıran özelliği çok net hatırlıyorum. acımak. evet, tekerlekli sandalyeye mahkum bir kız olan suna'yı diğer insanlardan ayıran en büyük özelliğiydi.
Aşağılıkça bir duygu.
Acımak acınan kişiye en ağır darbeyi verebileceğiniz bir duygudur.
Sonuçları vahim olabilir.
Kimseye acımayın.
Acımak ve merhamet farklı bir duygudur.
Merhamet en asili.
Acımak belli ettiğiniz zaman karşınızdaki kişi icin önür kırıcı olabiliyor. Acırsanız bile tüm desteğinizle yardimci olmaya çalışın ama onurunu kırmadan insanların.
babama olan aşırı düşkünlüğümden midir yoksa hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, altında yatan nedenlerin derin olduğunu, şaşırtıcı sonunun ardından ön yargıların yaşattığı utançtan mı bilemiyorum. hiçbir kitap böylesine etkisi altına almadı beni.
toprağın bol olsun reşat nuri bey.