Boşluk insanı yutar. Boşluk karanlıktır. Kişi, gördüğü bütün ışıklara koşar.
Boşlukta savrulduğundan habersizdi. Gördüğü bütün ışıkları, çıkış olarak algılıyor ve ışığa doğru koşuyordu. Birilerinin kendisini kurtaracağını düşünecek kadar saftı. Birilerinin kendisi için var olduğunu düşünecek kadar yalancıydı. Kendini kandıran bir yalancı!
Boşluk kişiyi kararsız kılar. Kişi ne yapmak istediğini bilemez. Seçimlerinde zorlanır. Uzun süre düşünür. Sonunda seçim yapar. Genellikle bu seçim yanlış olur. O'da yanlış seçimlerinin kurbanı olmuştu. Yapabileceği bütün yanlışları yapmıştı. Bir kaç kez! Bu yanlışlardan ders almıştı fakat, dersine çalışmıyor, aynı yanlışları yapmaya devam ediyordu. Karşısına çıkan her insanı, hayatına sokuyordu. Hayatının tam içine! Tanıştığı her insan, hayatının içindeydi. Hayatının bakireliği yıllar önce bozmulmuştu. Hayatına tecavüz eden, aşkları ve dostları tarafından.
Ne yapmak istediğini bilmeyen her insan gibi, hiçbir şey yapmadan oturuyordu. Deniz kıyısında, denizle gökyüzünün birleştiği çizgiyi izleyerek. Rüzgar, kulaklarını ve burnunu, pancar gibi kızartmıştı. O, buna aldırmıyordu. Mutsuzdu. Mutsuz olan her insan gibi, hiçbir şey sikinde değildi.
Ayağa kalktı. Az önce oturduğu kayanın üzerinde, şimdi ayaktaydı. O an yüzmek istedi. O an, gitmek istedi. O an, Dünya'nın sonuna, hiç bilmediği bir yere yüzerek gitmeyi istedi. Birilerinin, kendisini beklediğini düşünerek. Bu isteği, canını yakmıştı. Hiçbir yere gidemeyeceğini biliyordu. Bir yere gidebilecek kadar parası olsaydı, şuan elinde bir sigarayla, bir şişe birası olurdu. O, son parasınıda tüketmişti. Hayatında sahip olduğu her şeyi tükettiği gibi... Bu isteğinden vazgeçti. Kayalıkların üzerinde yürümeye başladı. Havada ağır ağır uçan kar taneleri yüzüne çarpıyordu. Dudaklarının arasında iki kelime çıkmıştı:
''Kendime gelmeliyim!''
Kendinden gitmişti. Kaybolmuştu. Önünde binlerce yol vardı. Hangisinin kendisine gittiğini bilmiyordu. Bu yüzden, hangi yolu tercih edeceğine de karar veremiyordu. Boşluk insanı kararsız kılıyordu. insanı kendisinden uzaklaştırıyordu. O'da, kendisinden çok uzaklardaydı, kendisiyle birlikte...
Dudakları yeniden kıpırdadı.
''Mutluluğu düşünmeliyim. Eski mutlu günlerimi!''
Anılarını düşünmeye başladı. Mutlu olduğu anlar, bir bir aklının ortasından geçiyordu. Işık hızıyla.
ilk aşık olduğu kızı düşündü. Birlikte geçirdikleri mutlu günleri. Hayatında bir kadın vardı. Değer verdiği ve yanında olmaktan mutlu olduğu bir kadın. Kendisine her şeyin ilkini yaşatan bir kadın. Sonrasında, boşluğa iten bir kadın. Yaşattığı bütün mutlulukların karşısında, hayatına tecavüz eden bir kadın. Her şeye rağmen özlüyordu, o kadını. Hemde çok özlüyordu. Özlediği kadar da, nefret ediyordu o kadından. Boşluktaydı, duygularında bile kararsızdı.
Eski mutluluklarını düşünmesi, kendisini mutsuz etmişti. Mutluluk eskide kalmıştı. En büyük mutluluklar, bir gün en büyük mutsuzluk olacaktır. O yüzden, en büyük mutluluğunu düşünmedi. Çünkü, acısına katlanamayacaktı.
Yaşadığı mutsuzlukları düşünmeyi tercih etti. Çivinin çiviyi söktüğünü biliyordu. Yaşadığı mutsuzluklar kafasının içinde canlandı. Ağır çekimdeki bir film sahnesi gibi.
Ağlamak istedi. Ağlayamadı. Boğazında düğümlendi, hıçkırıklar. Göz yaşları akmadı. Gözleri doluydu oysa. Bir şehrin su deposunu dolduracak kadar. Yaşadığı her şey gözlerinin içerisindeydi. Su olmuştu. Ama gözleri o kadar derindi ki, bir su taşkını yaşanmıyordu. Sel olmuyordu göz yaşları. Ağlayamıyordu. Bütün hayatı gibi kördüğüm olmuştu.
Boşluk kendisini iyice yutmuştu. Bütün benliğini boşluğa kaptırmıştı. Birileri adını sorsa, boşluk diyecekti. Aynaya baksa kocaman bir boşluk görecekti.
Artık mutlu olamayacaktı. Kimseler kendisini kurtaramayacaktı. Acılarıyla yaşayacaktı.
Denizdeki bir balıkçı kayığında, balık ağını çeken adama bakınıyordu. Sonra, bu adama seslendi.
''Heeeyyy!''
Adam kendisine seslenen bu genci görmemişti. Genç daha yüksek bir ses tonuyla haykırdı bu kez.
''Heeeyyyy, balıkçıııııı!''
Yaşlı balıkçı bu kez duymuştu. Kafasını kaldırarak, genç adama bakındı. Bakışları ''efendim'' anlamına geliyordu. Genç bu bakışları değerlendirdi. Bağırarak konuşmaya devam etti.
''En büyük mutluluğum, zaman geçtikçe en büyük mutsuzluğum oluyor. Sana da oluyor mu bu?''
Yaşlı balıkçı, genç adamın ne dediğini anlayamamıştı. Bağırarak cevap verdi, genç adama.
'Ne dedin genç? Anlamadım. Biraz daha bağır!''
Genç adam sesini daha da yükseltti. Sesini o kadar yükseltti ki, bu sesi sadece kayıktaki balıkçı duymamıştı. Sesini o kadar yükseltti ki, çevrede olan bir kaç evsiz, bu sesi gök gürültüsü sandı. Sesini o kadar yükseltti ki, denizdeki karabataklar ve martılar, bu sesten korkarak havalandı.
''Acılarımın adıdır, mutluluğum, dedim. Anladın mı?''
Yaşlı balıkçı anlamamıştı. Genç adam, arkasını döndü.
Yaşlı adam ağını çekmeye devam etti. Genç adam uzaklaştı. Aramaya devam edecekti kendisini... Kendisinden çok uzaklarda...
milan kundera ''hayatın biçimi hüzün, içeriği mutluluktur'' der. sanırım haklı tüm bu hüznü yaşamanın verdiği dayanılmaz bir varoluş hali. varolmanın dayanılmaz hafifliği olmasın sakın.