daha 2 aylık bir ankaralının (ankaralı akın) ilk izlenimleridir bunlar. kime ne faydası olur bilemem..
aşti: aksiyon filmlerindeki zenci mahallelerini düşün. tekinsiz, tehlikeli mahalleleri. en az oralar kadar korkutur beni aşti. kolpanın her türlüsünü barındırıyormuş gibi bi hali var. sık sık 'giden yolcu katı peronlarında bekleyen otobüs kaptanlar'na fırça atan bi kadın sesi duyulur. tez zamanda peronları boşaltmalarını emreder. bir de tuvalette sifon olmadığından, tuvaletçi adam sık sık 'su dökelim beyler, su dökelim' diye kükrer. bu iki emir, ankara'nın emir veren bi şehir olduğunun apaçık ipucudur (birader ben bile tiksindim kendimden. bu nasıl kolpa bi bağlamadır? sunay akın'ın iftar programında bile görmedim böyle kolpa laf bağlayış)
metro: ankara'nın en güzel yanı bence. ama 'son durak kızılay. inişler için lütfen kenar platformu kullanın' diyen kadının dediğini yapın. aman diyeyim, ters kapıdan inmeyin.
kızılay, bahçeli, tunalı triosu: emo memo, rakçı makçı kızları kesmek için kızılay'ı; orta sınıf tiki genç kızları kesmek için bahçeli'yi; 30 yaş üzeri şık kadınlar için tunalı'yı tıklayınız. üçünü de istemem diyorsanız hiçbir tuşa basmadan ankara'yı yakından tanımamı bekleyiniz.
tunus caddesi: vaudeville for vendetta'nın bi entrysi yüzünden aklıma enis caddesi olarak yerleşti burası. boktan bi yer lan. her taraf inşaat, toz duman. üst kısmı daha iyi tabii.
konur, yüksel, karanfil triosu: üçü aynı sayılır bunların. bir de selanik var bunlara eklenebilecek. aynı sayılmaz aslında ama ben daha tam çözemedim hangisi hangisi... birinde bankta oturup gazete okunuyor, birinde mimarlar odassı var, birinde de bişey vardı ama şimdi hatırlayamıyorum.
dost kitabevi önü müdavimi gençler: dost kitabevinin sahibi olsam hiç acımam adam başı birer ytl toplarım ben bunlardan. ya da camın önünü kapatıyorsunuz diye bi temiz sopa çekerim kalınca bi kitapla.
plaklı figüranlar kahvesi: yerini tarif edebileceğimi sanmıyorum, açık konuşayım. ama güzel, nezih bi kafe. yemekleri de var. duvarlar eski film afişi dolu, şarkılar hep eskilerden. daha ne olsun... ama korkum şu ki, bi gün o duvarlarda fotoğrafları asılı figüranlar gelip kafeyi dağıtacak; ağız burun bırakmadan hepimize dayakların en büyüğünü taddıracak. ne bileyim, havasından etkilendim heralde.
meşhur köfteci doktor: ssk işhanının (ssk işhanı da ne berbat bi yer be hacı) karşısında 4 masadan müteşekkil köfteci. adamda zerrece doktor tipi yok.. müzeyyen senar, zeki müren, yıldırım gürses filan çalar da ne yediğini unutturur adama.
ulus: orospusu/pezevengi bol bi muhit imiş. ben bilmiyorum, arkadaşlar öyle söylüyor.
demetevler mahallesi: evet, orada oturuyorum (malesef). her şeyin en ucuzu burda. allah sizi inandırsın, 1 liraya ekmek arası tavuk satılıyor. muhteviyatını bilemem tabii.
olgunlar: atatürk bulvarında sola bakarak yürü. madenci heykelinin olduğu sokak işte. ya da cadde. korsan kitap dolu. 'buyrun yardımcı olalım' diyen garsondan bozma kitapçılar.. mustafa kitapevi var bir de. bana çok garip geldi bu isim. bülent gazetesi gibi.
sıhhıye'de bir pazar sabahı: gavur korku filmlerinde zombilerin toplu halde bi noktaya şuursuzca yürümesi gibi, çarşı iznine çıkmış askerler de kızılay'a doğru yürüyüştedir aga. bakmadık tek bir dişi insan götü bırakmayan bu kalabalık, sıhhıye'den kızılay'a doğru akmaktadır. birazdan, sosyoekonomik durumlarına göre ayrışarak kimisi ps salonuna, kimisi kahveye; kimisi burger king'e, kimisi de dönerciye doluşacaktır.
konur 2'deki canlı müzik yapıldığı iddia edilen kafe: sabah 9'da geç. genelde boyu kısa ve yaşı hayli küçük kızlı-erkekli bi grup 'içeride canlı müziğimiz devam ediyor' diye müşteri avcılığındadır... saat 14'te geç, aynı. saat 20'de geç, aynı. lan ne biçim canlı müziktir anlamadım ki!
ankamall: gitmeyeni dövüyorlar. benden söylemesi. koçtaş'a gidiyorum, evimi çok seviyorum. stradivarius'a gidiyorum, sevgilimi çok seviyorum. hacıoğlu'na gidiyorum, midemi çok seviyorum... bir de, akşamüstü metro çıkışında 5 ytl'ye her nevi bestseller'ı bulabilirsiniz. korsanı çok seviyorum.
ne yana baksan dersane, ne yana baksan kurs. büyük para var eğitim işinde.
eryaman: 'hacı 250 liraya 2+1 ev var, gül gibi lan' diyen nice yiğidi yollarda telef etmiş toplu konut hamlesi. az kalsın ben de tutuyordum bi ev. allah korumuş.
bilkent civarı: güzel yer. üniversitesi de güzel. kütüphanesi de güzel. lakin çok fazla cip var (hee, cipler kütüphanenin içinde).
milli kütüphane: iliklerine kadar bürokrasi işlemiş soğuk mekan. insan kitap istemeye korkuyor... bir de, kızılay-odtü/balgat dolmuşlarına binen tiki kızlar genelde bu durakta inip bahçeli'ye doğru akıyorlar. bu tespitim bugüne kadar hiç şaşmadı.
öğrenci: zibil gibi öğrenci var memlekette. gece toplu taşıma araçlarıyla eve dönerken, birbirine manyakcasına aşık olduğu her halinden belli çiftler oluyor aracın arka tarafında. adeta 'bu gece mazzam cinsel ilişki var aga' diyen bu gençler, 'vay anasını, gençlik, öğrencilik işte..' diye iç geçirtiyor.
not: bu 'muazzam cinsel ilişki' lafını benjcevden duydum. o da başkasından duymuştur. yani, böyle bi tanımlamayı tek başına uydurabilecek potansiyeli görmedim ben onda. yapamaz. seviyesi belli.
dil ve tarih-coğrafya fakültesi: sıhhıye kavşağı (ya da köprüsü, bilemem) civarındaki irice bina. duvarında 'ilim en hakiki mürşittir şu hayatta' veciz sözü (ben tam toparlayamadım şu anda) yazan bina. hayatta görebileceğiniz en acayip bölümler mevcut bu fakültede. fin halklarının taşak yapısı diye bölüm gördü aha şu kahverengi gözlerim. (benim en güzel yerim, kahverengi gözlerim. gözlerim ah gözlerim, göööööö ö öözleeerim)
aylak madam: lan ne sefa pezevengi adam çıktın sen de yaa, deme hemen. it ayağı yemiş gibi o kafe senin bu bar benim gezen biri değilim, hiç olmadım. fakat olmayı can-ı gönülden isterdim. mehmet yaşin potansiyeli var bende... neyse, olgunlar denen cadde-sokak karışımı yerde bi binanın en üst katındaki sessiz sakin bir kafe burası. içeride masa masa dolaşan aylak-sarhoş bir kadın görmeyi bekliyordum ama yanılmışım. madam o anda dışarıda sürtüyordur belki (madam gezintideler efendim. hayır, henüz dönmeyecekler). onun yerine kasada epeyce saçlı sakallı bi amca vardı. umarım aylak madam o değildir (aylaklığın iyice bokunu çıkarıp epilasyondan hızla uzaklaşmış bir kadın. uuuuwww, ürperdim len). ne tür yiyecek-içecek var desen, cevap veremem. bi soda içtim çıktım ben. yabancı yer nihayetinde. fazla açılmaya gerek yok... bu küçük kafe aylak adama selam çakmış olmasa bu kadar aklımda kalır mıydı? sanmam.
sakal: yukarıda bahsettiğim kafe en üst kattaysa, bu da en alt katta. o kadar. harbiden de sakallı adamlar var içeride. her an polis baskını yiyecekmişcesine...
ankara havası: dın dırı rırırıd dıt dıt dıı dıt, dın dırı rırırıt dıt dıt dııı rıt, breuv breuv breuv, dırırrırırıııı... yok, bu değil bahsettiğim ankara havası. şu günlerde (eylülün sonu gibi) başlayan ve ne giyersen üşüten; ne giyersen terleten ve en nihayetinde hasta eden havadan bahsediyorum. camdan bak. hava güneşli. ince giyin. çık dışarı. götün donsun. geri dön. kalın giyin. çık dışarı. götün terlesin. hapşırarak tıksırarak geri dön... böyle.
radyo odtü: güzel müzik çalan, insanı yormayan, koca radyo olmasına rağmen samimiyeti elden bırakmayan radyo. modern sabahları da dinleyebilirseniz gülersiniz (bu cümle çok kötü oldu evet). lakin o saatte başka bi radyoda nihat sırdar olduğundan ben pek ilgilenemiyorum.
bahçeli mango outlet: mango'da erkek olmanın çilesini anlatacak değilim burada. zaten daha önce defalarca anlatıldı sözlük aleminde.. bahçelievler yedinci caddedeki bu dükkan, kadın cinsinin ne kadar vahşileşebildiğini gösterdiği için son derece önemli bence. gözü kararmış bir sürü kadın. saldırıyor, saldırıyor, saldırıyor...
a city outlet: aha şimdi de o outlet senin bu outlet benim gezen pis bir cimri kayserili imajı çizdim. ama hayır. esas dikkat çekmek istediğim nokta, o alışveriş merkezinin pornocu giyimli güvenlik görevlileri. allah belamı versin, gülmekten dolaşamadım. her an bi tanesi yürüyen merdivenin trabzanından kayarak inip, elindeki copu sallayarak dans etmeye başlayacak; bir diğeri masnın üstüne çıkıp striptize yeltenecek gibi bi his var içimde. burdan o merkezin müdürüne sesleniyorum: lan yazıktır. bir anadolu delikanlısı güvenlik görevlisine bu zulüm yapılmaz, yapılmamalı! nedir o ingiliz polisi şapkaları lan!
köprü, kavşak tünel bolluğu: tek alt geçidi olmayan eskişehir'den sonra bünyeme biraz ağır geldi bunlar. her tarafta var.
şehri iki boyutlu olarak düşünmemek gerekmiş. benim hatam tam olarak buymuş. o yüzden 'vay anasını lan, burdan gidince de esat'a çıkılıyormuş, allah'ın işine bak' filan gibi beyin tromtomlaması geçiriyormuşum sık sık.
afsad: ankara fotoğraf sanatçıları derneği. kavaklıdere'de. esat caddesiyle tunalının kesiştiği civarda, büklüm sokak diye bi yerde.belgesel fotoğraf, dijital fotoğraf gibi atölyeler var. gidiniz, katılınız, istifade ediniz. hatta ettiriniz.
olga kurylenko: ankara'yla hiç ilgisi yok ama aklıma geliverdi. vay anasını lan. dünyanın başbakanı (evet sığ herifin tekiyim) bi karar alsın da, insan ırkı sadece ondan türesin artık.
dikmen: duymuşunuzdur meşhur sözü: ankara'nın dikmen'i, bi daha gelirsem gotümden s.k beni. ama bana güzel geldi. bi daha da gidemedim korkudan.
cetin emec bulvari: türk basın tarihinin güzide iki ismini bir araya getirmesi bakımından ilginç bir bulvar. bide, her yer çetin emeç lan! te balgat'tan çankaya'ya kadar. ya da ben gözümde çok büyüttüm.
umag: uğur mumcu araştırmacı gazetecilik vakfı. paris caddesi'nde. gayet sağlam eğitim programları var. istifade ediniz ettiriniz.
hayvan bahçesine (zoooooo) gittim. evet, nüfus cüzdanıma göre 27 yaşın içindeyim. lakin, dün orada 23 nisan çocuğu kadar şendim. sonuçlar:
'ohaaa, zürafaya bak lan, eşşek kadar' da dedim, 'bu akbaba, arazide kıstırırsa hamuna koyar adamın' da. en çok kaplana şaşırdım lan. ben daha ufak bekliyordum (televizyon zayıf gösteriyor demek ki. seda sayan gibi). aslandan iri bence. aslında aslanın tüm olayı tüylü olmasında. bir de, bi ağırlığı var adamın. paşa torunu gibi. yoksa kaplan sıçar ağzına. yani, ben oyumu kaplandan yana kullanırım. evet, kaplana hayran oldum.
ben diyem 5 metre, sen de 15 metre bir de yılan vardı. pakize aklıma geldi. hani kaçtıydı geçen sene. bu da kaçarsa diye ödüm bokuma karıştı. ama küçük yılanlar daha fena korkuttu beni. böyle sinsi gibi, adi gibi havaları var onların. büyük olanı (piton) nihayetinde ne olduğu belli..
timsah zerrece yüz vermedi. yattı öyle malak gibi.
kaplan cenini var kavanozun içinde. çok ilginç.
herifin biri kurda 'alpaslan' diye seslendi. bir de 'ne biçim kurt lan bu' diye uludu. adam uludu evet.
akbabayla kartal her ziyaretçiye yem gibi bakıyor lan. hissettim bunu.
devekuşuna iki bacak çok az bilader. en az iki tane daha lazım. dengede duramıyor yazık.
geyikler öküz gibi böğürüyordu. soğudum geyikten.
maymunlara yiyecek atmayın.
kanguru kafesi elektrikli tellerle çevrilmiş.
kuşlara kokudan yaklaşılmıyor. kümes gibi. bok kokuyor.
zebraların boku da fena kokuyor. iyice çocukluğa verip 'pijamalı eşşek' dedim onlara.
yazık hayvanlara len. acıdım. o kadar özgürlüğüne düşkün hayvanlar göt içi kadar kafeste resmen volta atıyor. bi o yana bi bu yana. üstelik kafesler altın da değil.
çok güzel yer hacı. gene giderim kesin. lakin yanıma ufak bi çocuk alıp onu gezdiriyormuş numarası yaparsam daha güzel olur.
giriş 4 ytl. öğrenci 2.
flamingolardan da soğudum. daha zarif bekliyordum.
atatürk orman çiftliği: her geçişimde büyük küfürler ederim. yok lan, atatürk'e değil. manyak seni! atatürk'ün mirasını bu hale getirenlere. hacı, şu koca türkiye'yi baştan aşağı dolaş. tüm çiftlikleri gez. hatta çiftliği geçtim, köy evlerinin bahçelerini gör. çok büyük yemin ediyorum ki, aoç'den daha bakımsızını bulamazsın. lan hiç mi içi kıpraşmıyor buranın yöneticilerinin? atatürk'ün mirası burası, efendi gibi sahip çıkalım diye akıllarına düşmüyor mu hiç?
aynı şekilde, ülkenin tüm kümeslerini, ahırlarını da gez; hayvanat bahçesi kadar bakımsızını bulamazsın. koca pitonu sokuşturmuşsun götiçi kadar yere. dönemiyor resmen! sonra da pakize niye kaçtı? kaçmaz mı garibim...
eryaman: yukarılarda bi entrymde 'ahaha çok uzak lan, yaşanır mı orda' diye coşmuşum. iyi bok yemişim evet. yaşanıyormuş. sıhhıye'ye otobüsle 50 dakikada gidilebiliyor mesela. ama otobüstekilerin alayı emekli, ihtiyar olduğu için ayakta gidiliyor çoğunlukla.
yazarım ben daha. acemiliğim de çıkmaz zaten bu gidişle.
henüz 2 gün ankara yollarında perişan olmuş bi insan olarak;
''nereye gitmek istersen git; 2 vesait değiştirirsin''
''aman sen metroyu vesaitten sayma, 5 dklık yol''
tek arabaya binip bir yerlere varılmaz mı bu şehirde?
metro araç sayılmaz mı?
beytepe neden bu kadar uzak?
bu öğrenciler akın akın yaz günü nereye gidiyor?
bir şehirde neden bu kadar üniversite olur ki? ego kartı yerine kentkart ya da akbil yapmak kimsenin aklına gelmiyor mu?
bunlar sadece birkaç sorum(N). daha zilonlarca var aklımda. sevemedim seni ankara.
Atakule'ye çıkıp şahane bir manzara göreceğini düşünen dostları uyaralım: Orası istanbul değil, göreceğiniz ancak cetvelle çizilmiş gibi düzgün sıralanmış binalar ve Ankara'yı çevreleyen dağlardır. Ha güzel bir özet geçer şehir hakkında orası ayrı.
ankaray candır. günde 2 defa kullanıyorum bu vasıtayı. işime çok yaradı.
kızılay candır. gün içinde can sıkıntısını gidermek için iyi bir seçenektir.
ankamall, armada, cepa, kentpark baldır. vakit öldürme merkezleri.
sincan için ne söylesem boş. 1 defa gittim ama pişmanım. ikincisi olmaz umarım.
şimdilik buraları öğrendim.