abelard ve heloise

entry8 galeri0
    1.
  1. bilinen en iç yakıcı aşk hikayelerinden birinin kahramanları.

    abelard, döneminde *, dahi olarak nitelenen bir şair ve feylesof. bildik hataya düşüp hırıstiyan ahlakını sorgulamaya başlıyor ve bu o na bir sürü düşman ile birlikte bir sürü de muhalif genç hayran ve öğrenci kazandırıyor.

    o öğrencilerden birisi heloise..

    tanıştıklarında adam 37 kız ise 15 yaşında. hamile kalıyor kız ve nüfuslu dayısı(belli değil olup olmadığı, kimilerine göre ensest eğilimi de var) abelard ı yakalatıp adamlarına, hadım ettiriyor.

    sonra ayrı ayrı manastırlarda(zaten kavuşamayacakları için) kendilerini dine adıyorlar.

    ve mektuplaşmalar başlıyor..

    o mektuplar dan birisi şöyle bitiyor,

    ben böyle seviyorum işte
    zerafetini, gaddarlığını..
    olduğun şairi,
    olamadığın erkeği seviyorum
    bir zamanlar çocuk olduğun
    ve bir gün ceset olacağın için seviyorum

    heloise

    bir diğeri ise şöyle ,

    tanrı beni bir filozof ve bir şair olarak değil,
    bir sevgili, senin sevgilin olarak hatırlayacak.

    abelard
    7 ...
  2. 2.
  3. charlie kaufman ın yardırdığı filmlerden olan being john malkovich te kuklacı çocuğun, sokakta oynatırken onları, aralarında ki duvardan kurtarıp, bir tür aşka gelerek seviştirmeye başladığı ve izleyen bir çocuğun babası tarafından dövülmesine neden olan kuklalardır.
    abelard ve heloise..

    yine bir diğer filmi olan eternal sunshine of the spotless mind da, alexander pope'un

    abelard ve heloise için yazdığı şiirden esinlenilmiştir ve isim nedeni dir filmin.

    (bkz: eloisa to abelard)
    5 ...
  4. 3.
  5. "elin, elin değmiş bu mektuba, aşık olduğum elin!
    hakkım var o elin yazdıklarını okumaya..."

    dye başlayan, arada abélard'ın "aşk varlığımızın doğum sancısı değil mi?" diyerek dertlere derman olan oyundur.
    3 ...
  6. 4.
  7. "...

    çünkü aşkım ölümüm oldu benim. şairlik taslamıyorum. gerçek bu:
    sen olmayan her şey için ölüyüm ben.
    her gün seni unutacağım diye yeminler ediyorum,
    sonra seni düşünürken kendime yakalanıyorum.
    zaaflarıma kızıp köpürüyorum,
    sonra iyi ki zayıfım diye şükürler ediyorum.

    ...

    inkar etme beni, kendini, ya da bizi.
    yaz bana, gizli düşüncelerini öğreneyim.
    kıskanmaya gücün varsa,
    tek rakibin, öptüğüm mektupları kıskan.
    küçücük bir kuş gibiyim.
    havam sensin es üstüme.
    küçücük bir balık gibiyim.
    suyum sensin ak üstüme.
    suskunluğun çöl olur bana.
    suskunluğunda boğulurum.

    ..."
    4 ...
  8. 5.
  9. Bir sigara yakıp, iç çekerek okunması gereken gerçek mektupları vardır. Yüzük parmağınızdan başlayıp, kalbinize doğru giden damarınızı daraltacağına inandığım bir örnek;Abelard ve Heloise

    tam olsun dedim...

    1. Mektup Heloise'den Abelard'a

    Elin... Elin değmiş bu mektuba.
    Teşekkür ederim; bana yazmamışsın ama..
    Elbette tanıdım yazını; değişmemiş hiç.
    Değişen bir şey olmadı zaten, acı bile aynı acı.
    Bana gönderilmemiş ama, mektubu ben okudum
    Utanmadım, kimseye de ihanet etmedim.
    Suskun geçen bunca yıldan sonra, hesap verecek değildim.
    Şimdi de vermeyeceğim.
    Elin değmiş bu mektuba!
    Aşık olduğum elin. O aşka susamışım.
    Hakkım var o elin yazdığı mektubu açmaya.
    Merakım cezasını buldu işte.
    Nerden bilirdim her satırda adımı okuyacağımı?
    Uzun bahtsızlığımızın kısa hikayesini yazdığını nasıl tahmin ederdim?
    Düşünüyordum, hatta korkuyordum,
    uzun süren suskunluğun ya benden çalınmış huzursa,
    ya beni unutacak kadar güçlenmişsen...
    Oysa ancak anılara teslim olmayacak kadardı benim gücüm.
    On yıldır dökemediğim gözyaşlarımdır delilim.
    Nasıl bilebilirdim,
    senin de hala acı çektiğini, tıpkı benim gibi?
    Erkeksin sen, akıllı, nitelikli.
    Tüm hristiyanlık birleşse, dolduramaz yerini.
    Kendimi avutuyordum o bir erkek diyordum.
    Senden beklememeliydim, bendeki duygusallığı.
    Biliyor musun, başım göğe ererdi sana bakarken.
    Sanki bende olmayan her şey sende vardı.
    Sanıyordum ki, tüm acıları geride bırakacak kadar güçlüsün.
    Yanılmışım... Zayıflıktan değil acıların.
    Öylesine güçlüsün ki, göz göze yaşıyorsun acılarla.
    Sakınmıyorsun, gözlerini kaçırmıyorsun onlardan.

    Istırabın duruyor önümde satır satır, hem de el yazınla.
    - Ah, Abelard! Dokunuşlarını bana taşıyan
    o kağıdı, o mürekkebi nasıl seviyorum...-
    O kör yıllar boyunca sakladığım acı
    çıkıyor yüreğimden,
    karşıma dikiliyor; bakıyorum:
    Aynı yaşlardayız onunla, boyumuz bosumuz aynı.
    Tepeden tırnağa ben'im bu acı.
    Artık saklayamıyorsam onu kendimden,
    nasıl saklarım, bir zamanlar bütün varlığımla
    teslim olduğum senden?
    - Bir zamanlar... nasıl iç burkuyor bu sözler...-
    Bir zamanlar, gövdesini gövdeme kattığım birine,
    rol mü yapayım, ketum mu davranayım?
    Gecenin doruklarında dört nala koşturmuştuk bedenlerimizi,
    daha da doruklara çıkmıştık doğan güneşlerle.

    Biliyorum böyle yazmasa gerek benim gibi bir rahibe.
    Özür diliyorum, ama yazan rahibe değil.
    Örtüldük tepeden tırnağa, ama kadınız biz.
    Bu örtünün altındaki de Heloise, her dişiden daha fazla dişi.
    Ve aşk... Ona bir Abelard öğretisi.
    Yalnızca kendime acımıyorum;
    Tüm varlığım acıdan kıvransa da, merhametim biraz da sana.

    Hiç bir şey unutturamaz bana yazıların yüzünden çektiklerini.
    Nasıl da zalim bu anılar...
    Unutamıyorum dehanın nasıl ödüllendirildiğini?
    Hasetle ve kötülükle!
    Unutamıyorum çalışmalarının lanetlenişini, yakılarak alevler içinde...
    Mısralarının kafasız kafalarca nasıl aşağılandığını,
    nasıl da kafir denildiğini sana... unutabilir miyim?
    Sonunda fırlatıp attılar seni dünyanın dışına.
    Küçücük bir manastır kurdun kadınlara, adını "Sığınak" koydun.
    Ne iğrenç lekeler sürdüler amacına...
    Huzur ararken kendin de manastıra kapanınca,
    nasıl attılar seni aralarından, kardeş deyip bağrına
    Atarlar elbette!
    Sıradan olduklarını hatırlıyorlardı seni gördüklerinde.
    Mektubun bütün bunları bir daha yaşattı bana.
    Okurken gözyaşları döktüm senin için.
    Ah, keşke hiç yazmasaydın...
    Nicedir içimde topladığım bir damlacık güç kayboldu işte.
    Her yazdığını bizi tüketen ağıraksak ölümü yaşayarak okudum.
    Sevdalılar gözleriyle tadarlar ısıtırapları.
    Ben de gözlerimle kavramıştım acını.
    Dayım yok ettirdikten sonra erkekliğini, hani, çekip gittin ya...
    Peşine taktım gözlerimi.
    Beni burada bıraktığında da öyle.
    Şimdi aynı gözlerle satır satır acını okuyorum.
    O gözlerin yaş dökmesi garip mi?
    Yanılma, merhamet değil istediğim.
    Belki yazarsın bana diye yazıyorum yalnızca.
    Zulmetme bana, reddetme beni.
    Senden başka kimselerin veremeyeceği dermanı yolla:
    Bir mektup... Bu kez senden bana.
    Bırak, sana ait her şeye, sadakatle üzüleyim.
    Bahtsızlıkta olsa, herşeyi bileyim.
    iç çekişlerim karışırsa seninkilere,
    Belki ikimizinde acısı hafifleyecektir, Ne dersin?
    içimden hiç gelmiyor ama, sen istersen,
    mektubumu şöyle de bitirebilirim:
    Sonsuza kadar, elveda...

    II. MEKTUP Abelard'dan Heloise'e
    Keşke hiç yazmasaydın.
    Keşke ölüp gitseydi aşkın.
    Ölüp gitseydi de zaman alıp götürseydi benimkini de birlikte.
    Biricik umudumuz bu.
    Ne beyhude, ne nafile arar dururlar aşkı, erkeklerle kadınlar.
    Sanırlar ki, huzura kavuşacaklar,
    mutlu olacaklar bulduklarında, ya da haz duyacaklar.
    Oysa biz bulmuştuk onu, yakaladık; ama nasıl da farklıyız
    Sen de biliyorsun, ben de: Böyle bir aşk kaynağıdır acılarımızın.
    Böylesine yaşanmazsa aşk, aşk değildir.
    Öykünmedir, özentidir.
    Yapay bir güldür ancak.
    Öylece yaşayıp gider çoğu.
    Belki yaşayabilmelerinin tek yolu bu...
    Zira bizim aşk diye bildiğimiz aşk,çekilmesi çok zor bir acı.
    Peki, amacı ne?
    Bazen düşünüyorum da, aşk varlığımızın doğum sancısı
    değil mi?
    Ağına düşürdüğü biz sefil yaratıklar,
    ya da insana olan aşkımızı Tanrı'ya yönelteceğiz.
    Az kişiye nasip olmuş bir yeniden doğuş bu.
    Böyle doğmak isterdim,
    çünki aşkım ölümüm oldu benim.
    Şairlik taslamıyorum.Gerçek bu: Sen olmayan herşey için ölüyüm ben.
    Halini anlat diyorsun.
    işte anlattım.
    Aslında biliyorum neyi merak ettiğini.
    Nerede yaşıyorum? Çalışıyor muyum? Yazıyor muyum?
    Artık Aziz Gildas Manastırının başrahibi diyorlar bana.
    Biliyorsun manastır yalçın kayalıklarda.
    Hücremden dalgalar görünüyor, bakarsam.
    Bakıyorum, ama görmüyorum.
    Boğalar gibi saldırıyor azgın dalgalar,
    serpintileri kadirşinas kumsala vuruyor.
    Güneş doğudan yükseliyor umutsuzca
    ve boynu bükük, çekip gidiyor batıdan.
    Bulamıyorum... Güzellik canımı sıkıyor.
    Doğa avutmayı beceremiyor.
    Okurken seni düşünüyorum.
    Yalnızken sana dalıyor düşüncelerim.
    Dualarda bile aklım sende kalıyor.
    işte halim böyle. Öyle abes ki, saklıyorum herkesten.
    Sen açığa çıkardın işte.
    Sebebi sen olduğuna göre,
    Başka kime dökecektim içimi?
    Düşmanımsın; kaçıyorum senden.
    And içtim unutacağım seni.
    Bu aşkın sonunu getiremeyeceğiz, anladım.
    Bu denli değerli bir şey solup gideceğine ellerimde,
    en iyisi kestirip atmak dedim kendi kendime.
    Birbirimize veremediğimiz teselliyi,
    felsefede, dinde arıyorum şimdi.
    Sana duyarlı olan yüreğimi yatıştırmaktı niyetim.
    Ama beceremedim.
    Tam tersi oldu: ayrılık, boşluk, sofuluk,
    tutkuya daha da yaklaştırdı beni.
    Hergün seni unutacağım diye yeminler ediyorum,
    sonra seni düşünürken kendime yakalanıyorum.
    Zaaflarıma kızıp köpürüyorum,
    sonra iyi ki zayıfım diye şükürler ediyorum.
    Aşkımın mayalandığı yerin bir erdem yuvası olması,
    ne amansız bir çelişki değil mi?

    Uzun, ıssız saatlerde sesleniyorsun bana.
    O yalnızlık, yapayalnızlık, seni tuttuğu gibi yanıbaşıma getiriyor.
    Diyorum sana; düşmanımsın!
    Gaddarlığına sığındığım, merhametsiz düşmanım...
    Nefret ediyorum senden, sana aşığım.
    Senden soğumak için bütün yakarışlarım.
    Çünki biliyorum ki aşkımız için umut kalmadı.
    Oysa aşabiliriz tutkularımızı.
    Tanrı'ya yöneltebiliriz umutlarımızı.
    Nasılda cılız, ahlaksız, üstelik budalayız,
    sevdamızı adayamazsak inancımıza.
    Yalnız o inanç koruyabilir bizi.
    Biz ki, sıradan bir yazgının -ve insanoğlunun-
    bir darbesiyle savrulmuşuz, kopmuşuz,
    inançtan başka kim birleştirebilir ikimizi?
    Şimdi iki efendin var oysa.
    Bense ne kadar teslim olduysam da sana,
    anılar bırakmıyor peşimi, senin kadar sadık metres gibi

    "Efendim" diyordun bana.
    Kafanın içini işe yaramaz laflarla,
    lüzumsuz sayılarla doldurduğum,
    o saatleri hatırlıyormusun?
    Ne söylediklerimi dinledin,
    ne ben hissettiklerimi söyledim.
    Nasıl öğrettin öğretmenine gözlerinle dersini,
    nasıl da hızlı öğrendi öğrencin, dudaklarınla birleşmeyi.
    Sen saflığınla, bense özgürlüğümle,
    ödedik işte o derslerin bedelini,
    benden intikam alınca dayın.
    Ha... Dayın diyorsam da gerçekten dayın mı bilmem.
    Ama bana öyle geliyor ki, kıskançlığı kan bağından değildi.
    Elde etmek istiyordu seni.

    Şu aşkın kudreti kaybolsa birden,
    vuslatın tadını ansızın kaybettiğim gibi.
    Nasıl bir huzur, nasıl bir sükun olurdu,
    o kasabın bana bağışladığı.
    Gel gör ki, iktidarsızlığım ihtirasımı kamçılayıp duruyor.
    Gövdem reddediyor arzularımı,
    aklımsa hiçbir işe yaramıyor.
    Yalnızca işkence ediyor anılarınla.
    Hele bana ilk teslim oluşunu hatırladığımda,
    mahvoluyorum...
    Giyindiğim, kuşandığım, takındığım, taşıdığım,
    herşey maskaralık!
    Biliyorum; Tanrı da şahidimdir:
    De ki, kendimizi de başkalarını da aldattık,
    Tanrı'yı nasıl kandırırız? Miserere Nobis...
    Bitmişim ben!
    Merhametine sığınıyoruz.
    2 ...
  10. 6.
  11. 1999 veya 2000 yılında Aksanat'ta gösterimleri olmuş, Tilbe Saran ve Cüneyt Türel tarafından sahnelenmiş kalbe kazınabilecek önceki entrylerde de bahsi geçen aşkı aktaran bir oyun olarak da karşımıza çıkmıştır. Hatta her iki oyuncuya da birer "en iyi oyuncu" ödülü kazandırmıştır.
    1 ...
  12. 7.
  13. dönemin şartları, heloise'nin amcası, .. yüzünden ayrı düşmüş iki sevgilidir. bir rahip ile rahibenin insanı derinden etkileyen aşklarının mektuplarda yaşamasıdır. çektikleri acıların vücut bulmasıdır.

    inkar etme beni, kendini ya da bizi.
    yaz bana, gizli düşüncelerini öğreneyim.
    yanımda gezdireyim mektuplarını,
    oları seni öptüğüm gibi öpeyim.
    kıskanmaya gücün varsa,
    tek rakibin, öptüğüm mektupları kıskan.
    özensizce, düşünmeden, çekinmeden yaz bana.
    beynini değil yüreğini dinlemek istiyorum. kadınca...
    beni sevdiğini duymadan yaşayamam artık.
    aşkın can damarı oldu hayatımın.

    küçücük bir kuş gibiyim.
    havam sensin, es üstüme.
    küçücük bir balık gibiyim.
    suyum sensin ak üstüme.
    suskunluğun çöl olur bana.
    suskunluğunda boğulurum.

    görevimin başına dönüyorum şimdi.
    içim rahat gidiyorum, sayende.
    buraya sen gönderdin beni.
    bana ''ana'' diyorlar.
    senin anan olamam ki.
    karım demelisin bana.
    ben senin karınım.
    0 ...
  14. 8.
  15. "...dizlerimin üstünde yakarıyorum tanrı’ya da, sana da.
    utanmadan, lanetlemeden, dua ediyorum:
    seni bana versin, tut elimden, sen götür beni o’na.
    ihtiyacım sonsuz sana.
    senden mahrum kalırsam, ruhum da tanrısız kalacak.
    işte bir elimle özür bıraksam seni, ötekiyle bağlıyorum.
    iyi de, nedir ki özgürlük?
    sevdanın zulmü!
    yazmayacağım artık. artık hiçbir şey bilmiyorum,
    ihtiyacımın bu sonsuzluğundan başka...."
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük