mustafa kemal'inde nasibini aldığı şerefsizlerdir. bunlar yüzünden, kurmay subay olduğu halde sorgulanıp zindana konmuştur. annesiyle bile görüştürülmemiştir (1905).
Sultan 2. Abdulhamit hanın istihbarat teşkilatı meşhurdur. Yıldız istihbaratı diye geçer. Teşkilatı mahsusanın kalbidir adeta. Zaten o sayede 33 yıllık saltanat nasip olmuştur. Onun da 30,5 yılını padişah bizzat yönetmiş geri kalanında ittihat ve terakkinin müdahalesi vardır. Fakat sorgusuz sualsiz ifadesi tamamen iftira ve karalamaya yöneliktir. Sultan bilhassa idam cezasını sevmez ve adalet işlerine karışmazdı. Padişahlığı boyunca idamını onadığı katil sayısı 5 tir.
--spoiler--
Sultân Abdülhamîd'in hasm-ı cânı olan ve onu tahttan indiren ittihad ve Terakkî'nin ileri gelenlerinden Celâl Bayar, 1960'larda kaleme aldığı hâtıralarında o dönem adalet sistemimizi şöyle anlatır (aynen):
"ikinci Abdülhamîd, kendisine muhalefet eden hâkimlere, davaya ve mahkemelerin kararlarına karşı hiçbir hareket ve teşebbüste bulunmamıştır. Esasen ikinci Abdülhamîd, adalet ve kazâ (yargı) hakkına bağlı işlerin sorumluluğunu, adliye nâzırı (adalet bakanı) Abdurrahman Paşa'ya bırakmıştı. Adliye işlerine karışmazdı. Abdurrahman Paşa da bu konuda ziyadesiyle dikkatli ve ciddi idi. Müdâhale, kimden ve nereden gelirse gelsin asla kabûl etmez, reddederdi. ikinci Abdülhamîd, Paşa'nın bu tutumunu takdirle karşılardı. Bu yüzden Abdurrahman Paşa zamanının adliyesi ve kazâ (yargı) organlarının başında bulunan hâkimleri, vasıfları ve feragatleri bakımından bugün için dahi aranacak değerli şahsiyetlerdi. ikinci Abdülhamîd, idam cezasından da hoşlanmazdı." (Ben de Yazdım, c.V, s.1502-3)
Tahta geçtikten sadece 25 gün sonra -daha önce de 2 defa bu makamda bulunan- Cevdet Paşa'yı adliye nâzırı yaptı. 10 yıl bu makamda kalan Cevdet Paşa'nın ünlü halefi Abdurrahman Paşa da 12 yıl, 9 ay kesiksiz bu görevde bulundu. Germiyanoğlu Nûreddin Abdurrahman Paşa (Kütahya 1835-istanbul 1912), Sultân Hamîd dönemi Türk adliyesinin karakteristik ve âbidevî şahsiyetidir. Babası da, oğlu da kendisi gibi vezîr idi (mareşal'e eşit mülkiye rütbesi). Bugün Bulgaristan ve Irak olan eyaletlerimizde, bu arada Ankara'da valilik yaptı. Bir ara sadrâzam (imparatorluk başbakanı) oldu. Arapça, Farsça, Fransızca, ingilizce biliyordu. Büyük bestekâr, müzikolog ve hukukçu Sâdeddin Arel (1880-1955), bu Abdurrahman Paşa'nın tek damadı olup onun özel kalem müdürlüğünden yetişip adliye müsteşarı ve imparatorluğumuzun o zaman Tanzimat Dâiresi denen son Anayasa Mahkemesi başkanıdır. imparatorluk protokolümüzde bakanlar kurulunda, nâzırların sırası sadrâzam, şeyhulislâm, serasker (savunma bakanı), adliye nâzırı... şeklinde iken Sultân Abdülhamîd, adliye nâzırı'nı serasker'den önceye alarak sırayı değiştirdi ve kabinede 3. sırayı verdi. Cumhuriyet hükûmetlerimizde ve günümüzde de bu sıra değiştirilmedi. ikinci Abdülhamîd, bir hükümdarın müdahalesinin hiçbir lüzumu olmadığı teferruâta kadar karıştığı halde, yargıya ve ilme müdahale etmediği biliniyor. Yukarıda Bayar'ın ifadesi de açıktır. Rüşvet ve iltimas o devirde de epey yaygındı. Fakat yargıda geçersizdi. Bir hâkim veya savcının rüşvet veya iltimasa bulaşması derhal meslekten çıkarılmakla sonuçlanırdı. Padişah, yargıç ve profesör tayin etmezdi. Mahkemeler bağımsız, yargıçlar hürdü. Dürüst ve bilgili idiler. Maaşları yüksekti.
Her alanda jurnal denen istihbaratın alçaklık derekesine düştüğü mekanizma, yargıda işlemedi.
Dava sayısı çok azdı. Vatandaşlar, imparatorlukta her kavimden milyonla insan yaşadığı halde, biribiriyle davalı bir toplum oluşturmuyordu. Anlaşmazlıklar; aile, esnaf, mahalle arasında çözümlenirdi. Olur olmaz şey için yargıya gitmek ayıp sayılırdı. Atatürk devrinde bile böyleydi. SUÇ DEVLETE KARŞI iSE... Uzun saltanatında Sultân Abdülhamîd, sadece 5 kaatilin idamını onayladı, diğerlerini müebbede çevirdi.
iç ayaklanma, isyan, ihtilâl teşebbüsü, silâhlı başkaldırıların asker gücüyle ve şiddetle bastırıldığı doğrudur. Ermeni ayaklanmalarını bu şekilde bastırdığı ve doğuda Kürtleri onların kıyımından kurtardığı için padişahımızın adının Avrupa'da 'Kızıl Sultan'a çıktığı ve hakkındaki bu tabirin bizim millet ve devlet kavramlarına bîgâne olanlarımız tarafından da kullanıldığı malûmdur. Fakat devlete karşı suçlarda da cezaların hafifletildiği görülmektedir. Adliye (adalet) nezâretini (bakanlığını) 1838'de ikinci Sultan Mahmud, Şûrâ-yı Devlet'i (Danıştay) 1868'de Sultân Abdülazîz'in onayı ile Sadrâzam Âlî Paşa kurdu ve Şûrâ reîsleri, adliye nâzırı gibi, bakanlar kurulu üyesi idiler. Devlet memurları, çok açık ve yüz kızartıcı suç işlememişler, sadece politikaya karışmışlarsa, imparatorluğun meşakkatli coğrafyalarına atandıkları, daha ağır olarak maaşla sürüldükleri de, Sultân Hamîd rejiminin özelliklerindendir. Nüfusu 1.5 milyarı bulmayan şartları bugünkünden bambaşka bir dünyadan bahsettiğimiz de unutulmamalıdır.