tom cruise, jack nicholson ve demi moore un başrollerinde olduğu; askeriye içerisinde öldürülen bir erin davasını konu alan film.
Filmi izleme amacım bir dava/duruşma filmi olmasından dolayıydı; aradığımı da buldum açıkçası ve filmden gayesiyle zevk aldım. Antimilitarist bir anlatımdan ziyade genel olarak askeriye içerisinde ki tanrılaşmanın ve dokunulmazlığın ve bizde de olduğu üzere rütbeciliğin bünyeye getirdiği narsizmin etkisini güzel işlemişler. Eğer sevdiyseniz yanlış hatırlamıyorsam benzer nitelikte olan General's Doughter ve A Soldier's Story filmlerine de göz atmanızı öneririm.
bu filmi bunca senedir seyretmedigim icin yaziklar olsun dedirtmistir. en iyi filmler arasinda yer almistir. filmin adinin da 12 angry men ile ilgili bir cagrisim yaptigi dusunulebilir. keza asagi yukari benzer filmlerdir.
Demi Moore yerine sağlam oyuncu biri oynasaydı bugün efsane olmuştu. Jack Nicholson mahkeme sahnelerinde işte asker dediğin bizatihi bu kafadadır dedirtmiştir.
kalburüstü filmlerden. amerika'nın kendi askeri sistemini eleştirebildiği bir iki klas filmden biri. oyunculuklar muazzam. dava için hazırlandıkları sahneler falan resmen insanı heyecanlandırıyor. tabiki son sahne efsane. jack nicholson çok büyük oyuncu. benim aklımda kalan tek komik sahne şu;
tom cruise albayın odasına girer. tom'ın babası da eski bir avukattır ve efsanedir.
albay - baban nasıl daniel?
daniel - 7 sene önce öldü efendim.
albay - (birkaç saniye ssizlikten sonra) kendimi aptal gibi hissediyorum...
Lt. Weinberg: Why do you like them so much? ( onlari neden bu kadar cok seviyorsun ? )
Galloway: Because they stand on a wall and say, "Nothing's going to hurt you tonight, not on my watch." ( cunku onlar nobetteyken soyle diyorlar : bu gece benim nobetimde sana hic bir sey olmayacak )
Bu replikten sonra nobet tutan her askeri gordugumde iyi nobetler demeyi adet haline getirdim.
filmin sonundaki jack nicholson' lı duruşma sahnesi hariç klasik holywood filmi, ama o sahne tüm filmi gözümde iyi bir yapmaya yetti de arttı bile. bir de;
tom cruise' un sözkonusu sahnede yaptığı çakallık, yani olay ile ilgisi olmayan havaalanı çalışanlarını sadece bir tehdit unsuru olarak oraya getirtmesi zihnimde fırtınalara neden olmuştur.
'insan amaçlarına ulaşabilmek için yeterli mücadeleyi vermeli, kariyerini mahvetme riskini bile göze almalı, o özveri olmadan iyi şeyler gelip bizi bulmayacak maalesef' gibi şeyler çıkardım ki filmden daha ne olsun.
özellikle başındaki ve sonundaki sahneleriyle müthiş bir seyirlikler sunan film. başlangıcındaki asker talim sahneleri ve jack nicholson'ın son duruşma sahnesindeki performansı damak çatlatır.
subtitle dersinde kendisiyle haşır neşir olduğum yahu bir adama bu kadar mı yakışır üniforma dedirtip, maşallah çektiren hoş dialoglara (bkz: you can't handle the truth)sahip film.
birkaç iyi adam ismi ile türkiye'deki sinema ve tv'lerde gösterilmiş, rast geldikçe tekrar tekrar seyrettiğim, özellikle de sondaki jack nicholson repliği ve oyunculuğu ile beni benden alan, 1992 yapımı film.
''you and dawson, you both live in the same dream world, it doesnt matter what i believe, it only matters what i can prove so please don't tell me what i know and don't know, i know the law!''
you want the truth? you can't handle the truth. son we live in a world with walls, and these walls have to be guarded by men with guns. who's gonna do it ? you, you leutenant weinberg? you weep for santiago and curse the marines. you have that luxury, you have the luxury of not knowing what i know. private santiago's death , while tragic probably saved lives, and that my existence while gross and incomprehensive to you saves lives. you don't want the truth, deep down in places you don't talk about at parties, you want me on that wall , you need me on that wall. we use words like honor , code , loyalty. we use these words as a backbone of a lifetime spent defending something, you use them as a punchline. i have neither the time or the inclination to explain myself to a man who rises and sleeps under the very blanket of protection that i provide, and then questions the manner in which i provide it. i'd rather you just say thank-you and go on your way.
güzel filmler sayıldığında kesinlikle adı geçmesi gereken filmlerdendir. senaryosu olsun oyunculuk olsun resim olsun her yönden olayı kotaran bir filmdir. ayrıca konusunda inceden inceye işlediği özgürlük-güvenlik sorunsalı daha da çekici kılıyor kendisini.
nicholson krallığında vuku bulan klasik bir tom cruise performansı ile belli klişeler etrafında dönen ve final sahnesiyle ortalamayı gaza getiren bir dava/mahkeme/avukatlık vs. filmi.
hikayenin belli kısımları dediğim gibi tanıdık ve klişelerle bezeli.
tom cruise, aykırı, başarılı, yakışıklı, çekici, sikici bir avukat, demi moore, hırslı, gururlu ve seksi bir bürokrat ve jack nicholson da derin devletimsi ilişkileri olan komutan/modern kral rolünde.
ben en çok olan biteni anlamaya çalışan kuzu rolündeki askerceğize üzülmüş, perişan olmuştum("Code Red" ayağına yaktılar vallahi çocuğu.)
filmin ana fikri ise; emir demiri keser ama hukuk da emri keser, yaşasın demokratik laik sosyal hukuk devleti amerika falan fişman...