Bu filmle ilgili ifşa olma ihtimaline rağmen bir anımı anlatıcam. Lise üçüz. Sınıflara akıllı tahtalar gelmiş. Ben de daha o zaman geç olmakla birlikte bilim kurgu izlemeye başlamışım. 2001'i izleymiştim o ara. Baya da beğenmiştim. Aslında neyini anladın da neyini beğendin aq der bugünkü halim o günküne ama işte gençlik heyecanı, falan filan eski olmasına rağmmen derin anlamları olduğuna inandığım sahneler, ve gerçekten o devrin teknolojisinin ötesinde görsel bir şölen. işte kubrick'i de ondan sevdim.
Bir öğleden sonra dersler boştu. Bir de nöbetçi hoca göndermişler, biz bahçeye çıkıp maç yapmak istiyoruz ama hoca iplemiyor. Neyse hocam bari bir film izleyelim dedik. Hoca dindar biri. Ben dedim çünkü o ara okul birincilikleri filan geliyor ve benim de dindar bir aileden geldiğimi bu hoca biliyor. Yani biraz da sevilen, örnek gösterilen bir tipim. Neyse hoca mırın kırın ettikten sonra tamam dedi. Ne izleyelim diye düşünürken ben telefondan bu kubrick başka bilim kurgu çekmiş mi dye baktım direk de a clockwork orange'ı görüdm. işte açtık film başladı. Ama filmin başlangıcı zaten herkesi susturdu. O başta bir heykeller varya işte o heykelleri gördüğümüz anda sınıf bir sustu. Adeta bir şok dalgası yayıldı. Neyse aradan çok kısa bir süre geçti, biz hocanın filmi durdurmasını beklerken hoca devam ettirdi.
Bu sıradan arka dörtlü varya hani onlar gülmeye başladı. Ben telefondan acaba ilerde neler olacak diye baktım ve o tecavüz sahnelerini vs. gördüm. Benim kafa bir an gitti. O an hocayla bir gözgöze geldik. Bana bakışını gördükten sonra içimden ulan bu adam bu filmi beş dakka daha sabredip oynatırsa heykel sahnesine verdiği tepkiden sonra tecavüz sahneleri geldiğinde bana kesin uzaklaştırma verdirir. Bu sırada arka sıradaki hafif kahkahalar yavaş yavaş öne gelmeye başladı. Ama azalarak geliyor. Neden? Çünkü öne doğru geldikçe hocayla göz göze gelme ihtimali artıyor. Moruğu dövme sahnelerinde neyse ki ortam biraz rahatladı. Neyse hoca zaten o threesome sahneleri gelmeden ilk tecavüz sahnesinde filmi kapattırdı. Bana da bir şey olmadı.
işin en ilginç yanı moruğu dövme sahnelerinde rahatlamış olmamız. O sahnelerin filmin huzur adacığına dönüşmesi.
"beğenmedim, zevkime uymuyor" ile "abartılmış bir balondur, bok gibidir" demek arasında ne gibi bir fark olduğunu öğrenmeden önce izlenmemesi gereken filmdir.
Kubrick'in sanayi devrimi sonrası ingiliz toplumundaki bozulmaları anlatan harika bir kült filmidir. Çok rahatsız edici sahneleri olsa da izlenesi filmdir.
bir stanley kubrick harikası. ilk defa dün izledim ve dürüst olmam gerekirse biraz önyargılıydım. bu önyargımın sebebi ise filmle ilgili bazı mecralarda okuduğum olumsuz eleştirilerdi. çok uç eleştirileri aynı anda bünyesinde barındırıyor bu film. kimileri filmi överek göklere çıkarırken kimileri de yerin dibine sokuyordu. işte bu durumdan dolayı biraz tereddüt ettim. fakat film bittikten sonra ''kardeşlerim'' size şunu söylemeliyim ki hayatımda izlediğim en kaliteli filmler arasında ilk beşe oynayacağından eminim. bir film eleştirmeni olmadığım için entelektüel bir yorum yapamam belki ama sanatsallığın zirvede olduğu bir film olduğunu söyleyebilirim a clockwork orange için. izlemeyenler, önyargılarını bir kenara bırakıp şans vermeli. kesinlikle herkesin görmesi gerek.
Stanley Kubrick, bu filmin çekimleri sırasında, başrol oyuncusu Malcolm McDowell ile yakın bir arkadaşlık kurmasına rağmen film bittikten sonra onunla bir daha asla görüşmemiş. bu nedenle çekimlerde çekilen şu fotoğraf çok değerlidir;
içinde nadsat denilen uydurulmuş, ingilizceye uyarlanmış fakat rusça kökenli kendine has argo bir dilde kelimeler bulunur.
distopik alaycılığın en neşeye şarkı şeklidir.
ve 1959 yılında beyin tümörü tanısıyla doktorların bir yıldan az ömür biçtiği ingiliz romancı, besteci, eleştirmen Anthony Burgess'in; karısı Lynne'in ölümünden sonra geçimini sağlaması için, bir öfkeyle masaya oturup 12 ay içinde yazdığı 5-6 romandan biridir. (Daha sonra teşhisin yanlış olduğu anlaşılır)
bu kitabın yazarı ölümcül bi hastalığa yakalanmıştır. ailesine bakmak için kitaplarını yazmaya devam eder, öldükten sonra teliften para kazansınlar diye fakat bi sorun vardır; adam o zamanlar ünlü bi yazar değildir.
kaderin cilvesi adam ünlü olur, kitaplar çok satar ama adam ölmez.
kaderin üstünde bir kadeeer vardır derlerdi de inanmazdınız ne oldu sözlük ahalisi.
devletin/düzenin bireylere birer makine gözüyle yaklaşmasını ele alırken sık sık nazi göndermesi yapan bu film ikiyüzlülük nedir? nasıl yapılır? sorularının cevabı niteliğindedir.
bireyleri evcillestirirken onları daha ahlaklı kıldıklarına inanmaları ve rehabilite ettikleri kişiyi de kendi çıkarları dogrultusunda kullanmaları gibi çelişkilerine karşın kendini siddetle var etme eğilimine giren alex'e bakışımı değiştirip keşke at hırsızı olarak yaşamaya devam etseymiş dedirtti.
neyse efendim ara ara durdurup kafayı dağıttıktan sonra devamını getirip bitirebildigim bu film söylendiği gibi rahatsız edici değil can sıkıcıdır .
izlemek icin acele etmeyin ya da edin bilemiyorum.
Bu ve 1984 romanını aynı potada eritsydik, şu andaki türkiye'nin halini daha net anlayabilirdik sanırım.
Hınç dolu bir ahlakçı kitle ve linç kültürü, düzene uymayan davranışların kontrol altına alınması, alınmazsa çeşitli denetim mekânizmalarının bunları hemen keşfetmesi, linççilerin toplumun ahlakını "sağlaması", mikro ve makro düzeyde yazıp-çizdiğimiz her şey, önemli şifrelerimizin kaydedilmesi, şebekeler. Hepimiz potansiyel suçlu ve teşhirciyiz. Özgür düşüncenin ifadesi ne yazık ki şu anda imkansız.
“malcom”üstadın o adi şerefsiz piç suratı ile etrafa gülücükler saçması,dekor ışık planlar,sahneler kısaca flm bir bütün olarak tek kelime ile şaheser niteliğinde.dönemin british kafasını sosyal yaşamını gençliğini ve sistemi oldukça objektif yansıtan filmde esas adam kübrik’i de saygı ile anmak gerekir.