aşkın ateşle imtihanı

entry1 galeri0
    1.
  1. size aşkın ateşle imtihanını anlatacağım.

    anlatacaklarım gerçektir.

    gölgesine yaslanarak ayakta durmaya çalışan yenilmiş, daha önemlisi yenilgiyi kabul etmiş bir genç, tüm hayallerini hiçe sayarak her şeyden vazgeçer ve onsuzluğa hapseder kendini.
    tutkusu haline gelen düşleri kalmıştır geriye ve onlarında yitip gitmesinden ölesiye korkmaktadır.
    kara kalem çalışmıştır yıllarca.
    o yaşına kadar, hayat onun için bembeyaz bir sayfadır ve yaşayan insan o bembeyaz sayfaya keskin bir siyahla hayatını işleyen tek gerçek canlıdır.
    fakat ızdırap siyah ve beyazın kesin zıtlığında gri olur, akar.
    akan grilerin iç acıtan matlığında birşeyler kanamaya başlar ve kırmızı doğar, kan kokan koyu kırmızı.
    kırmızı düş tualine yansır yansımaz, renkler dökülmeye başlar düş perdesinin gri bulutlarından.
    her renk kendi kaosu içinde başka bir renkle birleşmek, tek olmak ister ama karıştıkça matlaşır, yokolur ya da bambaşka bir rengin bambaşka bir tonuna dönüşür.
    düşlerine de bulaşmıştır ayrılığın, bir olamamanın, yarım kalmanın, savrulmanın, başkalaşmanın hüznü.
    her renk o yitişin ızdırabıyla başka bir anıyı temsil etmeye başlar.
    siyahlar, kapkaranlık bir derinliğin içine saklanmış pırıl pırıl ışık hüzmeleridir. onun gözleri gibi ruhunun beyaza çalan karanlığını temsil etmektedir artık.
    beyazlar, aydınlığın doğduğu karanlığın etrafını saran ve varoluşu adeta keskinleştiren göz çukurları gibi acısını emen kara delikler olmuştur.
    kırmızılar, terli, dağınık, o kokan bir yataktır ve içindeki tüm arzuları, şehveti, adeta erkekliğini soğurmaktadır.
    yeşiller, maviler, morlar, kahverengiler, turuncular, sarılar, tüm diğer renkler onun varlığını saran, kuşatan tendir adeta.
    eline fırçayı her aldığında tuale farklı bir o ve ben hikayesi resmetmektedir.
    çizdiği ırmaklardan o akmaktadır şırıl, şırıl.
    dağların doruklarında esen rüzgar onun nefesidir.
    ağaç olur, güneş olur, kor alev olur, sıcacık bir yuva olur, sopsoğuk bir in olur, kızgın bir göz olur, kırgın bir kalp olur, gülen bir yüz olur, saran bir el olur, arzulayan bir ten olur, şehvetle titreyen dudak olur.
    kısrakların terli yelelerinde şehvet olur, boğaların kızıla çalan gözlerinde arzu...
    her resim tualde ayrı bir anıyı deşer, ayrı bir yarayı kanatır.
    tualler tualleri izler.
    renkler kokmaya, konuşmaya başlar bir zaman sonra.
    ellerini, gözlerini, kulaklarını alamaz tual dolu loş ve sessiz odalardan.
    bir sabah acı dayanılmaz hale gelmiştir.
    gören, dokunan, koklayan ama hep yanlızlığa açılan bu renk yolculuklarının ona açılan, onsuz limanlarından renkler dökülmeye başlar.
    acı içinde tuallerini kapattığı örtüleri tek tek kaldırmaya başlar.
    renklerin ayakları altına, ruhunun diz çökmüş pişmanlığına akışıyla ürperir.
    maviler, yeşiller, kırmızılar, morlar çağlaya çağalaya ruhu gibi ayaklar altında karanlık gözler gibi açılan dehlizlere akıp, artlarında kapkara eller, ellerin içinde kıvranan kara yaratıklar bırakmaktadırlar.
    yerden bir örtü alıp kendi hüzün dolu tualini, bedenini korku kokan ıslak bir yatağa atar ve karanlığını yoklayan vahşi, kirli ve karanlık ellerle boğuşur.
    onu istemektedir, onu çağırmaktadır, onu sevmektedir, onsuz tükenmektedir.
    sessiz çığlıklar atar, nefessiz soluklar alır, ıslanmamış yanaklarından akan kupkuru gözyaşları ile, bedenine bulaşan karanlığı akıtmaya çalışır.
    birden birşey alev alır zihninde, tanıdık bir koku yayılır zihninin arayış içindeki koridorlarına.
    kokuyu takip eder bilinçsizliğe kayan bilinci ile.
    aşina olduğu bir koku, ellerine, gözlerine, hayatta benim diyebildiği tek şey haline gelen resimlerine sinmiş bir koku.
    bilincini açan bu koku bilinç kapayan tiner kokusudur ve alevlerin kaynağı o kokudur.
    gözlerini açtığında günlerdir soğuğa aldırmayan bedeninin alevlere aç olduğunu, korlaşmış bir sıcaklığa özlem duyduğunu hisseder.
    aklı ve kalbi kadar virane bir bekar evinin, hüzün ve nem kokan salonuna kurulmuş pas içinde bir soba canlanıverir adeta.
    aç gözlerle ona bakmakta ve titreyen bedenini sarmak için ayaklarını gıcırdata gıcırdata ona doğru yaklaşmaktadır ya da o şuursuzluğunun gerisine çekilmiş bilinmeyen bir şuurla sobaya doğru çekilmektedir.
    bedeni sobaya doğru çekilirken burnu titreşmeye, nem kokan boş odayı her yönden koklamaya başlar.
    boşluğa seselnir ansızın:
    -biraz ısınmak iyi gelecek, evet, yakacak birşeyler bulup bu acıyı tutuşturmalıyım, acım ısınırken dinecektir elbet.

    gözlerinde başka bir kıvılcım, geriye döner ve tualini, boylarını, tinerini depoladığı holün karanlığında açılmış bir mezar gibi karanlık karanlık onu arzulayan odaya doğru acısını adımlamaya başlar.
    odaya girer girmez plastik tiner bidonu hoşgeldin diyen bir eda ile karşılar onu.
    sanki ona olan ihtiyacını anlatmak zorundadır:
    -ben de seni arıyordum, son arayışım sen ol istemezdim ama ısınmak için, acımı korlaştırıp yakmak için, tualimden sızan renklerin arasına akıtmak için sana ihtiyacım var.

    bidonun kapağını açar ve derin bir nefes çeker.
    o an zihninde bir görüntü canlanıverir.
    evinin alev almış koridorlarında ondan kaçan bir bedensiz vardır.
    çığlık çğlığa kendini dışarı atar.
    onsuz ben yaşayamam, ne olur kurtarın onu, sadece ısınmak istemişti, çok soğuktu, çok üşümüştü ve kafası çok karışıktı, bir de ben yoktum, yıllardır beni arıyordu oda oda, tual tual, renk renk, yorgundu evet ve her şey bir anda ama istemeden oldu, tutuşuverdi hava, tutuşuverdi nefesi, tutuşuverdi arzu dolu gözleri, tutuşuverdi bulanık zihni, tutuştu ve bana uzana uzana korlaştı bedeni, önce ben, sonra tiner, en sonunda da yanmış et koktu, ne olur, belki yaşıyordur, kurtarın onu.

    bu görüntü son kararsızlık emaresinide bakışlarından, zihin perdesinin gerisinden siliverir.

    sobanın olduğu odaya bir elinde tiner bidonu, diğer elinde biraz önce parçaladığı kara bir el dışında birşey olmadığına kanaat getirdiği tualin kırık parçaları vardır.
    zihni ve arzuları ise cebindeki çakmağa kilitlenmiştir.
    sobaya ilk önce bir zamanlar hayallerini yansıtan, parçaların arasından uzanan karanlık parmaklarla kanını donduran buz gibi tual parçalarını atar.
    sonra çakmağı çıkartır ve tutuşturur kıvranan elin soğuk bedenini saran kumaşı ve onu esir almış tahtaları.
    bir süre, alevlerin güçlenen, soğuk havayı ısıtan, boşluğu yalayan rengarenk manzarasını huşu içinde seyreder, sonra elindeki tiner bidonuna bakar ve kafasını kaldırıp, yıllar önce tütmüş bir sobanın isi ile grileşmiş boş tavanda nabız gibi atan onun silüetine bakar. bakışları önce hüzün, sonra umutsuzluk, daha sonra teslimiyet, en sonunda da yaşayan hiçbir canlının anlam veremeyeceği karanlık bir arzu ile tavanda kayar durur.vakit gelmiştir.
    kaza süsü verilmiş, acının ardına sefaşet tonunda gizlenmiş bir intiharındır artık sahne.
    ve perde:
    önce eli titreye titreye tiner bidonunun kapağını yoklar.
    içinde huzuru saklayan bir kasanın paslanmış kildini çevirir gibi çevirir kapağı.
    kapak açıldığında tüm kokular kaçışmaya başlar ve tek bir koku, her şeyi incelten o keskin koku sarar zihnini.
    bir anda sağ ayağı kayıverir, kaymak zorundadır çünkü bu bir kazadır, hiçbir şey eksik olmamalı, her şey bir tuale resmedilmişcesine kusursuz ve şüpheye yer bırakmayacak netlikte olmalıdır.
    birden sağ kolunun kontrolünü kaybeder, geride her yanını saran kontrol bilincinin sırıtışı eşliğinde.
    tiner, kaynağına dökülen bir şelale gibi nemli odanın hayattan uzak coğrafyasında yite yite sobaya doğru akmaya başlar.
    ilkönce soba soluksuz kalır ve alevler nefessiz kalan sobanın midesinde sönüverir, sonra aniden hava yanmaya başlar.
    bir alev yolu açılmıştır soba ile bedenini ateşe sunan talihsiz kahramanımız arasında.
    önce nefesi, sonra gözleri, saçları, kaşları, kirpikleri, yanakları tutuşur.
    kısa bir süre huzur içinde alevlere sessizce teslim eder bedenini.
    sonra o gelmeyen, o konuşmayan ama hiç gitmeyen, hiç susmayan çıka gelir ve ne olur yapma diye haykırır zihninin derinliklerinde.
    biraz önceki teslimiyet, derin bir pişmanlığa ve zihnindeki sesin acısına konsantre olmuş bir çabaya, kahramanlığa dönüşür.
    elleri ile önce erimeye başlamış gözlerini, çoktan tükenmiş kaşlarını, kirpiklerini, artık bütün bir çıkıntı halinde yüzünün ortasında kaybolmaya başlamış burnunu, beynini kavurmaya hazırlanan alev alev saçlarını söndürür.
    yüzünün geri kalanına geldiğinde elleri yanaklarına yapışmaya, çektiği zaman yapış yapış derisi ile yüzü ellerinde yırtılmaya başlamıştır.
    acıyı maskeleyen ve ruhuna huzur veren o ses hala kulaklarında yol almakta ve içini yaşam sevinci ile doldurmaktadır.
    tek gözünü açamasada, yarısı yapışmış sol gözünün gördüğü manzara henüz kurtuluşu düşünmek için çok erken olduğunu anlatır. perdeler, sehpa, halı, tv sehpası, cd kulesi, kitapları cayır cayır yanmaktadır.
    kapıyla arasında kalan yolu kapatan devrilmiş bir sandalye ve altından üstüne doğru atlayan alevlerle halı, odadan çıkmasını engellemektedir.
    kendini kazağını tutuşturacak perdelere doğru atar ve halıyı yanık içindeki elleri ile üstündeki onca eşya ve koltukların ağırlığına rağmen tek hamlede havaya kaldırır ve kapıya doğru savurur. alevler bir anlığına önündeki alanda kaybolmuştur.
    o alanı hızla kateder ve alevlerden uzak duvara tutuşan kazağını söndürmek için bedenini savurur. sırtında korkunç bir acı patlar ama alevin dili artık sırtını yalamamaktadır.
    hala evden çıkma arzusu içinde değildir. resimlerini düşünmekte ve artık onların kara ellerden ibaret olmadığını anlamaktadır.
    mutfakta duran iki dolu damacanıyı kaptığı gibi odaya koşar ve cayır cayır yanan eşyaların içine dalarak alevleri söndürür.
    pencereleri camlarını kırarak açar ve içeriye dolan hava eşliğinde kapkara bir dünyanın ağır ağır aydınlanmaya başladığını ve artık nefes alamadığını ya da alamamak üzere olduğunu farkeder.
    kendini kapının önüne attığında bir kaç dakika süren bu korkunç imtihanı yeni afrketmiş bir kaç komşunun şaşkın ve korku dolu bakışlarının ardında ilerleyerek uzaklaşır ve caddedeki özel hastaneye kadar sadece o sesi ve neden o ana kadar beklediğini düşünerek gider.
    sonra mı?
    sonra işte burdayım.
    sonra aradan yıllar geçti.
    sonra o ses hiç susmadı ve ben o sesi duymaktan hiç bıkmadım.
    sonra ben bu imtihana aşkın ateşle imtihanı adını verdim.
    sonra içime hapsettim.
    sonra yaralarım kapanırken o da içimde bir yerlerde kapanıverdi.
    sonra işte burdayız.
    o benim satırlarımda, ben onun satır aralarındayım.
    peki o nerede, her şeyin gerçeği, sebebi, adı, o nerede?
    ben de bilmiyorum.
    bildiğim tek şey hala sesi kulaklarımda yankılanıyor ve ne olur yapma diyor.
    yapma, beni unutma diyor.
    yapma, beni hatırlama diyor.
    her an başka bir rengi ile hayatın, zihin tualime yokluğunu resmediyor.
    ve ben biten her tuali zihnimden sıyırıp içimdeki hayaletin karşısına koyuyorum.
    o bakıyor, o susuyor, o konuşmuyor.
    ben soramıyorum ve tualin renkleri tekrar akmaya başlıyor, tekrar alevleniyor gözlerim, kaşlarım, kirpiklerim, saçlarım, yanaklarım, acım.
    acım alev alev kelimelere çarpa çarpa, gerçeğin satır aralarında küllenen bir hayal oluyor.
    bu hikaye bir yangının ortasında son buluyor.
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük