benim yüreğimin tarihe gömdüğü sanrı, kimilerinin gerçeği, bazılarının vazgeçilmezi. tuttun elini, öptün yanağından, akan makyajını sildin, gözlerine bakarak sustun, telefonla konuşurken uyuyakaldın felan bitti mi? yanındaydın, ayrıldın ve sonra uzaklaşırken dönüp baktığında göz göze geldin, bu mu aşk? haa duyamıyorum, ses gelmiyor?
hava durumuna baktım, yağmur yağmayacakmış, işi çıkmış gelmeyecekmiş, hüzünlü ağırbaşlılıklar koydum ömrüme; aynada kendime baktım, bir hayal belki yüreğimle bir masal çizdiğime inanmayaya çalıştım, gerçeğimi söyledim, sanki bir cellat mezarıydım, kitabesiz gömüldüm sol tarafına...
birkaç saniye bile parmaklarını parmaklarına dolayamadın belki, hep uzak durdu yanağındaki tüyleri bile özledin kimbilir, gönlünü hayra şere kapatıp ona açtın, eve döndüğünde yorgun gözlerle fotoğrafına baktın uzun uzun biteviye, aklın durdu, dokunacak bir yüz, el, dudak, yanak ya da bir suret yoktu, sen her gün yeniden çizdin, konuşmadı, gülmedi, hep donuk bir ifadeyle bakmaya devam etti, boğazın düğümlendi, yeniden çözdün düğümleri, kalbini yokladın, yerindeydi, severim ölene kadar dedin, o sevmese, o dokunmasa, o özlemese, o şuracıkta olmasa da, beklerim dedin, o beklemese, benim ayaklarımın altı şişerken ayakkabısını giymeye üşense de, durmadım, yüreğimi saçlarının topuzu gibi eğse de, durmadım, yılmadım, neden diye sormadım, her yokluğunu yaşadım, her tutarsızlığını yutkundum, bir kitabın arasında kurumuş gül gibi sakladım, ürktüm incitmekten, dokunmaya korktum, aşkı dokunmaksa hiç sanmadım. dokunmadan sevdim, direndim, direndim, kendime yeni dokunmalar yarattım.
sonra adını yazdım avucuma, ellerimi ellerime kenetledim, dokunmadan, dokuya dokuya sevdim, senin dokunmanı beklemeden, yüreğinde çok hakkım yoksa yüreğimde çok hakkın, hatıralarından ve hasretinden bir gökkuşağı var...