gözlerine bakarak söyleme imkanının olmadığı zamanları, hatta ve hatta hayatında olmadığı, gayrı olmayacağı vakitleri de kuşatan hüzünlerin vücut bulmuş hali. Hep dikkatimi çekerdi fakat ne olduğuna dair kafa yormazdım. Gülüşüne, dudaklarına, saçlarına, konuşmasına yoğunlaşırdım. Sonra bunlar acıdı, tatsızlaştı. Fotoğraflarda hüzünlü yüzüne bakmaya başladım uzun uzun. O yoktu. Simasındaki hüznü sevdiğimi fark ettim. Bakıyordum resmine geceleri, hüzün ona öylesine yakışıyordu ki öyle seviyordum ki alnındaki çizgileri ona bakarken uyuyakalıyordum. Ben onun yokluğunda en çok yüzündeki hüznü seviyordum, ona sarılıyordum, onunla konuşuyordum. Huzur veriyordu. Zamansız ve anlamsız gidişine olan kızgınlığımı ve kırgınlığımı o hüzünlü yüzde unutuyordum. Bazen çok donuk ve elemli bakıyordu. Fakat yüzündeki o tatlı hüzün hiç kaybolmuyordu. Artık Ben onun eksilen hüzünlerini özlüyorum...
gece gece gözünden özüne bir yolculuk. hatırı olmayan yıllara sığan bir hüzünlü yüz var şimdi aklımda. bu saatten sonra kim bilecek onun yüzündeki hüzün bende kaybolmayan yazın. emanet kuşlar uçurdum gidişine, son utangaç bakışında avucuma düşen güzün. öyle yakışıyordu ki hüzün, gözlerinde sonbahar olup üşümek, ıslanmak, yalnız başına yürüyüp bir bankta oturmak gibiydi...