Winning eleven yani o zamanların tabiriyle gostrom oynamak tekken 3 ile jetonlar harcamak misketler gazoz kapaklari oyuncu kartları tasolar hey gidi günler hey bu cümleleri sarfedecek kadar büyüdük mü yaaa...
Samimi, doğal, gerçek bir çocukluk geçiren son nesil olmaktır. Yokluğun ne oldugunu bilen, yeni ayakkabı almak için üst üste birkaç kez bir dahaki ayı bekleyen, şapşik çocuklardır. Koltuk minderlerinden yapılan evlerin altında ezilir, salçalı ekmeklerle kapı önüne pikniğe çıkar, çamurdan köfte yapar, evde civciv besleyip çoğu zaman ölümlerine sebep olurduk...
sitede ya da mahallede nerede oturuyorduysanız oradaki arkadaşlarınızla çete şeklinde dolaşma olayı. bisikletle, patenle ya da bir dönemin popisi scooter ile.
mesela bizim sitede 2 tane yokuş vardı. biri normaldi, diğeri çok dikti. çok araba da olmazdı ama yokuşun hemen ucunda yol hemen sola kıvrılıyordu.
oradan patenle kaymıştım. kayarken dizleri kırıp hafif çömelir pozisyona gelmelisin ki rüzgar hızını kesmesin, jilet gibi inebil aşağı. tabii ben de öyle yaptım. fakat keşke yapmasaydım. sola dönmem lazım diye düşünüp kendimi yönlendirmeye çalıştığımı hatırlıyorum. sonrası karanlık.
patenle arama mesafe koymama sebep olmuş elim bir olaydır kendisi.
ansızın akla gelendir.
durumu olmayıp okumadım diyecekler ve özet geç piç diyecekler şimdiden bıraksın okumayı.
kalanlar için bir günü anlatmaya çalışayım mesela.
sabah kalkınca telefona bakma mecburiyetin yoktu. kim mesaj atmı? ayça kimleri beğenmiş? deniz kaçta onlineymiş derdin yoktu. anneler o günde aynı olan nadir şeylerdendir.* '' kalk oğlum okula geç kalacaksın''.
güzel bir kahvaltı ve akşamdan hazır olan okul çantası alınır önlük giyilir ve evden çıkılırdı.
hele ki 2 ya da 3 arkadaşın varsa aynı sokaktan onlarla gidilirdi okula.
servis neymiş ki? okul yolu o sohbetle, hayallerle belki dün akşamdan izlenmiş filmi heyecanla birbirine anlatırken olduğu kadar hızlı mı gidermiş. peh.
zil çalınır andımızla beraber sınıflara girilirdi.
öğretmenlere ve öğrenci arkadaşlara saygılı olmaktı bize düşen.
nasıl olmasın ki? daha kaydolurken '' eti senin kemiği benim'' sözleriyle yazılmıştık okula ama iyi ki de öyleydi.
tenefüs oldu mu kim tutacaktı seni? merdivenler beşer beşer inilir bahçeye koşulurdu. ne olsa son gelen ebe olacaktı yakalamacılık ya da saklambaçta.
belki de kol kola girilip '' önümüze gelene bir tekme'' sözleriyle yaramazlıkla yapacaktık.
hele ki ortaokuldaysan belki de sevdiğine not gönderecektin küçük kağıtta ve en güvendiğin arkadaşınla.
bilirdin ki arkadaşın ihanet etmez o notu okumaz direkt sahibine ulaştırırdı. şanslıysan sana cevabını getirirdi.
tenefüs bile güzeldi o zamanlar. sana da selam olsun hoşlandığım, notlaştığım sevim.*
son dersin zili çaldığı zaman senin günün daha yeni başlardı.
çantayı eve götürmezdin bile. hemen takımlar kurulur sokakta başlardı maç. bazen de zengin çocuğu bir arkadaşın tetrisiyle oynamak için sıraya girilirdi. ''olum benim rekorumu geçemezsin'' der ve geçmesinler diye de dua ederdin.
sevilen bir mahalle büyüğünün yolu gözlenirdi bazen, fruko ısmarlasa da içsek diye.
en çok misketi olan en çok arkadaşa sahip olurdu. hele ki bir de tutbol topu varsa.* kralıydı mahallenin.
tusubasa ismi onundu maç yaparken. çıkar menfaat ilişkisi bile bu kadar masumdu.
ev yakınsa balkondan sesini duyardın annenin '' yemek hazır. baban gelecek şimdi eve gel.''
ya da küçük kardeşin gelip çağırırdı seni. mesaj da neymiş?
vedalaşırdın arkadaşlarla '' olum akşam kara şimşeğin tekrarı var lan'' diyerek güncel tv bilgin olduğunu da belirtirdin.
boru mu lan! karaşimşek bu. haberi ben verdim eğer izlerse yarın tetris sırasını bana verebilirlerdi.* bencilliğinde en saf hali buydu galiba. oysa '' ben oynasam mı'' dese kıramayacaktın bile.
eve girilirdi el yüz yıkanır sofraya oturulurdu.
yemek yenir ve kitap defter çıkardı. zorlandığın bir soru mu var? ya da araştırılıması gereken? google mi? kimin umrunda.
ansiklopedi setin varsa kraldın yine.* yoksa yan komşunun kızı neslihan'da vardı. ya da kafa dengin tarık'ta.
akşam ne dizisi izlesek? behlül yengesine kayacak mı? lise de okuyan bilmem kim çocuğun evine taşınacak mı? babası ne diyecek? bize neydi... akşam misafirliğe gidilecekti.
yapılamayan ödev orada bitirilip salonda ya da odası varsa orada arkadaşınla oyunlar oynayacaktın.
pc mi? o da ne.*kızma biraderi vardı arkadaşının. ya da futbolcu kartları. belki de misketleri vardı.
arkadaşının burnu çizilse farkederdin çünkü yüzüne bakardın oynarken. saçları diken diken, yüzünde çil olurdu. ve sen bütün ayrıntıları bilirdin ve hala bile hatırlardın. çünkü yüzüne bakardın arkadaşının.
''lan selim'in babası bisiklet alacakmış karne hediyesi haberin var mı?'' diyerek selim adına mutlu olurdun. azıcık kıskanırdın ama yine de mutlu olurdun. belki biz de öğrenir süreriz diye düşünürdün.
''haydi gidiyoruz'' sözü geldi mi yıkılırdın. hayal kırıklığı bile bu kadardı o zamanlar.
arkadaşla vedalaşılır, sanki yarın tekrar görmeyecekmişsin gibi hüzünlenir özlemeye başlardın. keşke bütün özlemler o kadar sürseydi.
eve doğru yola çıkılırdı. ev de genelde yan apartmandı.*
yatağa girilir, günün kritiği yapılır ve kendi kendine '' benim bisikletim olur mu acaba'' diye düşünülürdü sessiz ve içten.
gözler kapanırdı anne öpücüğüyle.
sabah yine aynı ses.
'' kalk oğlum okula geç kalacaksın''.
bir mutlu güne daha uyanırdın doksanlarda.....
Yaşamayan bilemez denilen durum. Asla. Biz ne kırlarda gezdik. Ne cine 5 lerde Afedersin am görürüz diye bekledik. Şimdilerde böyle bir dert yok. Aç google görsellerde her türlüsü var.
Treni son vagonda yakalamaktır. Milenyum çocukları ne yazık ki o treni kaçırdılar. Ve, bir daha geri gelmeyecek o tren. Sokakta oynamak, düşmek, kalkmak, topumuzun kaçtığı balkonun sahibinin topumuzla beraber elimize koskoca bir içi patlıcan kızartmalı ekmek tutuşturması vs. Bunlardı işte 90'larda çocukluk. iyi ki yakalamışım o treni son vagonda...
Abimle gecenin bir yarısı kaldırımda bekleyen travestinin gözüne lazer isigi tutmak ve travestinin bizim cama doğru dönüp bize şeyini acip sallamasi... https://galeri.uludagsozluk.com/r/1311451/+