Bu nida, günde beş vakit, minarelerimizde yankılanırken, Rabbimizi tasdike, Ona itaat ve ibadete çağırıyor müminleri. Dünya meşgalesinden uyan! Kulluğun gereği olan namaz için kıyama dur! diyor ve zamanın kalbini tutuyor, islamın gür sedası. Kendisine icabet edenin elinden tutuyor; bireyden topluma, ümitsizlikten umuda götürüyor bu çağrı.
Kardeşlerim!
Rahmet Elçisi (s.a.s), vazifesini tamamladıktan sonra, ardında sevgisini bırakarak vefat etmişti. Doyamamıştı ona ashâbı. Bunlardan birisi de Kutlu Nebinin, müezzinlerin efendisi övgüsüne mazhar olmuş Habeşli Bilâldi. Üzüntüsünden duramamıştı Bilâl Medinede. Resûlullahtan sonra ezan okumayacağım/okuyamayacağım. diyerek uzaklaştı peygamber diyarından. Ancak iliklerine kadar işleyen peygamber sevgisi ve muhabbeti onu tekrar Medineye getirdi. Geldiğinde sabah namazı vakti girmek üzereydi. Doğrudan Ravzaya, Resûlullahın huzuruna gitti. Ağladı ve yüreğindeki hasreti gözyaşlarıyla dindirmeye çalıştı. Derken Efendimizin torunları Hasan ve Hüseyin çıkageldiler. Dedelerinin hatırasını yâd etmek üzere Bilalden ezan okumasını istediler. Kabul etti Bilâl ve peygamber zamanında olduğu gibi mescidin damına çıkıp, Allahu ekber dedi. Bilalin Resûlullah (s.a.s) zamanındaki bu nidasıyla Medinede yer yerinden oynadı. Bir tarih canlanıyordu. Bir şehir ağlıyordu. Hıçkırıklara boğulan Medine, o gün Allah Resûlünün vefatından sonra en hüzünlü günlerinden birini yaşıyordu.[1]
Kardeşlerim!
Bu olay, biz müminler açısından ezanın içeriğini, anlamını ve mesajını ortaya koymaktadır. Ezan her okunduğunda ve her okunduğu yerde; ilk gün okunduğu gibi, o gün Bilâlin okuduğu gibi, büyük manalar, coşkular ve hatıralar yaşatır gönülden dinleyenlere ve anlayanlara.
Ezan, Habeşli Bilalin namaz için atan kalbinin dudaklarından dökülen sesidir. Ezan, tevhidin sembolü, islamın ses ve söze dökülüşüdür. Müslümanın kalbini, beynini, ruhunu ve bedenini harekete geçiren sesli dokunuştur ezan. Ezan, Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve Kuşkusuz ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kimdir?[2] buyrulan Kerim Kitabımızda taltif edilen en güzel çağrılardan biridir.
Kardeşlerim!
Ezan, doğum ile ölüm arasında boş bırakmaz insanı. Dünyaya gözlerini açan bebeklerin kulaklarına ezan okunur. Her mümin hayata merhaba dediğinde ezanla kendisine Rabbinin adı hatırlatılır ve adeta ilk manevi aşısı yapılır. Bu anlamda ezan, bütün manevî kirlerin, kötülüklerin ve sapkınlıkların hayatı boyunca o çocuktan uzak durması için yapılan bir duadır.
Ezan, islamın şiarlarından biridir. insanlar ezan okuma ve birinci safta yer almadaki sevabı bilselerdi, bunu yapmak için aralarında kura çekerlerdi.[3] sözüyle Efendimiz ezanın bu önemine işaret etmiştir.
Ezan, Ümmet-i Muhammedin simgesi ve ortak değerlerindendir. Ezan, dilleri, renkleri, ırkları ve bütün farklılıkları islam dilinde birleştirir. Bir kubbe altında omuz omuza bir ve beraber kılar müminleri. Çoğu zaman gündelik hayatın türlü meşgalelerine boğulan bizleri, Allahın huzurunda saf durmaya, diri olmaya çağırır; her daim yineler çağrısını:
Hayya alas-salâh, Hayya alal-felâh.
Kardeşlerim!
Ezan, aynı zamanda özgürlüğün sembolüdür, gür sedasıdır. Ezan, okunduğu beldenin özgürlüğünü, bağımsızlığını da haykırır. Bu yüzdendir ki merhum Mehmet Akif:
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli derken bu gerçeği dile getirmektedir.
Bununla birlikte gerçek özgürlük, imandadır. Gerçek hürriyet, Allaha kulluktadır. Gerçek özgürlük, fâni olanın esiri değil, hâkimi olabilmektir. işte ezan, dünya üzerindeki herkesi her daim, Âlemlerin Rabbine kulluğa ve hakiki özgürlüğe davettir.
Kardeşlerim!
Ne mutlu günde beş defa yapılan bu kutlu çağrıya rükû ile, secde ile icabet edebilenlere. Ne mutlu günde beş defa, Evet, Yâ Rabbi! Sadece seni yüceltiyoruz. Senden başka ilâh olmadığına, Muhammed Mustafâ (s.a.s)nın senin resûlün olduğuna, kurtuluş ve mutluluğun bu çağrıya uymakta olduğuna inanıyor ve şahitlik ediyoruz. diyebilenlere.