sanırım en büyük şansımız internet ve bilgisayarın şimdiki gibi hayatın bu denli içinde olmamasıydı.
sapanı beline koyup kuş avına gitmiş, arkadaşlarla bisiklet çetesi grup gecenin bir saatine kadar yaldır yaldır pedallamış, meyve ağaçlarının tepesinde sincap gibi dolaşıp dalından koparıp yemiş, lapa lapa kar yağarken okuldan gelip sobanın dibine kedi gibi kıvrılmış çocuklarız.
kibrit kağıdı, gazoz kapağı ve misketlerle oynanan oyunlar şimdiki kadar şatafatlı olmasa da içinde kendi emeğimiz, kendi yaratıcılığımız olduğundan fevkalade keyifliydi. kuralları siz koyardınız. şimdiki bilgisayar oyunlarındaki gibi başkalarının koymuş olduğu düzene uymak gibi bir zorunluluğunuz yoktu. arkadaşlar arasında anlaşılır, oyunun şekli belirlenir, oynanır, kazanan da kaybeden de mutlu olurdu.
mahallenin yaşça biraz büyükçe olan çocuğu hakem edasıyla bütün oyunlara müdahele eder, arayı bulurdu. bu kişiler idoldü bizim için. çünkü onların bir sürü misketi, bilyeli arabaları ve boylarının iki katı uçurtmaları vardı. hep onun gibi olmaya özenirdik.
bisikleti olan çocuklar kesme taş döşeli sokaklarda tıngır mıngır giderken bisikleti olmayan çocukları bir hüzün kaplardı. herkesin yoktu tabi bisikleti. o zamanlar öyle vitesli bisikletler falan da yoktu. yokuşa geldiğinizde üzerinden inip bmx tipi bisikletinizi yukarı kadar yanınızda iteklemek zorundaydınız.
o yılların en önemli olayları da seçimlerdi bizim için. lakin o zamanın çocuklarının siyasete meyilli olduğundan değildi bu ilgi. seçim arabalarından dağıtılan envai çeşit promosyon ürünü alabilmek çok eğlenceli gelirdi. bir de havai fişeğin olmadığı memleketimde helikopterlerden atılan propaganda kağıtları, havai fişek tadında olağanüstü bir görsel şölendi bizim için. ağzımız açık kağıtların yayılarak aşağıya inmesini izler, sonra en çok kim toplayacak diye yarış yapardık. ne kağıtta yazılan partiyi bilirdik ne de daha sonra kimin seçildiğini. hayat oyundan ibaretti.
bizim bahçeli müstakil bir evimiz vardı. her tarafı çiçeklerle dolu olan bahçemizde oynardık arkadaşlarla. bu bahçede kendi kendime tahtaları birleştirip helikopter yapmayı, plastik sepetin üserine birkaç tane poşet bağlayıp balon yapıp uçmayı bile hayal etmişliğim vardır*. o zamanlar apartmanda yaşamak isterdim hep. matah birşey sanırdım apartmanda yaşamayı. oysa ne güzelmiş öyle yaşamak. elden gidenlere üzülüyorum şimdi.
her akşam saatinde anneyle yalan rüzgarı ile şirinler kavgası yapmak. ikisi de aynı saatte yayınlanıyordu. ben şirinleri kaçırmamk için tvnin yanı başında otururken bir den çat diye yalan rüzgarını açardı annem nasıl kıl olurdum. babayla beraber balık tutmak. şeker kız candy deki artura aşık olmak ** artur ölünce 1 hafta yas tutmak. sanal bebeğinize bakamayıp öldüğünde hayal kırıklığına uğramak, evlat acısı gibi koymak. sefa kurmak yani evden getirilen yiyeceklerle sokak ortasında arkadaşlarla piknik yapmak. tarkanın unutmamalı şarkısını bağıra bağıra söylemek. çıkan yabancı şarkıları uydura uydura söylemek. tabi ki atari en büyük teknolojik icattı bizim için. marioyla adeta aşk yaşamak o prensesi kendin sanmak falan. cine 5 teki şifreyi çözmek için aynaya sprey sıkıp denemk ( bir çoğumuz yapmıştır) gece 11 den sonra show tv de ki elm sokağı kabus kabusu filmlerini beklemek. parlament gece sinemasını izlerken uyuyakalmak. lunaparka gitmek için yalvarmak. gece yarılarına kadar ip atlamak. ezan okunduğunda babanın camdan çıkıp çağırması. baba duymadım azıcık daha diye yalvarmak. *
tolga gariboğlunu dünyanın en yakışıklı erkeği sanmaktır, sertab erenerin gidelim parka şarkısıyla dans etmektir, haftasonu sabahları erkenden uyanıp çizgi film izlemektir, okuma yazmayı fişlerle öğrenmektir, pazar akşamları banyo ve bizimkiler dizisi izledikten sonra yatma programını uygulamaktır.
alışveriş merkezlerinde değil piknik alanlarında geçirilen haftasonlarının neslidir.
emzikli şekerlerden tutunda, leblebi tozlarına kadar tüm bakkal uydurmalarını tatmışlardır, adile naşit'in kuzucukları olmuşlardır, 21:30 da trt'de iyi uykular çocuklar yazısını gören ebeveynler tarafından hadi yatağa diyerek kışkışlanmışlardır.
cep telefonlarını ilk gördüklerinde şaşırmışlardır. hem yokluğu hem varlığı tadacaklardır.
-yılbaşı gecesi tv'ye kırmızı takım elbisesiyle çıkan metin milliyi noel baba sanmaktır. *
-Mercedes O303 marka otobüsle tatile giderken kusulan siyah poşet kokusudur.
-Aşkın Nur Yengi'nin Nazlanma şarkısındaki gibi şişeden ses çıkarmaya çalışmaktır.
-Zeki Müren'in "Biz Ayrılamayız" şarkısını yıllarca "Sabile" olarak bilmektir.
80 lerin sonunda 90 ların basında cocuk olmak,cocukluğunu yasamıs olmak demek.o yıllar hatırlanınca cocukluğun nasıl dolu dolu gectiğini anımsayıp,tekrar tekrar o günlere özlem duymak demek.o zamanlar ne bilgisayar oyunları ne facebook ve türevleri tarzı seyler,cep telefonları yoktu ama iyiki de yoktu.bizleri hayattan koparan bu tarz seylerin hayatımızda olmaması o zamanlar ne büyük şans bizler için.izlediğimiz diziler bile farklıydı.alf,mavi ay,kara şimşek gibi.dısarda oynadığımız mile oyununu bile hala oynama hissi var içimde.kısacası yazmakla bitmez cok ama cok güzeldi.