*imam-ı gazalî hazretleri, günahları ve kötü fiilleri mühlikât (helak eden, felakete sürükleyen hususlar) olarak isimlendirirken, sevapları ve salih amelleri de münciyât (kurtaran, felaha götüren ameller) başlığı altında ele alır.
zâlimler kaybetmeye mahkumdur!..
*günümüzün hadiseleri imam gazalînin ifadesiyle değerlendirilecek olursa, zalimlerin mezalim, mesavî, huda ve intikam şeklindeki değişik kötülükleri, kendileri hakkında mühlikât, mazlumlar için ise münciyât sayılır. insan onunla inlerse, onunla oturur kalkarsa, dualarında mağdurları da beraber dillendirir ve ne ölçüde moral verecekse, onlara moral verirse, bir taraftan çekerken, diğer taraftan da kazanmış olur.
*tarih boyu hep çekenler ve çektirenler vardır. eğer çektirilenler, hak ve doğru yolda yürüyorlarsa, onlar kazanıyorlar, diğerleri de kaybediyorlardır; bütün tarih boyunca böyle olmuştur. zâlim hep kaybetmiştir; mazlum ise, şayet inanıyorsa, allahla irtibatı varsa, yüksek idealler uğrunda o mücadeleyi veriyorsa, hak hakikat adına dimdik duruyorsa ve bundan dolayı kendisine gelip gelip tosluyorlarsa, o mazlumiyet, o mağduriyet, o mahkûmiyet onun için bir kazanç vesilesi olagelmiştir.
*tarih boyunca pek çok peygamber gelmiş ve allahın mesajını getirmişlerdir. ne var ki, hemen hepsi kavimleri ya da bazı düşmanları tarafından reddedilmiş, alaya alınmış ve zulme maruz bırakılmışlardır.
peygamberlere de sefih*, kâhin, mecnun demişler, size haşhaşi demelerine aldırmayın!..
*hazreti nuh* nübüvvetle serfiraz* kılınmış; insanları, allaha kul olmaya davet etmiş ve gemi mucizesi gibi harikuladeliklerle teyid edilmişti ama kavmi ona, -hâşâ- sefih ve mecnun diyordu. size haşhaşi demişler, aldırmayın. çete demişler, aldırmayın. sülük demişler, aldırmayın. peygambere sefih demişler; bunak demektir bu.
*bazı edepsiz kimseler de insanlığın iftihar tablosuna hücûm etmiş ve ona saygısız sözler söylemişlerdir. âlemlerin şeref abidesi olan peygamber efendimize -hâşâ ve kellâ- şair, kâhin, sihirbaz, cahil gibi en çirkin isnatlarda bulunmuşlardır; estağfirullah, yüz bin defa estağfirullah.
*hazreti âdemden hazreti nuha, ondan rasûl-ü ekrem efendimize kadar insanlığın tarihine baktığınız zaman, göreceksiniz ki, adet-i ilahi hiç değişmeden devam edegelmiş. değişen nedir? şartlara göre senaryolar değişmiştir; zulüm ve ceza şekillerinde bir kısım farklılıklar olmuştur.
dağınıklığa düşmemeli!..
*realiteleri kabul etmek ve dağınıklığa düşmemek lazım. şimdi ne olacak? bunlarla güç ve kuvvetimizi dağıtırsak, esas mükellef olduğumuz hususları yerine getirme mevzuunda kullanacağımız enerji kalmaz; enerjimizi beyhude kullanmış oluruz. dağılmamak lazım. iki işi yapmaya çalışırken, üçüncü dördüncü bir meşguliyete kalkışırsak, bütün bütün dağılırız.
*böyle bir feşel* yaşamamak için en ehemmiyetli konular üzerinde yoğunlaşmak gerekmektedir. o da şudur: konjonktür bizi şöyle bir duruma itti. bu durumda biz, gaye-i hayalimiz, mefkuremiz için rantabl olarak nasıl çalışırız? şu anda içinde bulunduğumuz şartlar, neler yapmamıza müsaittir? bu mevzuda hizmet adına ne türlü alternatifler oluşturabiliriz. işte buna bakmamız lazım.
*yoksa falan zalim şunu yaptı, filan zalim bunu yaptı. falan kara yayıncı şunu yaptı, filan ak yayıncı bunu yaptı bunlarla meşgul olduğunuz zaman, kafa dağınıklığına düşersiniz; nöronlar taşımaz bunu; korteks çatlayıverir birden bire. sonra yapacağınız işlerde üst üste fiyasko yaşarsınız. öyleyse, dağılmamak lazım.
*onlara şöyle mukabele edelim, böyle mukabele edelim! gibi mülahazalara da girmemek lazım. elbette ki iftiralar karşısında, tekzip, tavzih*, tashih* hakkını kullanma her zaman için mahfuzdur; avukatlar ve bilenler o hakkı usulünce kullanırlar. ama o bana bir şey dedi, ben de ona diyeyim! o benim için yakışıksız şu lafları atıverdi, ben de kendi kendime veya birkaç arkadaş içinde onun dediği şeye yakın bir şeyler söyleyeyim. o bana tilki dedi, ben de ona -bari- tavşan diyeyim. bunlar faydasız şeyler. bunlarla geriye hiçbir şey dönmez. aklı başında bir mümin, yapacağı her hareketle geriye bazı şeylerin dönmesine göre planlar ve projeler oluşturmalı; ben ne yapmalıyım, nasıl davranmalıyım ki, hareketim bazı şeyler kazandırsın? düşüncesiyle hareket etmelidir.
geçmiş ümmetlerin başlarına gelenlere mâruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?
*cenâb-ı hak, ilahî âdeti gereğince insanları hayatları boyunca çeşit çeşit imtihanlara tâbi tutar. böylece tıpkı elmasın kömürden, altının da taş ve topraktan ayrılması gibi onların hasını hamından, saf olanını olmayanından ayırır. kurân-ı kerimde şöyle buyurulmaktadır:
elif, lâm, mîm. müminler sadece iman ettik demeleri sebebiyle kendi hallerine bırakılıvereceklerini, imtihana tâbi tutulmayacaklarını mı zannettiler? (ankebût, 29/1-2)
*cennete uzanan peygamberler yolunun kendine göre bazı meşakkatleri vardır. kurân-ı kerimde bu hususa şöyle dikkat çekilmiştir:
yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?.. evet onlar öyle ezici mihnetlere*, zorluklara dûçar*, yakalanmış oldular ve öyle şiddetle sarsıldılar ki, peygamber ve yanındakiler, allahın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek? diyecek hale geldiler. iyi bilin ki allahın yardımı yakındır. (bakara, 2/214)
*cenâb-ı hak, sabredip mücahedelerini sonuna kadar götürenlerle yarı yoldan dönenleri ayırt edip yaptıkları amelleri onlara da göstermek için kullarını imtihan etmektedir. nitekim bir âyet-i kerimede o şöyle buyurmaktadır:
allah, sizin içinizden cihad edenlerle sabır gösterenleri ayırt edip meydana çıkarmadan, kolayca cennete girivereceğinizi mi zannettiniz? (âl-i imrân, 3/142)allah (celle celâluhu) bu imtihanı, kullarının takınacakları tavrı öğrenmek için yapmamaktadır. zira o*, bu mevzuda sabredeceklerle etmeyecekleri ilm-i ezelîsiyle zaten bilmektedir. ancak, bildiği bir hakikati, ilm-i şuhûdîsi ile kullarına da gösterip bildirmek istemektedir.
allah, bu dini tamamlayacaktır; ancak siz acele ediyorsunuz.
*habbab bin eret* anlatıyor: allah rasûlü, kâbenin duvarının dibine oturmuştu. başını da örtmüştü. yanına vardım, ya rasûllallah, cenâb-ı hakka dua etmez misin, bize yardım eylesin! dedim. bunun üzerine rasûlullah* şöyle buyurdu: allaha yemin ederim ki, sizden evvelki ümmetler, daha dehşet verici işkenceler gördüler. onlardan bazıları hendeklere yatırılır ve demir testerelerle vücutları ikiye bölünürdü de yine dinlerinden dönmezlerdi. etleri kemiklerinden ayrılırdı da yine gevşeklik göstermezlerdi. allah, bu dini tamamlayacaktır; ancak siz acele ediyorsunuz. bir gün gelecek, bir kadın hîreden hadramûta kadar tek başına yolculuk yapacak da, yolda vahşi hayvanlardan başka hiçbir şeyden endişe etmeyecek.
* mukabele-i bilmisil* de bulunmaya din cevaz vermiştir. cenâb-ı hak şöyle buyurmaktadır: ceza verecek olursanız, size yapılan azap ve cezanın misliyle cezalandırın. ama eğer bu hususta sabrederseniz, bilin ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır. (nahl, 16/126) mefkûre kahramanları misliyle cezalandırma ruhsatını kullanmamalıdırlar; bu düşünceyle hazreti pir, mukabele-i bilmisil için kaide-i zalimâne tabirini istimal etmiştir. zarar mevzuuna gelince, hadis-i şerifin ifadesiyle, zarar verme yoktur; zarara zararla mukabele de yoktur.
*bizim tek derdimiz rûh-i revân-ı muhammedînin dünyanın dört bir yanında şehbal açmasıdır. yahya kemal ne hoş söyler:
sultan selim-i evveli râm etmeyip ecel,
fethetmeliydi âlemi şân-ı muhammedî.
gök nûra gark olur nice yüz bin minâreden,
şehbâl açınca rûh-i revân-ı muhammedî.
ervâh cümleten görür allahü ekberi,
akseyleyince arşa lisân-ı muhammedî.
olumlu düşünmeli, müspet hareket etmeli ve emanetin hakkını vermeli!..
*siz yapılması gerekli olan şeyleri yapın; ötesini allahın rahmet ve inayetine bırakın. üstad hazretleri, bu mevzuyla alâkalı celâleddin harzemşahın bir mülâhazasını nakleder: meşhurdur ki, bir zaman islâm kahramanlarından ve cengizin ordusunu müteaddit* defa mağlûp eden celâleddin-i harzemşah harbe giderken, vüzerâsı* ve etbâı* ona demişler: sen muzaffer olacaksın. cenâb-ı hak seni galip edecek. o demiş: ben allahın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. cenâb-ı hakkın vazifesine karışmam. muzaffer etmek veya mağlûp etmek onun vazifesidir. şen-i rububiyetin gereğine karışmam, ne dilerse onu yapar.
*biz bugün bütün himmetimizle, şimdiye kadar yapılan şeyleri alıp ileri götürmeye bakmalıyız. ötesinde, bize şu kötülüğü yapmışlar, bu kötülüğü yapmışlar.. onlar hakkında da cenâb-ı hak günahlarını affetsin! der, acıma hislerimizi ifade ederiz. çünkü zulmedenler, imanları varsa ve imanlarına rağmen zulmediyorlarsa, onlara acımak lazım; zira size kazandırdıkları halde onlar kaybediyorlar. ahirette umumi bir hukuka tecavüzün cezasını çekerler. âmme hakkı, allah hakkıdır; allah hakkına tecavüz etmişliğin cezasını çekerler. dolayısıyla da acımaya kesb-i istihkak ederler; acınacak durumdadırlar.
*şu halde bize düşen şey, o durumda olan insanlar hakkında allahım bizleri de onları da sırat-ı müstakime hidayet eyle. bize de onlara da yanlış şeyler yaptırtma. öbür tarafta bir bela, bir musibet şeklinde gelip başımıza dolanacak şeyleri bize yaptırma! demektir. evet, biz hem onlar hem de kendimiz için hep olumlu düşünmek ve müspet davranmakla mükellefiz.