10 yıl öncesine kadar kendi kendine yetebilen 7 ülkeden biriyken ne oldu da artık pirinçi, bulguru, şekeri, fındığı dışarıdan alıyoruz diye sormamıza neden olucak uzun zamandır gördüğüm en düşündürücü söylem.
edit:son kelime "başlık" iken "söylem" olarak değiştirilmiştir.
türetim yapmamak demek dışa bağımlı olmak demektir bu bağlamda bence bu başlık altında dışa bağımlılığın nedenleri tartışılmalıdır. dışa bağımlı bir ülke olmamızın birçok nedeni var örneğin; ab'ye girme hevesli hükümetlerin sözde reform adı altında bize dayatılan ve çıkarmamızı istediği kanunlarla ülkemizde yetişen ürünlere kota koyması, köylüyü ve çalışanları madur eden bir tutum içinde olması hemen aklıma gelenlerden birkaç tanesi. tarım da olduğu gibi diğer üretim alanlarında da herhangi bir politikası olmayan yönetimlerin aciz kalması ve sonuçunda dışa bağımlılığın kaçanılmaz olması. mesela son günlerde sıkça konuştuğumuz enerji üretimi konusundaki ülkemizin rahatsızlığı ve yapılan son elektrik zammı. ülkemiz enerji üretimi konusunda bir hayli kaynağa sahip olmasına rağmen yalnış politikalar ve bu zamana kadar umursamaz bir tavır sergilenmesinden dolayı enerjide dar boğazına girmiştir. halbuki yapılan araştırmalar ve bilenen gerçekler aslında ülkemizin enerji üretimi ve doğal yeraltı madenleri konusunda bir hayli şanlı olduğunu söylüyor.
Türkiye'de toprak altında yaklaşık 50 milyar ton civarında, "ticarete konu" 49 ayrı cins ve özellikte maden bulunuyor. Bu yönüyle Türkiye, maden kaynakları açısından 132 ülke arasında üretimde 28'inci, çeşitlilikte ise 10. sırada yer alıyor. Dünyada ticareti yapılan 90 çeşit madenden 77'si Türkiye'de bulunuyor.
MTA'nın "görünür maden rezervleri" araştırma raporuna göre Türkiye'de yer altındaki en yüksek maden rezervi, 15,8 milyar tonla dolomit madenine ait bulunuyor.
içinde kalsiyum karbonat (caco3) ve sodyum karbonat (na2co3) barındıran ve bu özellikleri yüzünden cam ve seramik endüstrisinin vazgeçilmezleri arasında yer alan dolomit, nadir ve çok değerli bir kireç taşı olarak biliniyor.
Bunun yanı sıra Türkiye'de 13,9 milyar ton mermer, 8,3 milyar ton iyi kalitede linyit kömürü, 5,7 milyar ton kaya tuzu, 1,2 milyar ton ısı kalitesi yüksek taşkömürü, 1,8 milyar ton bor, 1,5 milyar ton da ponza taşı rezervi bulunuyor.
Türkiye'de ayrıca 1,9 milyar ton da blister bakır cevheri bulunuyor.
Toplam 49 ayrı cins maden cevherinin bulunduğu yer altı maden kaynaklarının bugünkü piyasa değerinin ise yaklaşık 2,5 trilyon dolar civarında olduğu sektöre yakın kaynaklar tarafından ifade ediliyor.
MTA'nın araştırmasına göre yer altında bulunan diğer madenler arasında, 29,6 milyon ton asbest, 82 milyon ton asfaltit, 35 milyon ton barit, 251 milyon ton bentonit, 1 milyar 641 milyon ton bitümlü şist, 88 milyon ton boksit, 3,8 milyon ton ton civa, 380 bin ton toryum, 233 milyon ton trona, 9 bin 137 bin ton uranyum, 345 milyon 158 bin ton zeolut ve 3 milyon 725 bin ton da iyi kalite zımpara taşı bulunuyor.
Altın ve gümüş rezervi
Bu arada araştırmalar, Türkiye'de 600 ton altın ve 6 bin 62 ton da gümüş rezervi bulunduğunu gösteriyor. 239 milyon ton felspat, 70 milyon ton fosfat kayası, 25 bin ton krom, 86 ton kurşun, 2 milyon 270 bin ton kuvarsit, 626 bin kükürt, 1 milyon 483 bin ton lületaşı, 4 milyon 560 ton da manganez bulunuyor.
ayrıca yeraltı ve yerüstü doğal zenginliklerini değerlendirmek adına herhangi bir ar ge çalışması yapmayan bir türkiye dışa bağımlı olmak zorundadır. nitekim yapılan araştırmalarda bunu gösteriyor. bor madeni ülkemizde bolca var ve gelecekte yakıt dahil olmak üzere bir çok alanda kullanılmasına kesin gözüyle bakılıyor fakat ne yazık ki gerekli ar ge çalışmaları yapılmadığı için biz ülkemizde çıkardığımız bor madenini ham şekilde avrupaya satarak işlenmiş şekilde geri almaktayız.
Düşük Ar Ge yatırımları dışa bağımlılığı artırıyor
Çalışmaya göre keskin rekabet şartlarında öne çıkmanın anahtarı teknolojik alanda yaratılan yenilikler. Teknolojik yenilikler hem üretim ve rekabet gücünü artırıyor hem de daha düşük maliyetlerle daha yüksek verimlilik kazandırıyor. Yeterli Ar Ge yatırımı yapmayan ülkeler ise bu rekabette geriye düşerek dışa bağımlı hale geliyor.
2007 yılı ilk yarısı rakamlarına göre Türkiye'de ihracatın ithalatı karşılama oranı %61,90'a gerilemiş durumda. Dış ticaret açığının giderek artmasının temel nedenlerinden birisi de Ar Ge yatırımlarının düşük kalması. Çalışmaya göre aynı malın daha yüksek teknolojiyle yurtdışında daha ucuza üretilmesi, yerli üreticileri çaresiz durumda bırakıyor ve ithal ürünlere ilgiyi yüksek tutuyor.
netice itibari ile bizim toplum dejenere bir toplumdur. herkes çalışmaktan ziyade yan gelip yatmak istemektedir. kısa yoldan zengin olma hayali kuranlardan müteşekkil bir toplumdur bizimkisi.
e şimdi ne bekliyoruz böyle bir toplumdan? mercedes, coca cola, ibm, microsoft, google gibi marka oluşturmalarını mı? hangi bilgi birikimi ile bunu sağlayacaksınız? bu siyasetçilerle mi üreten toplum olacaksınız?
yani 70 milyon değil 170 yetmiş milyon da olsak, bu toplum bu sistemde bi b.k üretemez.
çalışmanın ayıp olduğu bir ülkede üretim de olmaz. tepkileri duyar gibiyim ama maalesef böyle. birçok kişi rahat olduğu ve sabit bir geliri olduğu için memuriyet peşinde koşarken, birçok kişi iş ilanlarında yönetici olma sevdası ile diğer ilanlara bakma zahmetinde bile bulunmazken, simit satmayı, fabrikada işçi olmayı ve bunun gibi meslekleri gururuna yedirmezken, itibarın sadece yapılan meslekle elde edilebileceğini düşünürken ve toplumun işçi emekçi takımına takındığı gözardı edilemez küçümser tavırlar yüzünden bu ülkede üretim filan olmaz. çok sosyapatlaştık, sanki herşeyimiz bütün, ülkecek hiç borcumuz yokmuş gibi.
gelişmiş ve iyi üretim sahasına sahip ülkelere baktığımız zaman, insanların hayatlarını sürdürebilmeleri için ek işler yaptıklarını, üniversitelerde okuyan gençlerin ana baba parası beklemek yerine part-time işlerde çalıştıklarını gözönünde bulundurursak, neden onların gelişmiş ülke statüsüne girdiklerini daha iyi anlayabiliriz.
çalışmanın ayıp olduğu bir anlayışın bittiği an türkiye cumhuriyeti üretim yapan bir ülke, gelişmekte olan ülke adını ise, gelişmiş bir ülke adına bırakacaktır.
türkiye 70 milyonluk bir avrupa fabrikası olma yolunda ilerlemektedir. üstelik kazandığı parayla da avrupa malları tüketmektedir. avrupalı işveren daha ne istesindir.
dış mihrakların istediği doğrultuda ahlakımız çökertilmiş, özenti toplum haline gelmiş bulunduğumuz için ithal sevdamız başlamıştır. bunun yanı sıra, üretim toplumlarının kendi kendine yetebilme durumunu sağlayan bir türkiye,* orta doğu planları olan dış güçler için tehlike oluşturmaktadır. bu güçler de gerek devlet işlerine karışarak, gerek ab gibi bir kuruma giriş ambargosu koyarak, gerekse kışkırtmalarla, bölücülük faaliyetlerine destekle başlattıkları yıkma eylemini üretime her alanda ket vurarak sürdürmektedirler.
ağalar, ülkenin efendisi çiftçi zor durumdayken, bu ülkede hiçbir şey yolunda gitmez. sanayi, ticaret bir yere kadar! çünkü pazar başkalarının elinde. taşıma suyla değirmen nereye kadar dönecek?! insanlığın temel ihtiyacı beslenmeyken, bunu sağlayamadığımızda yıkılırız ve maalesef şu an bu süreç çok hızlı bir şekilde seyretmekte...
üretim yapabilmek için, öncelikle birilerinin; yani hükümetin bunu istemesi gerekir. hükümetimiz ne yapıyor dersek;
- çiftçiyi annesiyle birlikte kovuyor.
- maliye bakanımızın oğlu ticaret yapacak diye, yurtiçi üretime kota konuyor.
- armatöre mazot indirimi yaparken, çiftçiye yüksek fiyattan satıyor.
- ayrıca tarımda kullanılan yeni tohumları kullandığınızda, o toprak üzerinde belirli bir zaman bir daha verim alamıyorsunuz.
- deniyor ki, tekstilde çok iyiyiz, sürekli ihraç ediyoruz. oysa ki, buradan hammadde yurtdışına cüzi rakamlarla gitmekte, avrupa'da işlenen ürün türkiye'de yüksek fiyattan satılmakta.
sonuç olarak, öncelikle birileri kendi çıkarlarından önce, milletin çıkarlarını düşünürse, bu ülkenin kendi kendine yetecek, hatta ithalatının da bir kısmını karşılayacak hacmi vardır. yeter ki bazı insanlar, sadece kendi banka hesaplarının hacimlerini düşünmesinler...